- 422 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE-SURİYE DÜŞMANLIK ARA MAYIN!
Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlar…
Son günlerin en çok konuşulan meselesi.
Bu münasebetle Türkiye-Suriye ilişkilerinin tarihine bir göz atalım mı? Ama kaba hatlarıyla.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına sokulduğunda Suriye ve Lübnan, Şam vilayetine bağlı Osmanlı devletinin sadık tebalarının yaşadığı bir bölge idi. Arap nüfus ekseriyette olmak üzere…
İttihatçıların ileri gelenlerinden Cemal Paşa bu bölgeye fevkalade yetkilerle donatılmış ordu kumandanı olarak tayin edilmişti. Paşa kurduğu mahkemelerde çoğu suçlu olan birçok Arap ileri gelenini idam ettirmişti. Elbette haksız yere idam edilen ve çeşitli cezalar alan Araplar da vardı. Bu sebeple ilk hoşnutsuzluk emareleri burada kendini gösterdi.
1916 yılında Şerif Hüseyin’in Hicaz bölgesinde isyanı üzerine bu bölgede de karışıklıklar meydana geldi.
1916-1917 yıllarında Sina cephesini İngilizlere karşı savunan Osmanlı birlikleri, başlarda başarı göstermişse de, sonra mağlup olarak geri çekilmiş, Kudüs ve arkasından Suriye kaybedilmiştir. Bu mağlubiyette asi Şerif Hüseyin’in kuvvetleri de İngilizlerle birlik olup Osmanlıya karşı savaşmışlardır. Suriye halkının çoğunluğu ise Osmanlı’nın bölgeden gitmiş olmasını büyük bir üzüntüyle karşılamışlardır.
Osmanlı Devleti’nden bu şekilde koparılan Araplar, kendilerine vaad edilen bağımsız devlet yerine, aşağılanarak İngiliz Ve Fransız mandası altında yaşamaya mahkum edilmişlerdir.
Bu ezikliğin de etkisiyle Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi’ni yakından takip etmeye başlayan başta Suriyeli Araplar, yeniden Türkiye ile bütünleşme çareleri aramışlarsa da buna imkan bulunamamıştır.
Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi ile Suriye’deki o günkü Faysal Hükümeti arasında yakın ve dostane ilişkiler kurulmuştu. Şam doğumlu bir Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey’e Emir Faysal tarafından Suriye başkomutanlığının teklif edilmesi, bu dostluğun bir göstergesi sayılır. Mustafa Kemal, Suriye’nin bağımsızlığa kavuşması ve Türkiye ile sağlam bir dost ve müttefik olmasının alt yapısını hazırlamak üzere, Hayati Bey’in bu uğurda çaba göstermesinin uygun olacağını düşünmüş ve kendisini Suriye’ye başkomutan göndermiştir.
TBMM nin Ankara’da açılmasının hemen ertesinde Mustafa Kemal gizli celsede yaptığı konuşmada, Suriye ve Irak’ın öncelikle sömürgeci güçlere karşı bağımsızlıklarını kazanmalarını desteklediğimizi ve daha sonra bu iki ülkeyle federatif veya konfederatif bir bağlantı kurabileceğimizi söylemesi de, gelişen sıcak ilişkinin ve birleşme planlarının boyutlarını ortaya koymaktadır. Dikkat edilirse Mustafa Kemal’in o devirde Arapların hain olduğu, ilişki kurulamayacağı gibi günümüzde yapılan bir takım söylemleri benimsemek bir tarafa, yeniden bir çabayla bütünleşme çareleri aradığını görürüz.
Suriye’nin bağımsızlığını kazanması için Türkiye’nin yaptığı katkı küçümsenemez. Aynı şekilde Suriye de Türkiye’nin bağımsızlığını elinden geldiğince desteklemiş, kendi bağımsızlıkları için örnek hareket olarak benimsemiştir.
Türkiye’nin bağımsızlığı elde etmesinden sonra ise yönünü batıya dönmesinden, bir takım devrimlerin oturtulabilmesi için doğu ile ilişkilerin asgariye indirilmiş olmasından doğan bir psikoloji ile Araplardan uzak durulması gibi bir yanlışlık irtikap edilmiştir. Bu yanlışlığın devam etmesi, adeta Arap dünyasını düşman bir gurupmuş gibi halka lanse edilmesiyle değişik bir boyut kazanmıştır.
1936-1938 Hatay’ın bir halkoylaması ile anavatana bağlanması, yeni soğukluk dalgasının başlangıcı olmuştur.
Yine de dikkat edilirse Atatürk’ün Hatay politikasında Suriye yok sayılmamış, yumuşak atraksiyonlarla ve diplomatik usullerle ilişkilerin çok zarar görmemesi sağlanmıştır.
1936-1945 yılları arasında uzun bir geçişle Fransa’dan bağımsızlığını elde eden Suriye ile ilişkilerimiz hiç kopmamış, ama arzu edilen düzeyde de olmamıştır.
Akarsulardan faydalanma sorunu da iki ülke arasında halen üzerinde uzlaşılması gereken bir önemli problem olarak önümüzde durmaktadır.
1952-1954 yılları arasında Türkiye aldığı bir kararla sınıra 500 km den fazla uzunlukta bir mayın tarlası döşemiştir. Ayrıca dikenli tellerle de bu tarlalar güçlendirilmiştir. Görünüşte sınır kaçakçılığının önlenmesine yönelik olduğu düşünülen bu mayın hattı, dünyada o yıllarda zirveye çıkan ve blokları birbirinden ayıran demir perde uygulaması olarak da düşünülebilir. Mayınlara harcanan servetler, mayın tarlalarında hayatlarını kaybeden insanlar ve çalışma gücü kayıpları, sakatlıklar ve üzerinden geçen 60 yıla yakın zaman bu tarlaların ziraate kapatılması gibi maliyetleri hesaplarsak amaçlanan faydanın çok üzerinde bir zararın meydana geldiği açıktır.
Ayrıca şimdi yap-işlet metodu ile bölgenin mayından temizlenmesi karşılığı, üstelik bölgede gözü olduğu herkes tarafından bilinen İsrail’e, 44 yıllığına verilmeye çalışılması, 60 yılın üzerine 44 yıl daha koyularak 100 yıl bu tarlaların ziraatten alıkonması, zararın karesi kadar zarar olacağı aşikardır.
Böyle yanlış bir uygulama ile ayrıca, ısınmaya başlayan, ısıtılmaya mecbur bulunulan Türkiye-Suriye-Irak-İran-Ürdün ve diğer İslam ülkeleri ile olan ilişkilerin büsbütün bozulacağı da gün gibi ortadadır. Vehametlerin en büyüğü ise kendi etrafımızı, topraklarımızda gözü olan, bunu kutsal kitaplarına kadar yazan bir İsrail’i tüm güney sınırımız boyunca etrafımıza dolandırmamız, aklın, mantığın kabul edemeyeceği bir harekettir.
Bu hem Türkiye açısından, hem de tamir etmekte olduğumuz İslam ülkeleri ile iyi ilişki kurma sürecimiz açısından son derece zarara sebep olacak bir gelişmedir.
Ümit ve temenni edelim ki, iktidar yapmak istediği bu uygulamanın doğuracağı vahim sonuçları görür de, kendine çeki düzen verip, bu mayınları temizlemenin başka bir yolunu bulur.
Diyorum ki;
Düşmanlık, ara mayın! Düşmanlık aramayın! Dostluk arayın. Hem kendimiz için, hem komşularımız için!..
www.ekremsama.com