- 3134 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
ACININ ÇIĞLIKLARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Umutsuz ve karanlık gecelerin sonunda kavuştum sana. İçime huzur gibi doldun. Yeni umutlarımın, hayatımın başlangıcı oldun. Zaman zaman içimde yaşattığım pişmanlıklarımı beklediğim bahara çevirdin.” diye başlayan bir hayattı onlarınki.
Refika Hanım, temiz pak elbisesi, düz ince telli, azalmış saçlarından yaptığı ve saçının arkasında tokalarla özenle tutturduğu topuzu, çimen yeşili gözleri ve sol yanağında gamzesi olan tam bir İstanbul hanımefendisi. Tahsin Bey, uzun boylu zayıf, dağınık görünen saçları alnının hemen üstüne dökülmüş, gözleri derin bir çukura gömülmüş, çok az konuşan ve hiç gülmeyen son derece kültürlü saygıdeğer bir İstanbul beyefendisi.
Mimarlık fakültesinde okurken yürekleri değmiş birbirine. Aralarındaki aşk öylesine büyükmüş ki kısa zaman sonra bir gün dahi birbirlerinden ayrı kalmak istememişler. Ailelerinin tüm karşı çıkmalarına rağmen daha fakülte bitmeden kaçarak evlenmişler. Birlikte yaşadıkları mutluluk kokan yuvalarında yıllar yılları kovalamış ve yorgun düşünceye kadar sevmişler birbirlerini. Tahsin Bey’in elleri Refika Hanım’ın ellerindeyken unutmuşlar zamanı. Yaşadıkları anın içinde kendileri için, aşkları için yaşamışlar hep. Her zaman aynı parıltıyla bakmış gözleri. Bu aşk onlara öylesine yakışmış ki, etraflarında olan herkes yıllarca onlara gıpta ile bakmışlar.
Çok istemelerine rağmen, kucaklarını dolduracak çocukları olmayınca, yürekleri sancılı çocuklara anne ve babalık yapmışlar. Hem Tahsin Bey, hem de Refika Hanım, yaşamın her anını birlikte sürerek bugüne gelmişler.
Yaşları ilerleyince artık birbirlerine bakan yürek gözlerinde değişiklik olmamış ama bedenlerdeki yorgunluk hissedilir hale gelmiş. Anne, babadan kalan malları ve kendilerine ait olanların tamamını satarak bir hayır kurumuna bağışlayıp, huzurevine yerleşmişler.
Huzurevlerinde, herkesin yaşanmış bir hikâyesi var. Her ayın ilk cumartesi günü grup arkadaşlarımızla huzurevlerine yaptığımız rutin ziyaretlerimizden birinde tanımıştım onları. Aramızda oluşan bağ karşı konulmaz bir sevgi bağıydı. Onlar bizi sevmişti, bizde onları sevmiştik. Tıpkı annemizi, babamızı sevdiğimiz gibi.
Huzurevlerinde hep hüzün hâkim. Oraya gidenler kendi istekleri ile bu yaşamı seçseler bile kapıdan içeri girince en baskın duygunun hüzün olduğu hemen fark ediliyor. Orada yaşayanların “Sona ulaşmış olmak.” gibi ortak duygularının hüzün olmasıydı belki de hissedilen.
Refika Hanım, bizi görünce sevinçle ayağa kalkmaya çalıştı ancak, kalkamadı. Dizlerinde güç yoktu. Yanına gidip elini öptüm. Ellerimi, ellerinin içine alarak sıkıca tuttu. Hal hatır faslından sonra gözlerimin içine bakarak;
“Ben gençliği yaşadım kızım bilirim, sen yaşlılığı bilmezsin ne kadar zordur. Sırtımda ateşten bir gömlek taşıyorum. Bacaklarım tutmuyor, dizlerim bedenimi taşımıyor. Hayallerim bile terk etti beni.” dedi nemlenmiş gözlerini kaçırarak. Tahsin Beyi gösterdi zayıflamış parmak ucuyla.
