- 2104 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
GİDENİN ARDINDAN DÜŞ(L)ERİM
Derin bir ah çekişle kalktım oturduğum yerimden.
Bitkin bir bedenle yürüdüm ağır ağır...
Tıpkı bir savaş esirini andıran adımlarımla, nihayet ulaştım ışıktan kaçtığım cam kenarına. Dağınık muhayyilem ve fersiz imgelerimi toparlama telaşına düşüp dayayıp başımı baktım öylece... Sessiz ve gizlice....
Mevsim Sonbahardı... Aylardan Eylül...
Hüzünlü bir esinti eşliğinde buram buram güz kokuyordu hava... Sonra, güneşe görünmeden aralayıp perdemi ,seyre daldım ’’Asi’’ İstanbul sokaklarını...
Sonbahar güzeldi...Her şeye rağmen yinede güzeldi....
Hem son olup hem bahar olmak; bir bilmecenin kareleri gibi çözümsüz bir muamma, noktası olmayan virgüle takılmış bir cümleydi Sonbahar...
Ayrılıklar yaşansada hatıralar hiç ayrılmıyordu yaşanmayan yaşamdan... Öylesi düşerki sineme içimde tufanlar kopar bu mevsimde... Darma dağın olur yüreğim ve hangi ucundan tutmaya çalışsam yeni bir figan kopar ardından...
Çatlayıp ortasından gönül, şerha şerha kana bulanır feryatlar ve ardından ölüm kokan son düşler...
Sonbahar..!
Aniden yüzüme vuran güz meltemiyle yürüyen insanlara odaklandı bakışlarım.
Garipki; hiç bu kadar dikkat etmemişim bu güne kadar? Nede çok ’’el ele’’ insan dolaşırmış bu şehrin ’’Agora’’ sokaklarında. Ne çok seven varmış meğer, ne çok. Yoksa bakmayımı bilememişim ben bu güne kadar. Tuhaf dedim kendi kendime; İnsan çekmeden anlayamazmış meğer...
Ne ayrılık acısını,ne sevda sarhoşluğunu,ne yağmurlarda ıslanmayı,ne rüzgarlarla yarışmayı,ne severken ayrılmayı,ne ağlarken gülmeyi,ne hatırlarken unutmayı,ne gecelerde gün ışığı aramayı ve nede uykulara can doğrayıp yaşarken ölmeyi.
Bilemezmiş işte...
Sonra önüme düştü bakışlarım bir anda. Hesap sorar gibiydi siluetim...Artık yeter der gibiydi çokca ağlayan gözlerime. Hesap soruyordu kendimle aynı yerde olana. Her gidenin ardından ağlamaktı görevi...Tek tesellim,sığındığım tek liman gözlerimdi hep dalga dalga hasretimi sulayan.... Tek gözlerim dalardı mesafesiz uzaklara... Sayısız gecelerde tükenmez nöbetlere düçar olup yas tutardı vuslata uzak firaklarıma...
Ya yorgun gözlerimin sırdaşı olan kirpiklerim? Yüklenirler her daim çaresizce ayrılığın kahrını gecelerin kor yangınını ve her açıp kapayışımda ok kirpiklerimde etime değsede yangınlarım ,çölleşmeye maruz bakışlarımı sallıyorum yitik sevdamın yangınlarına yeniden...
Yanıyor gözbebeklerim ve ardından yitiyor bütün renklerin albenisi...
Akşam kızıllığında yanık ışıklar vuruyor keder aynası yüzüme... Toplayıp yitik sevdalarını guruba kaymaya hazırlanan güneşin ardından,dipsiz yalnızlıkların esareti sarıyor içimi.
Yalnızlığın sorgusunda, yargısı yitik bir mahkum oluyorum aniden.
Kimeydi bu sorgu?
Neden?
Yargılanan kimdi?
İnsanın kendi kendinin mahkumu olması ne acıydı... Kendini yargılaması ne kadarda zordu...Sonra adaletsiz bir savaş sarıyor fersiz düşlerimi...
Sevenmi çoktu sevilenmi ?
Peki ya her seven gerçekten aynı şekilde sevilirmiydi?
Sevmekmi zordu ,yoksa sevilmemekmi? Yada en güzeli hep sevilmekmiydi ?
Veya bunu bilmemekmiydi zor olan ? Yada tek gerçek hiç sevmemekmiydi ? Soru soru hep soru...
İrkildim bir anda...Sonra kaldırdım başımı uzağa, daha uzağa düştü bakışlarım...
Sahil boyunca altın sarısı kayalıklar ve can çekişen akşamın telaşı vardı insanlarda...
