IIII.! DİYE DÜŞÜNÜYORUM DA.. IIIII.!
BİR SELÂMA KAÇ MERHABA.?
Bekir Yalçınkaya
Selâmünaleyküm..
Uzun geldi.. Aleykümselâm yokk..
Kelime itibariyle 6 heceli olduğundan falan değil, Arabî ifade oluşu sebebiyle..
Uzun geldi ve Selâm! diye değiştirdik..
Asrın geleneklerine uyma adına bir süre sonra modern ifadeler arayan, ama olanak, yanıt, öğüt, uğraş, eylem, söylem ile ‘duyum arayıp algıları açılan’ bir echel-ü cühela cemiyet, selâmı da solladı. Baş sallama meziyetini günaydın ve tünaydın çıtasına yükseltti. Çok geçmeden tünaydın denilen entelektüellik tabir, rütbe artırıp merhabaaa..yla kucaklaştı.
Söz üretmede meşhur, ama öze aykırı kelimelerle Batı Medeniyeti’nden ‘İttihat ve Terakki’yi doğuran mütefekkirlik, kendi benliğine ters bir dil arızlığını müsteşriklik zannetti.
Bin yılın üzerinde kullandığımız Arabca, Farsca ve Osmanlıca’yı terkedip, dayanağı olmayan ve ekseri ekleri sel/sal’larla tamamlanan tarihî’den tarihselde olduğu gibi, kanuniyi yasallaştırdık, cevabı yanıtlaştırdık. Şapkalı a’sı zor gelen imkânı olanak hâline getirdik.
Evet.. Sadece Selâmünaleyküm bize uzun gelmedi. Galiba merhaba kısa geldi ki, dedim! dememiz gerektiği yerde DİYE DÜŞÜNÜYORUM gibi bir VARSAYIM’la (!) kafayı bozduk.
Bir türlü, netice verici cümle kurmayı beceremez hâlimizle ve hep muallâkta kalan söz yumakları ile konuşma ustalığımızı usûlü itibariyle yozlaştırıp 70 bin kelimelik Türkçe’yi 6-7 bin kelimelere indirdik. Konuşamaz olduk. Teknikî kelimeler alanında, mucidi olamadığımız bir çok eşya tarifini yabancı dillerden alıp onların orijinalini muhafaza ettik, kendi ilmi ve debi değerlerimize aynı hassasiyeti gösteremedik. Halbuki bu gibi durumlarda devrimler ne yapardı? “Önce kendi evlâtlarını yer” idi. Evet, kendi evlâtlarımızı yedik..
Belki bu yeni alışkanlıklar, sadece ifade mahiyetiyle önemli sayılmayabilir ve bu sebeble itiraz edeceklerimiz olabilir. İşte tam bu noktada; “Türkler hayvandan da aşağı mahlûklardır” hakaretinde bulunan Churchill’i hatırlamasak dahi, kendisine fikri sorulduğunda: ‘kılıç ve silâhla yenemediğiniz Türkler’i, ancak -dilini ve dinini bozarak, kültürünü yozlaştırarak- milli değerlerini gayri milliliğe meyyallikle değiştirerek yenebilirsiniz” diyen Rus Generali Çerneyaf’ın sözlerini dikkate almaya mecburuz.
Her millet kendine has gelenekleriyle milliliğini muhafaza eder. Edebali’nin: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözüne sâdık kalan damadı Osman’dan üç kıtaya hâkim bir imparatorluk türedi.. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi” diyerek halk ile devleti arasındaki köprüye ehemmiyet veren bir sonraki nesiller, kendi halkına zarar vereceği kuşkusuyla Küffar’ın dansını dahi yasaklattı.
Ya sonra? Batı mukallitliği, İTTİHAT dedikçe gerileme, TERAKKİ dedikçe düşme gösteren bir Avrupai aydınlık, bir Allah’ın selâmet niyazına, bin merhabanın denk gelemeyeceğini idrak edemedi.. Ne kadar Şeytanî heves ve ses varsa vız gelip tırıs gitti.
Bu görüş ve düşüncede mutabık mıyız? Bizim tarafımızdan hayır demek de yanlış, evet demek de.. Her şey Hakk’ın doğrusunda.. Zira Batıl dili, bir Çerneyaf’ı Kur’an ve iman düşmanı olarak konuştururken, Hakk dili Müslüman olup Ali adını alan Napolyon Bonapart’ı şöyle konuşturuyor: “Bütün ülkelerin hakîm (bilge) ve münevver şahsiyetlerini bir araya getirebildiğimde, insanları tek başına saadete götürebilecek ve tek başına hakikî Kur’an esaslarına dayanan bir birlik rejimi tesis ettiğimde, umarım ki vakit geçmemiş olur..”
Demek ki Hakk’ın doğrusu ne? Kim ne kadar yanıttan, olanaktan dem vurarak yarım yamalak ve Çerneyaf’ın düşüncelerine hizmetle DİYE DÜŞÜNE DÜŞÜNE konuşursa konuşsun, milli ve dini konuşamaz dil arızlı Türk’ün yerini alacak bir Batılı’nın çıkması her zaman mümkün. Tıpkı Napolleon Bonaparte gibi..
Zira, Türk’ün elinden alınması istenen dilinin, Kur’an’ının ve yüreğindeki imanının varıp dayandığı noktada, beşeri nizam adına bu millete verilen emir, TEVHİD bayrağını taşıma emriydi.. Bu itibarla O’nun sancaktarı da, bayraktarı da şerefli Türk Milleti’dir. İçindeki kendi mukaddeslerini bilemeyen ve halâ Batıl istikâmette ömrünü tüketenlere rağmen.. başına sarılan fitneleri bir bir aşması ve İslâm sancağını yere düşürmemesi işte bu sebebtendir..