“Artık ona su bile veremiyorum yazık ki.” dedi.
O anda sanki benim için dünya durdu. Zaman kavramı anlamını yitirdi. Duygularımı acımasız sonbahar rüzgârları önüne katıp savurdu. Sevgi kırıntılarım toz bulutu haline gelip etrafımda uçuştu. Katlanılmaz acılar yumağı geldi yüreğime oturdu. Üzerime çöken ağırlığı ise anlatamaz dilim. Gözlerimi gözlerinden ayıramadım. Her ikisi de şehrin kalabalığında, yalnızlığını avutmak isteyen insanlar gibiydi.
Bu serzeniş, aslında yaşadıkları yalnızlığın ve yürek acılarının çığlıklarıydı. “Her karanlığın sonu aydınlıktır.” derdi büyüklerimiz. Onların karanlıkla başlayan hayatları aydınlığa dönüşmüştü belki, sonrası yine karanlıklara gömülmüştü. Ailemdeki yaşlıların ne kadar şanslı olduklarını düşündüm.
Refika Hanım; “Seni daha fazla üzmeyeyim kızım. Hayat hikâyemi sonra anlatırım. Benim gözlerim çok zayıfladı, bak şu küçük dolabın en üst çekmecesinde MİNA URGAN’ın “Bir Dinozorun Anıları.” kitabı var, bana birkaç sayfa okur musun?” diye sordu. Şaşırdım önce, kısa bir şaşkınlıktan sonra; “Okurum tabi. Hangi sayfada kaldıysanız oradan devam edeyim.” dedim. Refika Hanım, yavaşça başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı.
“321’nci sayfanın “Kırılan kemiklerim.” diye başlayan paragrafından itibaren okur musun?” diye sordu.
“Tabii memnuniyetle.” dedim ve kitabın 321’inci sahifesinin ikinci paragrafından itibaren okumaya başladım. O sayfa iki paragraftan ibaretti. Okumam bittikten sonra, Refika Hanım yanımdaki arkadaşıma döndü;
“Kızım, bir kez de aynı yeri sen okur musun?” diye sordu. Arkadaşım, dönüp yüzüme soran gözlerle dikkatle baktı. Refika Hanım’ı kırmamak için elimden kitabı alıp, aynı sayfanın aynı paragrafından yeniden okumaya başladı... ”Ömrü vefa ederse, uzun yaşamanın ayıbına katlanabilirse, bakarsınız onları da yazar günün birinde. Yani bu son söz, gerçekten bir son söz değildir belki de…” diye bitiyordu paragraf.
Refika Hanım neden bu paragrafı iki kez okutmuştu? diye çok düşündüm. Bir kaç ziyaret daha yapıp oradan ayrıldık.
Günün, bedenime yüklediği yorgunluktan ziyade, ruhuma yüklediği yorgunluk aklımı da karıştırmıştı. Duygu dalgalanmaları yaşıyordum. Aynı kitabı iki kez okumama rağmen, o paragraf ilgimi çekmemişti. Kütüphaneme yöneldim. Aynı kitabın 321.nci sahifesini tekrar tekrar okudum. Refika Hanım’ın yaşadıklarını anlamaya çalıştım. “Uzun yaşamanın ayıbına katlanmak.” cümlesi, onun hayatını özetleyen, şu anki durumunu anlatan anahtar cümleydi aslında… Geç anlamıştım.
Sevgisiz ve terkedilmiş olarak yaşamak, onlar için uzun yaşamaktı ve bunu ayıp olarak görüyorlardı. Artık yaşamak değil, ölmek istiyorlardı. Şaşırdım ve içim acıyla doldu. Yaşamak bu kadar güzelken insan neden ölmek ister ki? Hep böyle mi olur? Ölüm hissi insanın kalbini ve ruhunu karartır mı? İnsanı yalnızlaştırır mı?
