DALLAR KIRILIYORDU ARDIMDAN
Bir düğün telaşı ve bir sürü de gereksiz gerginlikler.Neyse ki,bütün bunları gölgede bırakacak bir heyecanım var.Dalda sekiz yıl meyveye dönmesini beklediğim bir çiçekti bu heyecanım .Artık meyve olgunlaşmıştı.Artık öğretmen olmuş,tayinim bile çıkmıştı.
Yıl 1978 Kasımının ikisiydi.O gün yola çıkacaktık.Çok uzun bir yol vardı önümüzde ve biz bu yola eşimin dayısının jipiyle katlanacaktık.Birkaç parça en gereklilerinden eşyamızı paketleyip arabaya yerleştirdik.Geride bırakacaklarımızla ısmarlaşıp arabaya atladık. Marşa bastı dayım.Ağır ağır el sallayarak ilerliyoruz artık.Geride kalan sadece annemiz ,babamız bütün ailemiz değildi elbette.Köyümün düzü,bayırı ,yerlere serilen sarı-kızıl yaprakları...Hepsi, herşey geride kalıyor bir bir.
Yüreğimin bir yüzünde bu sonbahar tablosuna tıpatıp uyan bir hüzün,öbür yarısında
ise ilkbaharın coşkulu cemreleri şölenler kuruyordu dizi dizi.Yol ilerledikçe hüzün dilimi küçülüyor ,yerine sevinç ve heyecanlarımın payı büyüyordu giderek.Dehlizleri yırtan o huzmeler kulaklarıma adeta minicik ellerin alkışlarını getiriyordu. Çocuk sesli korolar yükseliyordu göklere yol kenarındaki ağaçlardan,dallardan çiçeklerden...Ara sıra hayallerimden kopuyor ne derin ormanlardan ya da ne sessiz vadilerden geçtiğimizi fark ediyor ürperiyor olsam da bu fazla uzun sürmüyor,ben yine o heyecan dolu hayallerime kaldığım yerden dalıyordum.
Engin kayalıkların en yücesinde bayrağım dalgalanıyor.Tüten her baca Türk Milleti’nin sabrı ve gücüne mühür basıyor.Her gelincikte atalarımızın kanı,her selvide mehmetiğimizin endamı var.Anadolu’m var her çakıl taşında.Örfümüz var adetlerimiz var su dolduran gelinimizin oyasında başında...Yardımlaşmayı,hoşgörüyü resmediyor gözlerim tarlaların kenarından geçip hızla akıp giderken...
Yaklaşık sekiz saattir yoldayız.Düz bir ovaya doğru ilerliyoruz.Birkaç ev görünüyor uzakta .Dayım işte orası olmalı diyor. Evet bir levha. Geldik. Köyüme geldik.Yüreğim yerinden fırlayacak gibi .Arabadan indik .Daire şekilli birşeyleri istifleyen kadınlar gördü bize,yaklaştılar.Kendimizi tanıttık ve tabii ne aradığımızı da. Kadınların yüzünde birden bire sevinç hareleri belirdi.Birbirlerine gülümseyerek hemen işlerini bıraktılar.Tabii ki önce muhtar beyle görüşmek istediğimizi söyledik.İçlerinden en genç olanı evin avlusunda elma ağacına çıkmaya çalışan beş-altı yaşlarındaki oğlana seslendi:
-ley Talip ! Koş dayına söyle ! Öğretmengil geldi seni çığırıyorlar de!
Çocuk bir ceylan atikliğinde koşarken adeta uçuyordu.Beş on dakika geçmemişti ki hem muhtar hem de bütün köy başta çocuklar olmak üzere çevremizde toplandılar.Herkes sevinçli.Doğrusu binlerce hayal kurmuştum ama böyle muhteşem bir tabloyu düşlediğimi hatırlamıyorum. Çocuklar ...Çocuklar ateş böcekleri misali benim heyecanlı ve sevinç dolu
bakışlarımın etrafında dolanıyorlar hare hare beni ışık sayarak.Sarışını ,esmeri,kumralı
boy boy çocuklar. Sokuluyorlar etrafıma .Saçlarını okşuyor,yanaklarına dokunuyorum. İsimlerini,okula gidip gitmediklerini de sorarak sohbet havasında kaynaşıyoruz.Onlar da pek belli etmeden usulca saçlarımda minik ellerini dolaştırıyor,kendi aralarında fısıltılarla :
“ Ne güzel saçları var değil mi,altın gibi sarı” diyorlar.
Bir şeyleri çok özlemişler,çok beklemişler sonunda kavuşmanın mutluluğunu bölüşüyorlar,bölüştükçe de çoğalıyor sığdıramıyorlardı yüreklerine.
