- 39341 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Leylâ vü Mecnûn ve Bâbil’de Ölüm İstanbul’da Aşk Romanlarının Mukâyesesi
MESNEVİ
Her beyiti kendi arasında kafiyeli olan nazım şeklidir. Bu nedenle aruzun kısa kalıplarıyla yazılır. Bu günkü manada roman türüne benzer manzum anlatılmış iki beyitten yirmi bin beyite kadar gidebilir. Kâfiye şekli aa, bb, cc… dir. “Mesnevi” Arapça bir kelimedir. Bu tür ilk olarak İranlılar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Mesnevi nazım şekli özellikleri itibariyle incelendiğinde karşımıza şu bölümler çıkar. Her mesneviye Besmele ile başlanır. Daha sonra Dibace Önsöz bölümü vardır. Tevhid, Münacat, Naat, Mi’racciye Hz. Peygamber’in Mirac’a çıkışı, Mehdiye, Sebeb-i Telif Hikâyeyi niçin yazdığına dair bölümleri vardır.
Aynı şairin ya da yazarın aynı anda kaleme aldığı beş mesneviden oluşan külliyata “hamse” denir. Edebiyatımızda ilk hamse Ali Şir Nevaî’ye aittir.Hatta o altı mesnevi yazmıştır.Buna da “sitte” denir. Molla Dbdurrahman Camî ise yedi mesnevi yazmıştır. Buna da; “heft-evreng denir. Edebiyatımızda ilk hamseyi “Nizamî” yazmıştır.
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, Haz. Hüseyin Ayan, Dergâh Yayınları, 3. Baskı, Şubat 2005, İstanbul
ÖZET
Vaktiyle, Arap kabilelerinden birinin başına bir Bey geçer. Bu Bey’in uzun yıllar çocuğu olmaz. Allah’a yakarışlar neticesinde bir oğlan çocuğu olur ve adını “Kays” koyar. Artık tek umutları ve ileride kabilenin başına geçecek tek kişi bu çocuktur.
Daha doğar doğmaz ağlamaya başlayan, feryat eden Kays; olağan dışı bir çocuktur. Çok küçük olmasına rağmen ancak Leylâ’yı görünce susmaktadır. Bir zaman sonra Kays ile Leylâ aynı mektepte okumaya başlarlar. İkisi de birbirlerine ölesiye âşık olurlar. Bir zaman sonra bu aşk Leylâ’nın anasının kulağına gider ve anası bu aşkı tasvip etmediğinden kızını okuldan alır. Leylâ’dan ayrı düşen Kays kendisini çöllere vurur ve artık evine gitmez olur. Artık Kays çevresinde delirmiş, cinlenmiş anlamına gelen “Mecnûn” adıyla anılmaya başlanır.
Mecnûn’un bu halini gören babası oğlunu eve gelmeye ikna eder ve Leylâ’yı Mecnûn’a istemeye karar verir. Fakat Leylâ’nın babası Mecnûn’un akıllanması şartıyla kızını vereceğini söyler. Mecnûn’un babası çaresiz onun akıllanması için her çareye başvurur. En sonunda Mecnûn’u Kâbe’ye götürür. Fakat Mecnûn Kâbe’de Allah’tan aşk belası ister ve de kabul olduğundan Leylâ’ya olan aşkı daha da çoğalır.
Mecnûn’un babası çaresiz bir şekilde eve döner. Mecnûn da çöllere düşerek vahşi hayvanlarla dost olup hayatını buralarda devam ettirir. Leylâ, Mecnûn’un aşkından kırda, bayırda gezerken İbn-i Selâm’a rast gelir ve İbn-i Selâm ilk görüşte Leylâ’ya âşık olur ve de evlenirler. Leylâ’nın evlendiğini duyan Mecnûn daha da kendinden geçer ve kendini yerden yere vurur.
Mecnûn’un bu halini gören Nevfel adında bir yiğit onun bu haline acır ve Leylâ’nın babasıyla Mecnûn için savaşır. Fakat Nevfel’in çabası da sonuç vermez. Mecnûn, Leylâ’ya bir türlü kavuşamaz. Bu sefer Zeyd adında bir yiğit Mecnûn’a yardım eder ve Mecnûn’un Leylâ ile haberleşmesini sağlar.