Yıllar geçtikçe, hayatımızın kabasını alan yaşadıklarımızdı elbette. Olgunlaşmak bu değil miydi zaten? İnsan yaşlanınca tecrübelenir, tecrübelendikçe olgunlaşmaz mıydı? Yani insanın bilgilerinin en önemli olduğu dönem, yaşlılık dönemi değil miydi? Biz öğrenmemiz gerekenleri bu tecrübelerden elde etmiyor muyduk? Kafamda cevaplayamadığım yüzlerce soru.
Her ay düzenli olarak gittiğim huzurevlerinden ilk kez bu kadar huzursuz ve üzgün ayrıldım. Bu iki yaşlı insanın, misafir bekler gibi ölümü beklemesiydi beni etkileyen. Oysa diğer yaşlılarda bunu hissetmedim.
O gece benim için çok berbat bir geceydi. Uykuya defalarca gidip geldim, asla tam uyuyamadım. Uyuyabildiğim minik zamanlarda hiçbirini hatırlamadığım birçok rüya gördüm. O an birileri ile konuşmak, olan biteni ve gördüklerimi anlatmak için, içimde inanılmaz bir istek duydum.
Bu üzüntüden sonunda bende kurtulacaktım. Hiçbir üzüntü sonsuza kadar sürmezdi. Onlara olan vicdan borçlarımdan kurtulacak mıydım? Bilmiyordum. Belki de ömür boyu sürecek bir vefa borcum vardı onlara.
Giderek dakikalar saatlere, saatler günlere, geceler gündüzlere karıştı. Zaman kavramının algılamamın dışına çıktığını gördüm. Oraya gideli on gün olmuştu bile.
İnsan yaşlanınca; Omuzlardaki yaşanmışlıkların yükünün ağırlık yapmaya başladığını, yüreklerdeki yaşama sevincinin söndüğünü, hayal edilecek bir şeyin kalmadığını, yaşlılığı etkin kılan en önemli şeyin terk edilmişlik ve unutulmuşluk duygusu olduğunu gördüm.
Önce var olan yaşlılarımızı, sonra da kaybettiklerimizi düşündüm. Sevgiyi, hoşgörüyü, sıcaklığı ve sabrı biz onlardan öğrendik. Aldıklarımızı, ihtiyaçları olduğunda onlara veremiyoruz yazık ki?
Gelenek ve göreneklerimizin zayıfladığı şu günlerde saygı sevgi ve paylaşımlarımız azalmış, manevi değerlerin yerini maddi değerler almış olsa da, manevi değerlerimizdeki güzellik bizi biz yapan özelliğimiz. Bunun tüm güzelliğini yaşlılarımızdan aldık.
Varlığında yeterince fark edemediğim değerleri, yokluğunda yüreğimin derinliklerinde bir acı olarak hissetmemek için, babaanneme daha fazla sarıldım.
Hülya TÜRK
YORUMLAR
gözlerim dolu dolu okudum yüreğim kabardı o kadar güzel anlatmışsınız ki söz yok bende kelam sustu.Yşamın doğumla ölüm arasında ki uzn gibi duran ama uzun olmayan gelmez sandığımız ama gelen o anlar geçlik ve yaşlılık arasında ki köprüde ne hoş anlatmışsınız insan olanilmek ve insan kalabilmek erdemlerimiz kaybolmaya yüz tutan geleneklerimiz saygı ve sevgi yüreklerimizi hep ısıtsın ki yaşamın anlamı mana bulsun.Yşama köprü olan yürekler daim kalsın.saygılarımla.
çok güzel bir yazı idi...
hiç unutmadığım çocukluğumdan kalma bir görüntü vardır..gö zümün önünde....
o zamanlar köyde idim..bizim akrabanın yaşlı bir annesi vardı..gelinin gözümün önünde altına yaptı diye dövdüğünü biliyorum...kimse görmedi sanmıştı..ama ben görmüştüm..
sonra mı..
o kadını eve almayıp,tek odalı ambar odası gibi bir yere hapsettiklerini...evde yedikleri yemeklerin artanlarını verdiklerini görmüştüm..kısaca o teyze ile arkadaşlık yapmaya başladım..iki yaz tatilinde güzel bir arkadaşlığımız oldu..deli dedikleri teyze tam tersi aklı başında,güngörmüş biri idi..3.yaz tatilinde köye gidemedik..öğrendim ki o da ölmüştü..çok üzülmüştüm...
kısaca yaşlı insanlarımız bazen aileleri içinde de yalnız bırakılıp,birçok yanlış şeylere maruz kalıyorlar...
saygılarımla..
