- 2008 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
U N U T M A K
Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam…
Galiba Melih Cevdet ANDAY’a katılmak zorundayım.
Yaşam, bana göre de bir misafirliğe gidişten ayrık değil. Tüketilen bir geçmişte, içinde bulunduğumuz ‘an’da ve ne kadar yaşayacağımızı bilmediğimiz o sonsuz uzamda sürekli o olacak…
Unutmak!
Siz de ANDAY’dan öykünerek derin uykulara dalmayı ve adınızı unutmayı ister misiniz?
Zor bir soru bu! Zor olduğu kadar da tehlikeli bir soru…
Adımızı unutur muyuz; bilmiyorum; ama zaman çok şeyleri unutturuyor bizlere.
Dünya ve Türk sanatında, edebiyatında adlarını unutamadığımız nice insanlar vardır. Onlar yaşama bizlerden daha ayrık bakarlar. Deneyimlerini, gözlemlerini, düşlerini, düşüncelerini, imgelerini bir başka yorumlarlar. Yazdıkları romanlarla, şiirlerle; heykelleriyle,resimleriyle, müzikleriyle sonsuzluğun ortasında dururlar. Bu insanların bize sundukları yapıtlar ne kadar muhteşemse yaşamdan kopuşları da o ölçüde garipliklerle doludur.
Adımızı unutabiliriz belki ama onları unutmak olası değildir.
Herakleitos’un ‘’Kendi kendisiyle savaşım halinde olan bir şeyin, örneğin içinde karşıt yöndeki hareketleri barındıran yayın ve lirin, nasıl bir uyum içinde olabileceğini anlamıyorlar. En güzel uyum, birbiriyle savaşım halinde olan şeylerden çıkar; her şey, karşıtlık sonucu ortaya çıkar.’’sözünü anımsıyorum.
Bu bilge kişinin sözlerinin bir bölümüne katılmadığımı belirtmeliyim.
Burada uzun uzadıya anlatmama gerek yok sanıyorum.
Yüzbaşı Drayfus, Almanya adına casusluk yaptığı için suçlanan Yahudi kökenli bir subaydı. Askeri mahkemede uzun yargılamalar sonucu 12 yıl cezaya çarptırılır. Emile ZOLA; Emek, Nana, Meyhane…gibi başyapıtları üreten yazar,’’SUÇLUYORUM’’ adlı yazısıyla Dreyfus’u tutacak ve Fransız mahkemelerince mahkûm edilecektir. Zola, İngiltere’ye kaçtıktan sonra, asıl suçlunun bir başka Fransız subayı olduğu anlaşılacaktır. Gariptir ki Zola Fransa’ya döndükten sonra,1902 sonbaharında evinde ölü bulunacaktır. Evinin bacası tıkandığı için uykusunda öldüğü söylenen yazarın bilinmeyen ellerce öldürüldüğü gerçeği tarihe kara bir leke olarak düşecektir.
Unutmak, demiştik ya?
Gerçekten de adlarımızı unutabiliriz. Fransızlar Dreyfus’ u unutabilirler ama ZOLA’yı unutmak olası mıdır?
Fransız vatandaşları kadar, tüm dünya vatandaşları da en çok onun kitaplarını okuyorlar… Zola unutulmuyor! Sözü
Fransa’dan açmışken Danton’u da unutmamalıyız, diye düşünüyorum.
1789 Büyük Devrimi’nin önde gelenlerinden biridir Danton.
Celladına: ‘’Biraz sonra bu evrenden sonsuzluğa yollanacağım. Sizden ricam şu olacak; başımı eline al ve Fransız halkına göster! Çünkü ben bunu hak ettim.’’ diyebilecektir.
Danton bugün yok aramızda. Ama adını unutabiliyor muyuz?
Pablo NERUDA’ yı, Nazım HİKMET’ i unutabilir misiniz?
Ahmet ALTAN, Kristal Denizaltı adlı denemeler kitabında: “Hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz. Bize zevk verenleri ya da zevk vaat edenleri unutmak, her unutuşta biraz daha eksilerek… En hatırlanacak olanları unutmak, derin sürgün yaraları açıyor içimizde ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek:
-“Nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken? ’’
Bu soruya verilecek yanıt, kişiden kişiye değişiyor olmalı…
Adımı unutmaya gidiyorum, diyenlerden misiniz?
“Ben seni unutmak için sevmedim” de diyebilirsiniz, elbette ama adını, yapıtlarını, yaşamını unutamadığımız o değin kimseler var ki! Zola gibi…
Hanry MİLLER’in karısını sattığını biliyor musunuz?
Mozart’ın, sarayın içinde kralına: ‘’Ben sıradan bir kişiyim; ama kaleme aldıklarım öyle değildirler! ’’ dediğini anımsıyor gibiyim.
UNUTMAK adlı şiirinin son dörtlüğünde Behçet NECATİGİL ‘’…Kopmuş bağlar/Sonunda öyle ki/Neyimizdi,kimdi/Kimsemiz olmayacak.’’ Diyor.
Sanıyorum ki unuttukça bir şeylerimizi yitiriyoruz.Belki de kimsesiz kalma korkusu benimkisi…
Ne dersiniz?
Necdet ARSLAN
13.10.2007
YORUMLAR
Değerli sayfanızda gezindim az önce…
Tyatral bir gösteri izlemiştim dün gece dünya ve ülke tarihinin acı, kanlı geçmişi üzerine…
Çoğu bildiğim, bazıları ise tanık olduğum gerçeklerdi.
Sabaha kadar uyumadım. Gözlerim tavana öylece kilitlenmişken, insanın insana yaptığı bu insanlık dışı kabustan kurtulmanın iki yolu vardı benim için. Ya ölmek ya UNUTMAK…
İkisini de yapamayacaktım…
İnsanlığımdan ölürcesine UTANDIM yalnızca…
Ömrünüze Bereket…
…“Ey unutuş! kapat artık pencereni,Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;Çıkmaz artık sular altından o dünya.Bir duman yükselir gibidir kederdenMacerası çoktan bitmiş o şeylerden.Amansız gecenle yayıl dört yanımaEy unutuş! kurtar bu gamlardan beni.” (Ahmet Muhip Dıranas- Olvido’dan)
Burada şair unutuşun kendisini gamlardan kurtarmasını istiyor...Bazen hepimizin istediği gibi..Büyük bir üzüntümüzü, hüzünlü halimizi unutmaya çalıştığımızda ise insanın en yakın kurtarıcısı olur unutmak. Aslında “unutmak” hiç değişmez, zaman değişir, insan da o değişmeyen kavramı kendince yorumlar. Çünkü her insan nihayetinde kendisine yaşar.
"Unuttum işte" diye söylenen o küçük kandırmacaya inanırız..Aslında unuttum demenin unutmamak olduğunu sonra anlarız..
Unutmak üzerine okuduğum harika bir yazıydı...Kimsesizlik korkusu daima yenilecektir en sevdiklerimizle....
Kalemin daim olsun sevgili şair...Yüreğin daima aydınlığın yolcusu olsun..
Yazınızda geçen o değerli yazarları.şairleri.filozofları..
sizin,benim yaşlarda ki insanlardan başka kimse hatırlamıyor,bilmiyor ki...unutsunlar.
...
Unutmamak için önce tanımak,bilmek ve hatırlamak gerekir.
Maalesef,zamane gençlik-eğer mesleği,işi gereği değilse-
yazın türü sanat dalından epey uzak..
...
Gazete..kitap okuma oranları ortada...
...
güzel bir konu işlemişsiniz.
...saygılar