İbn-i Selâm’ın ölmesinden sonra bir gün Leylâ kervan ile yolculuk yaparken kervandan ayrılır ve Mecnûn’u aramaya çıkar. Mecnûn’u bulduğunda - Mecnûn, artık beşerî aşktan sıyrılmış İlahî aşka bürünmüştür. – kendisin o kadar tanıtmasına rağmen Mecnûn onu tanımaz. Oradan ayrılan Leylâ ölür ve bir müddet sonra Leylâ’nın ölüm haberini alan Mecnûn; Leylâ’nın mezarına kapanarak çilesini tamamlar ve ebedi hayatında Leylâ’sına kavuşur.
VAKÂ
Leylâ vü Mecnûn mesnevisini Dursun Ali Tökel’in makalesinde de dediği gibi üç kesitte inceleyebiliriz.
1. kesit
Kays, Daha sonra çektiği ıstıraplardan ve çilelerden dolayı “Mecnûn” adı ile anılacaktır. yıllarca çocuk özlemi ile yanıp tuştan varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Olağan üstü özelliklere sahip olan Kays, daha doğar doğmaz feryat eder, gözyaşı döker. Dursun Ali Tökel bunun; “Kahramanın ileriki hayatına yönelik bazı işaretleri ihsas için seçilmiş olduğunu.” var saymaktadır.
Mektep yıllarına kadar Kays, Leylâ ile çok mutlu bir aşk yaşamaktadır. Leylâ ile Mecnûn’un aşklarının ilk temelleri okul yıllarında atılır.
Mecnûn’un doğuşunu, dünyaya adımını atışını, tıpkı Hz. Âdem’in cennetten atılması olarak değerlendirebiliriz. Çünkü dünya bela evidir ve dünyaya çile çekmek için gelinir. Kays da doğar doğmaz bu halde değil miydi zaten? Aynı zamanda Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin ilk kesitinde Mecnûn durumunu bir müridin tarikata girmeden önceki hali olarak da değerlendirebiliriz.
2. kesit
Mesnevinin ikinci kesiti, mektep yıllarında Mecnûn’un Leylâ’dan ayrı kalmasıyla başlar ve çile yıllarıyla devam eder…
Bu kısımda Mecnûn, Leylâ’dan ayrı düşer ve kendisini çöllere vurup sürekli çile ıstırap çeker. Kimi zaman babasıyla gittiği Kâbe’de Allah’a “aşk belası” ver diye yalvarır, kimi zaman çöllerde vahşi hayvanlarla dostluk kurarak hayatını sürdürür. Nevfel ve Zeyd’in Leylâ’ya kavuşması için Mecnûn’a yardımlarına karşın, Leylâ’nın İbn-i Selâm ile evlenmesi vs...
Aslında bu bölüm nbir müridin tarikata ilk girişi ve bu yolda artık çile çekip olgunlaşma devridir. Mürid, bu bölümde çi,le ve ıstırap çekerek, dünya nimetlerinden elini ayağını çekerek yavaş yavaş Salih kul olma yolunda olgunlaşır. Mecnûn da tıpkı böyle olmamış mıdır zaten?
3. kesit
Bu kısım; Leylâ’nın, Mecnûn’un yanına gelmesi, Mecnûn’un onu tanımaması, Ger ben ben isem nesin sen ey yâr, Ver sen sen isen neyim men-i zâr/2652. beyit Leylâ’nın Mecnûn’dan ayrılarak ölmesi ve Mecnûn’un, Leylâ’nın mezarına kapanarak Hakk’a kavuşması, sonuç olarak da Zeyd’in iki sevgiliyi cennette yan yana görmesi ile son bulmaktadır.
Yine burada gördüğümüz; müridin artık görevini tamamlayıp belirli bir olgunluğa erişmesi ve fenâfillah-bekâbillah dercesine ulaşmasından başka bir şey değildir.
BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI
Hikâye 3. tekil şahıs O tarafından anlatılmıştır. Necmettin Turinay’a göre ise asıl anlatıcı; “Sâkiye taşıdığı iç ıstıraplarını açan, hikayeyi oluşturma safhasındaki karşılaştığı sıkıntıları onunla paylaşmak isteyen, eser boyunca Leylâ ile Mecnûn’un takrîr, bünyâd ve ya inşâd ettiği gazellerin akabinde mülhamalar geliştiren hikayenin temânî-i sühan bölümlerinde bazen genel özetlemeler ve değerlendirmeler yapan ve en önemlisi hikayeye mesafe aldıran…” kişiden başkası değildir.
