- 491 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
karalamalar(17)
Karalamalar(17)
Bugün güneş, sabahtan kızdırmaya başlamıştı .Havada tek bir bulut yok.Doğrusu güneşin yakı
cı sıcaklığı pek hayra alamet değildi.Sanki fırtına öncesi sessizliği andırıyordu.Tezgahı kurar-
ken eşimle konuşuyorduk:
“-Güneşin bu yüzünü hiç sevmiyorum hanım.Sanki yalan,sahtelik varmış gibi geliyor bana ...
Hani bir insan ilk zamanlar dost olarak yaklaşır,gerçek yüzünü saklar da sonra fırsatını yaka-
ladığı zaman ortaya çıkar ya ,onun gibi bir şey…”
“-Haklısın Ayhan.Ben de senin gibi düşünüyorum da yine de güneş,iyidir.Biz tedbirimizi ala-
lım da takdir Allah’a kalsın…”
Hanım,büyük ihtimalle akşama doğru doğabilecek hava sirkülasyonundan bahsediyordu.
Bugünkü Pazar yeri Batıkent’in Mesa pazarıydı.En zor geçen pazarlarımızdan biri.Otuz derecelik meyilli beton zemin üzerine çadırlarımızı kuruyoruz.Bu pazarda aniden beliren fırtına, bizleri perişan ediyor.Yerin meyilli olması,fırtınanın işini daha da kolaylaştırıyor.
Fırtına geldiği zaman çadırın karşılıklı orta demirlerini, hanımla birlikte yere yatırmamız gerekiyor ki çadır tezgahın üzerine yapışsın. Böylece acımasızca esen fırtına tezgahın üzerindeki tekstil emtialarını alıp götürmesin.Eğer geç kalırsan,fırtına gözünün yaşına bakmaz.Sonra eli kulağa atıp: “yandım anam “ türküsünü söylesen de fayda yok…
Tezgahı kurduktan sonra kendime ait reyona geçtim.Hanım da kendisine ait reyondaydı.O, çoğunlukla kadın iç çamaşırlarıyla ilgileniyordu.Onun kadın müşterilerle iletişimi daha kolaydı.Kadın müşteriler,beni gördüklerinde biraz tedirgin şekilde hanımın yanına yaklaşıp,şu ölçülerde sutyen var mı diye soruyorlardı.Regüle emtia sattığımız için belirli,saygın,elit bir müşteri potansiyelimiz vardı.Bunun için müşterilerimize karşı her zaman saygılı olmak zorundaydık.Onlar,bizim velinimetimizdi.
Tezgahlarında” dökme mal” satan bazı pazarcılar rahattı .Benim tedirgin ruh halim ,onlarda yoktu.Tezgahın üzerine sermiş oldukları defolu kilod ve sutyenleri : “-ikizlere takke,ikizlere takke” diye bağırarak satıyorlardı.Daha da ileri giderek ,sutyenleri göğüslerine takıp şov da yapmaktan çekinmiyorlardı.Önemli olan satış yapabilmek.
Tezgahımın üzerindeki şapkalara biraz rütuş yapacaktım.Sade olan şapkaların önüne marka iğnelerinden iliştirecektim.Bizim vatandaş ta yabancı marka hastalığı var ya.İllaki nike,adidas,puma v.b. olacak.Başkası kurtarmıyor.Hele de yerli malı hiç işlerine gelmiyor.Aksi takdirde fiyaka ayaklar altına alınıyor,racona ters düşüyordu…Ben de ne yapayım. “vatandaşın bu zaaflığından yararlanmayı” düşündüm doğrusu.Toptancılardan şapkaları,markasız sade olarak alıyorum.Bu şekilde ucuz alıyorsun.Sonradan marka iğnelerini şapkaların önüne iliştirmek bana düşüyordu.Oldukça kolaydı.Nike markalı şapkalardan bir tane de başıma taktığımda iş tamamdı.Tezgaha gelen müşteriler sazan gibi atlıyorlardı:
“-Başındaki şapkadan alabilir miyim?”
Aynı kalitedeki yan yana duran iki şapkadan hangisi markalıysa kesinlikle o satılırdı.Diğeri tezgahta beklesin dursun.Para kazanmanın da kendine göre incelikleri olduğunu,püf noktaları bulunduğunu artık öğrendiğimizden ona göre hareket ediyorduk.Bir buçuğa toptancıdan aldığım şapkayı ,markasından dolayı rahatlıkla beş liraya satıyordum.