Kaldırımlar parklar dolu doluydu...
Bir yaşam vardı şimdi sonbaharda...Hayattan kopmayan bir yaşam...
Kiminin önünü falcı kesmiş ’’Allah sevdiğine bağışlasın güzel kız bakayım bi falına’’ diyor...
Kiminin önünü gül satan bir kadın... ’’Sevdiğin kadar güzel alıver bakayım bir adet gül’’deyip kalan son çiçeklerini satma mücadelesi veriyordu...
Kimi banklara yazıyordu sevgisini ,kimiyse yaşlı yaşlı ağaçlara kazıyordu ismini...
Herkes başka başka yaşıyordu işte kendi aleminde sevgisini...
Birde Asr’a yeminle gönlüne yazanlar vardı sevdasını... Hızla akıp giden zamanın tuvaline düşen en son notları kayda geçiyordu hayat...
Sonra çevirip gözlerimi gökyüzüne derin derin dalıp gitmişim öylece...
Uçsuz bucaksız göklerde rengarenk uçurtmaların akşam kuşlarıyla yarışının, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle bütünleşmesinin seyrine dalıp, akıvermişim aralarına habersizce...
Çocukken akşamın en dar vakti nede başka güzeldir...
Oyunlar daha başka bir heyecanla oynanır nedense? Daha keyifli daha doyumsuz olur bitmesini hiç istemediğimiz o anlar... Şimdiyse bu andaki cıvıl cıvıl masum gülüşleri savruluyor kızıllığa bürünmüş gök boşluğuna çocukların...
Hafif bir tebessümle,’’bendemi çocuktum bir zamanlar’’ deyip kıvırdım dudaklarımı...
Turkuaz rengi düşlerimi gömüp,yıllanmış bahçeye kaçırdım nemli gözlerimi...
Sonbahara hazırlanıyordu ağaçlar...Bir Eylül daha geçecekti hatıralarla dolu bu bahçenin üzerinden... Açmayacaktı artık , sarı ,beyaz, mor benekli akşam sefası çiçekler...
Bu akşam gibi kokmayacaktı artık bu bahçe...
Olmayacakdı bir daha hiç o sonu gelmeyen doyumsuz muhabbetler... Tozlu raflardan asılacakdı yangın kokulu anılarım... Belirsiz bir yas vardı içimi ağlatan... Kıvrık kıvrık gönlümün yolları dikenlerle döşenmiş gibiydi, kıpırdadıkca kanayıp ,canımı yakan...
Acıydı hissiyatım...
Taş duvarları, kalın gövdeli meyve ağaçları ve derin bir uykuya dalmış olan gül ağaçları vardı...
Kim bilir ne tarifsiz bir acıyla kavruluyordu gövdeleri belkide?
Yanıyordu canları ayrılık acısıyla en derinden...
Şimdiden ilkbahar özlemi sarmıştı kurumaya yüz tutmuş gövdelerini... Konuşmak,dertleşmek, paylaşmak istedim ama ,anlayamadım işte hallerinden...
Hüzünle veda şarkısı besteleyip rüzgar,ılık bir veda eşliğinde savrulan dallardan öpüp, sarıya vurmuş yaprakları döküyordu tek tek...
Ardından yenilip ağlıyordu toprağa düşen her bir yaprak.
Anlatıyor sonbahar..!
Anlatıyor Eylül..!
Sonu gelmeyen ayrılıkları,hiç bitmeyen vedaları, ve tükenmez ağlayışları... Ne çok şey anlatıyordu sevene... Ne çok anlatıyordu anlayana...
Bir şeyler düğümlendi bir anda boğazıma o an... Ağlamak ,hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim birden... Ne çok zaman olmuştu sen gideli buralardan...Aylar geçti ayrılığın üzerinden ve sen hala yoksun...
Demlendikce demlendi hasretin hiç eksilmeden... Sessizce gidivermiştin bir akşam kızıllığında...
Küskünmüydün bilmemki?Yoksa kızgınmı ? Peki kızgınlığın sebebi neydi?
Bu bir cezamıydı bana? Suçlu benmiydim? Yapayalnız bırakıp bu şehirde beni gidivermiştin öylece... Oysa sen,benide kendinle götürmüştün haberli veya habersizce...
Yüreğimdesin dediğin günden beri sende nefes alıyordum ben zaten...Tıpkı seninde bende olduğun gibi... Bendeki seni hiç eksiltmedim hiç değiştirmedimki... Kalbin hala avuçlarımda ve sıcacık... Gömüp kalbini içime sardım sıkı sıkı kollarımı...