Hikâyede hâkim bir bakış açısı mevcuttur. Anlatıcı hikâyeye o kadar hâkimdir ki; daha ilk başlardan itibaren hikâyenin nasıl bir seyir izleyeceğini okuyucuya sezdirmektedir. Kays’ın çocukluk yıllarında olağanüstü özelliklere sahip olması hikâyenin bu ölçüde devam edeceğinin bir göstergesidir aslında…
ZAMAN
Hikâyede kesin bir zaman dilimi belirtilmemiştir. Yalnız, anlatıcı hikâyede geçen olayları üç kısımda Kays’ın doğumu ve çocukluk yılları, Leylâ’dan ayrılarak ona kavuşana kadar olan kısım ve İkisinin de ölümü. incelemiştir. Biz de aynı şekilde üç ayrı zaman dilimi olarak ele alabiliriz.
MEKAN VE ŞAHIS KADROSU
Hikayede mekan olarak belirgin bir şekilde Necf Çölü ve Arabistan toprakları geçmektedir.
Leylâ ve Mecnûn; Hikayenin asıl kahramanlarıdır ve hikaye bu iki kişi çevresinde hüküm sürmektedir.
Nevfel ve Zeyd; Mecnûn’u Leylâ’ya kavuşturmak için ellerinden gelen yardımı esirgemeyen yiğitler.
İbn-i Selâm; Leylâ ile evlenip, Leylâ’yı Mecnûn’dan ayıran kişi.
Leylâ ve Mecnûn’un Aileleri; Tam olarak isim isim belirtilmemiş olmakla birlikte hikayede etkin rol oynayan kişilerdir.
PALA, İskender, Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, Kapı Yayınları, İ.P.B.E. 11, !3. Basım, Haziran 2005
ÖZET
Eser Bağdat’ın Kanunî Sultan Süleyman tarafından fethedildiği günlerde, Fuzûlî’nin İlimler Akademisi Kütüphanesi’nde, yazacağı yeni kitap için araştırmalar yaparken kütüphanenin âmâ görevlisi tarafından kendisine bir murassa hançer ve Babil Cemiyeti’ne ait bir takım şifreler verilmesiyle başlar. Kütüphaneci Fuzûlî’den verdiği bu sırrı hayatı pahasına muhafaza etmesini ister.
Fuzûlî kütüphaneciden öğrendiği bu şifreleri o zamanlarda yazmaya başladığı “Leylâ vü Mecnûn” adlı eserinin içerisine sistemli bir şekilde yerleştirir. Ne olduysa bundan sonra olur. Eser artık BC’nin ve hazine avcılarının hedefi durumundadır.
Osmanlı coğrafyası merkez olmak üzere eser üç buçuk asır boyunca Roma’da, Londra’da, Fransa’da, Bosna Hersek’te, Moldivya’da, Eflak-Bodan’da, Halep’te, Şam’da ve denizlerde; kimi zaman devrin hükümdarlarının ellerinde, kimi zaman saray cariyelerinin ellerinde, kimi zaman Devrin büyük şairlerinin ellerinde, kimi zaman ise BC üyeleri ve hazine avcılarının ellerinde oradan oraya sürekli dolaşır.
En son olarak “Koldewey” adlı bir arkeolog tarafından alınan ve de bütün şifreleri çözülen eser, böylece yolculuğunu tamamlayıp kütüphanelerin tozlu sayfaları arasında yerini alır…
VAKÂ
Eser, yazarı tarafından “İlk Aşkım İlk Acım Adı Leylâ, Aşk Derdime ilâcım Adı Leylâ”, “Bu, Galata Dervişlerinin Gecesi ve Aşkın Bilinmez Bilmecesidir” gibi otuz ayrı kısımda ele alınmıştır. Yazarın bu davranışı büyük ihtimalle akıcılığı sağlamak ve anlaşılırlığı kuvvetlendirmek için olsa gerek.