Bir ana, baba dokuz evlada bakmış ama dokuz evlat bir ana'ya baba'ya bakamamış.Ne acıdır büyüt okut tüm hayatını ver evlatlara ve sonunda huzur evi.Allahım bana ömür verdiği sürece annemi babamı hiç kimselere muhtaç etmeden son nefsime kadar bakarım.Bakarım da acaba hakklarını ödeyebilir miyim diye de düşünürüm.Onların bir Allah razı olsun demelerinin haricinde hiç bir beklentim olamaz annemden babamdan.Onlar can onlar bir tane ikincisi yok,yedekleri yok ana babanın.Eh ne ekerse kişi onu biçer elbet bir gün.Yaşlı insanlar çocuk gibidir ilgi isterler tatlı dil güler yüz isterler.Ben fırsat buldukça giderim ziyaretlerine,onlarla konuşur dertleşirim,Ahh neler anlatırlar bana neler,Kah ağlarım,kah gülerim.Onların hali bir başkadır.
Hatta daha geçen gün Harbiyedeki bir huzur evinde tanıdığım teyzem beni manevi kızı ilan etti.Onların hali bir başka,ne olur yaşlılara hep el uzatalım,yolda sokakta cevremizde ve huzur evlerinde.Varolunuz hak etmiş kırmızı kurdeleyi yazınız.Kutlarım.
Saygılarımla
Bahar
baharca57 tarafından 6/9/2009 2:37:09 AM zamanında düzenlenmiştir.
Saygıyla sarılan kollar istiyorlar.
Onlar sevdiklerini cenazelerinde değil, yaşarken yanlarında görmek istiyorlar,
Sevgili dostlar, onlara saygımızı ve sevgimizi yaşarken gösterelim,
Mutluluklarımızı, onlar yanımızdayken yaşayalım ki, “mutluluk” adına yakışır olsun, eksik olmasın,
Varlığında yeterince fark edemediğimiz değerleri, yokluğunda yüreğimizin derinliklerinde bir acı olarak hissetmemek için,ONLARA VAKİT AYIRALIM,
İşte esas sorun bu sevgili dost. Hani bir söz vardır" Kör ölünce badem gözlü olurmuş" İşte biz bu baden gözlerin güzelliğini ve bize verdiği yaşam sevincini yaşarken öğrenmeyi bir türlü başaramadık.
Günün yazısı olmayı haketmiş bir yazı idi okuduğum.
Teşekkür ederim. Sevgiler yüreğinize
Sevgili Adaşım, o kdar önemli,o kadar da güzel bir kouya değinmişsiniz ki. Sizi bunun için tebrik ediyorum. Ben şu anda tam kırk yaşındayım. Ve şu yaşıma ne zaman geldim, nasıl gelim hiç bilmiyorum. Bir bakıyorum ki hafızam beni çocukluğuma götürüyor. Hayat böyle birşey işte. Büyüklerimizde benim hissettiklerimi hissetmiştir. Bir anne ve birevlat olarak huzurevleri konusunda çok üzüntü duyuyorum. Ve her zaman savunduğum birşey vardır. Anne olsun baba olsun on tane evladını yetiştiriyor ama aciz duruma geldiğinde kimsenin yanına sığdırılamıyor.Yazık çok yazık. Çok üzülüyorum ben bu durumlara. Kutluyorum sizi. Sevgilerimle
Hülyam tarafından 6/8/2009 7:28:08 PM zamanında düzenlenmiştir.