Titredim ve üşüdüm bir anda...Çok üşüdüm... Bu yalnızlığın ve hasretin soğuğuydu... Yakardı ikindi ayazı hep yakardı insanı...
’’Asr’a yemin olsunki hüsrandadır insan’’....
Hiç bir ayaz bu kadar yakmamıştı ruhumu... İçim titredi...Dizlerimin takatinin kesildiğini hissettim...
Usulca kapadım perdeyi...Gün akşama devretmişti..Bir gün daha atmak üzereydi ömür takvimimden hesapsız...
Akıp giden zaman benden her an bir şeyler alıp götürüyordu...
İyide sen neden hala bendesin?Neden bendeki senden hiç bir şey eksilmiyor.?Neden seni benden alıp götürmüyor.?
’’Bir gün daha’’ diyorum...’’Bir gün daha geçsin’’ ama nafile.
Yine sensiz yine hep aynı son...
Ağır adımlarla yöneldim ve oturdum masamın başına...
Baktım...Baktım... Yine baktım...Boşluğa fırlayan bir çığlık gibiydim sanki...
Titredi düşüncelerim...Tıpkı ateşe yenilme korkusu duyan bir mum gibi...Hasret yürüdü yeniden akşamın son vakti...
Süzülüp düştü bir damla yaş daha feri çalınmış gözlerimden...
Ağladım...Tıpkı çocuklar gibi ve art arda düşen her damla yaşta aradım olmayan seni...
Ama nafileydi...İflas etmişti varlığın çokdan...
Tamamlayamadığım yarım kalan şiirim, bitmeyen bir özlemdin sen çocukluk yanımdan bana kalan...
Yalnızlık ne kadar zordu...
Veremli bir şarkıydı sonu hiç gelmeyen...
Şimdi ,ıslıksız düşler sokağında yalın ayak mahşer korkusu gözlerimle koşan bir Leyla’yım ben tevbe dilenen...
Kaderin yolunu ,geleceğini bilmeden ,Asr’ın sahibine uzanıp sabır dileyen...
Sonra geçecek,elbet bitecek bu ayrılık deyip, titreyen parmaklarımla aldım kalemi ve yazdım tek cümle.
’’Duvarı nem yıkarmış ,insanı gam’’ diye...
Ve hiç eksilmeden son bir damla sen daha düştü güz mevsimine...
Aylardan ’’Eylül’’dü ve mevsim ’’Sonbahar’’...
Vakit akşam...İçimde bitmez bir hesaplaşma vardı tarifsiz bir öfkeyle karışık...O kadar çok çarpışan düşünce varki ruhumda kör bir sokakta koşup, durup durup aynı yerde dinlenen...
Anladımki;sonu yok bunun..Sonu yokdu...
İçmek için bardağa koyduğum çaydan aldım bir yudum...Buz gibi olmuşdu...
Asır’lık bir hasret demlendi dudaklarımda acıyla karışık...Yazmaya çalıştım yeniden ancak ......yazdım yine olmadı...
Belki başka bir vakit...
Şimdi ’’Huzura’’çıkmam gerekiyordu...Hem ayrılık yazılırmıydı ki..? Ben bende değilim zaten, ben sendeki beni arıyorum...
YORUMLAR
""""Tamamlayamadığım yarım kalan şiirim, bitmeyen bir özlemdin sen çocukluk yanımdan bana kalan...
Yalnızlık ne kadar zordu...
Veremli bir şarkıydı sonu hiç gelmeyen...
Şimdi ,ıslıksız düşler sokağında yalın ayak mahşer korkusu gözlerimle koşan bir Leyla’yım ben tevbe dilenen...
Kaderin yolunu ,geleceğini bilmeden ,Asr’ın sahibine uzanıp sabır dileyen..."""""""
Sizin de ruhunuz yorulmuş ben gibi besbelli.. Aramaktan mı, bulamamaktan mı, bulup kaybetmekten mi....... kaleminiz çağlasın her daim.. selam ve dua ile..
Derin bir ah çekişle kalktım oturduğum yerimden.
Bitkin bir bedenle yürüdüm ağır ağır...
Tıpkı bir savaş esirini andıran adımlarımla, nihayet ulaştım ışıktan kaçtığım cam kenarına. Dağınık muhayyilem ve fersiz imgelerimi toparlama telaşına düşüp dayayıp başımı baktım öylece... Sessiz ve gizlice....
...................................................
kutlarım efendim mükemmel bir eder yüreğinize sağlık
saygılar selamlar sizide sayfama bekliyorum