Aslında eserin üç kısımda incelesek çok daha güzel olacak;
1. kesit
Bu kısmı, âmâ kütüphaneci tarafından Fuzûlî’ye bir takım şifrelerin verilmesi, Fuzuli’nin şifreleri yazdığı “Leylâ vü Mecnûn” kitabının içerisine sistemli olarak yerleştirmesi ve hareketli bir yolculuğun başlaması olarak ele alabiliriz.
Aslında yazarın amacı bize, ilk bölümünde de belirttiği gibi “Divan Edebiyatı”nı sevdirmek ve de güzel bir şekilde öğretmek içindir. Bu yüzden, esrin daha ilgi çekici hale gelmesi için BUAM ve BC ile alakalandırmıştır. Yalnız bu alakalandırmayı Ahmet Turan Alkan çok gereksiz bulmuştur. Bu ilişkilendirmenin esere renk kattığı şüphesiz fakat Ahmet Turan Alkan’a da hak vermemek elde değil doğrusu…
2. kesit
Eserin bu kısmını, elden ele dolaşarak Sultan’ın sarayına kadar gitmesi, BC üyeleri ve hazine avcılarının ellerinde dolaşması, devrin büyük edebiyatçılarının himayesi altında kalması, değişik coğrafyalarda gezindikten sonra arkeolog Koldewey’in eline geçmesine kadar olan kısım olarak değerlendirebiliriz.
Yine bu kısımda karşımıza sık sık çıkan ve İskender Pala’nın eserin başında da ifade ettiği gibi; eserin, dönemin büyük şairlerinin elinde dolaşması aslında hem o şairleri tanıtmak hem de Fuzûlî ve birbirleri arasında kıyaslamalar yapmak içindir. Bu da okuyucu açısından çok güzel olmuştur. Okuyucu eseri okurken hem eğlenmiş hem de o devrin edebiyatı ve edebiyatçıları hakkında bilgiler edinmiştir.
3. kısım
Bu kısım ise; eserin arkeolog “Koldewey” tarafından şifrelerinin çözülmesi ve de bütün sırların açığa çıkmasıyla birlikte sona ermesidir.
BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI
İskender Pala, eserinde birinci ve üçüncü tekil şahıs anlatıcıları kullanmış olup, anlatıcılar fasıllarla parçalanmış bir şekilde yer değiştirmektedir. Eser, üçüncü tekil şahıs anlatıcının ağzından anlatılmaya başlanır. Eserin üçüncü bölümünde birinci tekil şahıs anlatıcı ilk defa kendini gösterir. “Yazar, bu değişikliği konunun aktarılışına ve olayın akışına paralel yapar.” Düşüncesi de vardır.
Yine; “Eserde kahramanların konuşturulmasından çok geçen olayın ya anlatıcı tarafından ya da sahnede bulunan bir kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere anlatıldığı belirtilmiş, böylece konunun daha hızlı ve rahat ilerlemesi sağlanmıştır.” Başka bir görüştür.
Eserin genelinde hâkim bakış açısı mevcuttur. Anlatıcı olaylara o kadar adapte olmuştur ki, kimin ne yapacağını güzel bir şekilde tespit edip, olayların nasıl ilerleyeceğini okuyucuya sezdirmiştir.
ZAMAN
Eser, Kanunî Sultan Süleyman devrinde 16. yy başlayıp 19. yy’lın sonlarına kadar devam etmiştir. Kimi zaman geriye dönüşlerin de olduğu eserde zaman, bir makalede şu şekilde ele alınmıştır;
“Eserde olay zamanı yaklaşık üç yüz elli yıllık bir süredir. Anlatılan zaman ise çok daha eskilere dayanır. Eserde olay zamanı eLeM kitabının yazılışından başlayıp “Tanzimat Fermanı” nın ilan edildiği yıllara dek sürer. Fakat anlatılan zamanın başlangıcı Fuzûlî’nin BC hakkında yaptığı araştırmalarının sonuçlarını içeren bölümden s, 27-32 de anlaşılabileceği üzere İlk Çağ’a kadar uzanır. Anlatılan süre yer yer geri dönüşlere ve ya atlamalara maruz kalsa da kronolojik takvimini sürdürür.”
MEKÂN VE ŞAHIS KADROSU
Eser mekan Osmanlı Coğrafyası merkez olmak üzere; Roma, Londra, Fransa, Bosna Hersek, Moldovya, Eflak-Boğdan, Halep, Şam, İstanbul Özellikle şairlerin evleri ve saray olarak geçmektedir.