Vatandaşın yabancı malı hastalığını ve yerli malı düşmanlığını irdelemek bana düşmez diye düşünmeye başlamıştım.Zaten kapitalizme yenildiğimi şimdiden kabullenmek zorunda kaldım.Kendisinden ne kadar nefret etsem,ne kadar: “kahrolsun kapitalizm” desem de taşlar yerinden bir türlü oynamıyordu.Sistem,öyle kemikleşmişti ki ne yapsan nafile…Onu yok edemeyeceğimi anlayınca onunla entegre olmayı yeğledim.Kavgalı olmaktansa barışık olmak mı daha iyiydi acaba?..
Bugün günlerden cumartesi olduğu için müşteriler, genelde öğleden sonra gelmeyi yeğliyorlardı.Herkes, benim gibi aç gözlü mü,sabahın köründe evlerinden ayrılsınlar…
Tezgahta esnemeye başladım. Geceleri uykum gittikçe azalıyordu.Yazıp,çiziyor.okuduklarımın özetini çıkarıyordum.Bu, benim değişmeyen huyumdu.Tezgahın altına boşta kalan tahtayı uzattım.Eşime: “-Hanım,iki saat kestirsem nasıl olur?”Gülümseyerek onayladı.Bu zamana dek hiç karşı gelmedi ki.Her zaman pozitif oldu.Sadece beğenmediği davranışlarım olduğu zaman tatlı bir şekilde uyarırdı.
Elimdeki romanı başımın altına yastık olarak kullandım.Uyanınca biraz da romandan okuyacaktım güya.İlham gelirse geldiği anı kaçırmadan şiir de yazabilirdim.Okumak ve yazmak,vaz geçemediğim iki kelimeydi.Tabi ki onlardan önce hanım geliyordu.Okumak ve yazmak için hiçbir zaman dingin bir ortama kavuşamadım.Hep koşuşturmacaların içinde bir şeyler yapmaya çalıştım.
Başımın altındaki roman ,bana güven veriyordu.Romanın çekiciliği alıp götürmüştü beni engin denizlerin dingin ortamına doğru…
Kitap ;sirkteki hayvanların eğitilmesi adına ,nasıl insanlık dışı şiddete maruz kalındığını anlatıyordu.Ne büyük bir yazar…
Aradan belirli bir zaman geçtikten sonra eşimin:”-Koğuş kalk…koğuş kalk..” sesiyle irkildim ve uyandım.Demek ki iki saat uyumuştum…
Ayhansarıkaya
(23.05.2009 tarihli günlüğümdür.)
YORUMLAR
açık sözlülüğünüz de güldürdü doğrusu.bu günlükler çocuklarınıza bırakabileceğiniz en güzel miras bence.
benim babamın otuz yıl evvel, inşaatta çalışırken yazdığı günlüğü altın gibi saklarım.çok kıymetlidir benim için.
sizinkiler de öyle sevinecekler eminim...bence mevsimlik kölelere aralıksız devam edip tamamlayın.sonra sonuncuyu okumadan önce bir öncekiye göz atmamız gerekiyor.
tebrik ediyorum.selamlar, saygılar çalışkan yüreğe...
Benzer işleri yapmışık Ayhan Bey ..Fakat çok önemli farklarımız var. Bunlardan ilki ; benim eşim -komunist olmamdan korktuğu için olacak - okumamı pek desteklemedi. Haklıydı, çünkü çok göz altılar yaşadım..
İkincisi ; asla sizin yaptığınız çakma marka olayını yapmadık. İnadına, ucuzcu ve veresiyeci olduk...
Bir de bizim yanımızda sergi açan bir arkadaş vardı. Aynı çuvaldaki pirinçleri iki ayrı bölmeye koyup, ayrı fiatlar koyardı ve yüksek fiat koyduğunun daha kolay satıldığını her zaman bize anlatırdı...Demek ki bilinçli bir toplum değiliz.
Fikret TEZAL tarafından 5/25/2009 9:32:30 AM zamanında düzenlenmiştir.
Elimdeki romanı başımın altına yastık olarak kullandım.Uyanınca biraz da romandan okuyacaktım güya.İlham gelirse geldiği anı kaçırmadan şiir de yazabilirdim.Okumak ve yazmak,vaz geçemediğim iki kelimeydi.Tabi ki onlardan önce hanım geliyordu.Okumak ve yazmak için hiçbir zaman dingin bir ortama kavuşamadım.Hep koşuşturmacaların içinde bir şeyler yapmaya çalıştım.
Buradan sona kadar harikaydı! Gülümseyerek okudum.
Kutluyorum.