med...
Çok garip! İnsanları özlemiyorum.
En çokta dün akşamki izlediğim gerçek ‘kafa kesme’ görüntülerinden sonra. Neredeyse insan olduğumu reddedeceğim. Hayvan olsam, belki yaşamak için öldürürdüm. Haklı olurdum.
Neyse. Konu bu değil.
Günlerdir odamda neredeyse annemden başkasını görmüyorum. Hem de ev tıka basa misafir doluyken.
Buna rağmen kimseyi görmeyi de istemiyorum.
Soruları sevmiyorum.
Aslında bu gecikmişti bile. Neredeyse buraya taşındığımızdan beri her zamankinden daha da hatta epey aktiftim. Ve kendimi özlemeye başlamıştım.
Alışkınım, hayatı büyük ve parıltılı camekanları olan bir alışveriş merkezini yerde hiç kımıldamadan antenleriyle havayı koklayan salyangoz kadar dingin izlerken, aynı zamanda yürümek yorucu geldi bana.
Oysa ya yürümeliydim ya da izlemeli.
Ama zorluyor.
Bu öyle bir şey ki engellenemez.
Boğazımdaki ip sanki gerçekten oradaymışçasına o gerildikçe ruhum geri ta içerlere çekilmeye devam ediyor.
Bir med örneği daha yaşıyor aslında ‘ömrüm.’
Yaşamımı gittikçe daha da verimsizleştirerek sürdürmeye devam ediyor gibiyim.
Tüketiyorum. Tükeniyorum.
Ama geçen her saniyeyi ömrümden saymak bana göre değil.
Ancak yine de zamanla birlikte ömrüm, ömrümle birlikte ise bedenimi de eritiyorum.
Bir mum misali..
Hadi bana yavaş yavaş eyvallah…
hüzün perisi…