Şahıs kadosu; başta “Leylâ vü Mecnûn” kitabı olmak üzere, Hileli Mehmet Efendi Fuzûlî, Âmâ Kütüphaneci, Haylî Bey, Koca Nişancı, Ayas Mehmet Paşa Bağdat Valisi, Yusavul Ağa, Alacaatlı Mustafa, Gökçe Ali, Kara Pirî kitabı İstanbul’da teslim eden, Nasuh Usta, Nakkaş Haydar Ağa Nasuh Usta’nın kalfası, Kalfa Osman, Abdal Musa Derviş; Şah İsmail’in casusu, Rukâl saray cariyesi, Sudanlı Abdüsselam Ağa BC üyesi, Roksan, Hürrem Sultan, Mehmet Abdulbakî Efendi Bakî, Tûtî Bâkî’nin eşi, Patlak Memi ve Alapaça Temür, Elsheimer BC üyesi – Alman Ressam, Antonio Osmanlı’ya esir düşen ve daha sonra tekrar Roma’ya dönen, Papa’ya kitabın çevirisini yapan ve kitabı Papa’nın hediyesi olarak Osmanlı’ya götüren kişi…, Hakanî Mehmet Bey, Nev’î, Ataî, Günter Kâfir BC üyesi, Ömer Nef’î Efendi, Zıloğlu Evliya Çelebi, Fraberger BC üyesi, Gustof, Molla Mehmet, Urfalı Yusuf Nâbî Nâbî, Baltacı Mehmet Paşa, Nedim, Üvendire Veys ve Şeyh Gâlip, Halet Efendi, Kontes Lavrent, Nâmık Kemal ve en son olarak Marduk Koldewey arkeolog.
Ayrıca Osmanlı sultanları ve sadrazamlarını, BC üyelerinin geriye kalan hepsini de şahıs kadrosu içine alabiliriz.
ROMANLARIN MUKÂYESESİ
• İskender Pala ile Fuzûlî arasında bir usta-çırak ilişkisi mevcuttur. Bu usta-çırak ilişkisi eserlerinde de çok belirgin bir şekilde görülmektedir.
• Fuzûlî; “Leylâ vü Mecnûn” da halkın malı hâline gelmiş bir hikayeyi anlatırken, İskender Pala; “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” da kendi kurguladığı büyük ihtimalle bir olayı ele almıştır. Aslında ikisinin de işi çok zor. Birisi yazılmış bir eseri daha farklı ve daha güzel anlatmak zorunda, diğeri ise yeniden bir kurgu oluşturmak zorunda…
• “Leylâ vü Mecnûn” mesnevisinde zaman tam olarak belirtilmediği halde, “Babil’de Ölüm istanbul’da Aşk” romanın da ise zaman belirgin bir şekilde ifade edilmiştir.
• Olayların bölümlere ayrılması iki eserde de benzerlik göstermektedir.
• Fuzûlî’nin eserinde şahıs kadrosu kısıtlı iken aslında kısıtlı olmaktan ziyade az olması İskender Pala’nın eserinde şahıs kadrosu oldukça geniştir.
• Mesnevinin genelinde mekan dar kapsamlı olmasına rağmen romanın genelinde mekan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
• İki eserde de hâkim bakış açısı mevcuttur.
• “Leylâ vü Mecnûn” eserinde anlatıcı üçüncü tekil şahıs iken; “Babil’de ölüm İstanbul’da Aşk” eserinde ise hem üçüncü hem de birinci tekil şahıs anlatıcı mevcuttur.
• “Leylâ vü Mecnûn” okuyucuya aşkı yaşatırken, “Babil’de ölüm İstanbul’da Aşk” bu aşkın önemini öğretmiştir.
• İskender Pala yazdığı eserde “Divan Edebiyatı” nı genel hatlarıyla çok güzel anlatmıştır. Bu esnada şairleri her yönüyle bize tek tek tanıtmakla kalmayıp aynı zamanda tek tek “Fuzûlî” ile kıyaslamalar yapmıştır. Bunu yaparken de yine Leylâ vü Mecnûn” dan yararlanmıştır. Zaten eserin başkahramanı da bu eser değil midir ki?
Hazırlayan: Mustafa BİLGİÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.