Utangaç ,boynunu bükmüş birisi. Pembe, tombul yanaklarıyla ,ağlayacakmış gibi
titreyen dudaklarının arasından belli belirsiz bir sesle:
- “Senin de annen öldü mü?” sorusunu duyduğumda bütün vücudum kas katı kesildi adeta. Bütün cümleler, kelimeler dudaklarıma çakılıverdi. İçimde kıyametler koptu.
Ellerimi O’na doğru uzattım. Kollarının altından bir kelebeğin kanadına incitmeden dokunma hassasiyetimi takınarak tuttum kadırdım ve kucağıma aldım. İki damla yaşının ıslattığı yanaklarını öptüm.Başını göğsüme bastırıp ben de ağlamamak için başka başka yerlere kaçamak bakışlar fırlatarak konuyu değiştirmeye çalışıyordum .
Suna dört –beş yaşlarında annesini bir kardeş sevincini tadamadan bu uğurda kaybetmiş, babası pek vakit kaybetmeden (! )ona cici bir anne getirmişti güya. Ama O’nun deyimiyle “hiç de cici değil”di bu anne.Hem de hiç anne gibi kokmuyordu. Geceleri de çok üşüyordu üstelik yatağında.Kimse üstünü örtmeye de gelmiyordu.
Bu küçük kız beni birdenbire olgunlaştırdı.Aradan sanki yıllar geçmiş kadar hemde.Bizi bir asrın içinden “selamu aleyküm hoş geldiniz”sesleri çekti, aldı kısmen de olsa.Muhtar gelmişti.Biz de hoş bulduk diyor uzattığı elini sıkıyorduk.Bir müddet sohbetten sonra akşamın son ışıkları köyü terkederken muhtar da bizi evine davet ediyor:
-” Çocuklar öğretmeniniz çok uzak yerlerden gelmiş,yorulmuş .Ona müsaade edin dinlensin,yarın sohbetinize kaldığınız yerden devam edersiniz “diyordu .Çouklar muhtarın kapısına varıncaya kadar bizimle yürüdüler.Sonra teker teker ısmarlaşıp ayrıldılar,evlerine gittiler.Suna kucağımdaydı hala. Saçlarına öpücük kondurarak” nasılsın Sunacığım?” derken muhtar kapıyı gürültülü bir şekilde çalıyor :
-“Hanım aç,biz geldik” diyordu.
Muhtarın eşi otuz beş yaşlarında beyaz tenli,ince,narin güleryüzlü birisi. Oldukça hürmetkar ,misafirperver bir kişiliğe sahip. Temizlikte de çok titiz olduğu daha dış kapıdan girerken apaçık belliydi .
O gece akşam yemeğinde Suna’nın babası da bizimleydi. Biraz bakımsız görünen saçı,sakalıyla otuzlu yaşları sanki kırkın üzerinde gösteriyordu.Kızıyla kaynaşmamızı görünce :
-“Ne o kız Suna bakıyom da hoca hanımın gucaandan hiç inmeyecek gibi duruyon.
Seni ona verem gali” diyerek kızı koparırcasına çekti aldı.
-“Suna birden bana döndü,yanağından öptüm küçüğümü. Yarın yine kucağıma alıp gezdireceğim seni Suna. Şimdi babanla git” diyordum demesine de elinden oyuncağı alınmış bir çocuğun hisleriyle allak bullaktı yüreciğim. O minicik tombul ellerini sallayarak çıktılar kapıdan.
Sabah kuzu sesleri kuş sesleri ve daha birçok köye has seslerin orkestrası eşliğinde uyandım güne. Yattığım odanın peneresini usulca açtım. Bu gördüğüm manzaraların her zerresi yüce Mevla’mın eşsiz şaheserleriydi .Bugün güneş bir başka doğuyordu,bir başka ışıtıyordu kainatı.Ağaçlar başka bir gezegene yakışan tılsımıyla büyülüyor,rüzgar ipekten süzgeçlerin arasından süzülüp, ıtır kokularına sürülmüş kanatlarıyla dokunuyor saçlarıma, sarıyor mahmur gözlerimi,binlere kez durup durup büyülüyor yüreğimi...
Birer ikişer kapıların açılıp kapanma sesleri herkesin uyanmaya başladığını gösteriyor.Günaydınlaşmalar, kahvaltı derken çıktık dışarı. Muhtar Abdullah Bey ve eşi Hatice Abla bize anadolu insanının sıcaklığını,yardımseverliğini en iyi şekilde gösterdiler.
Okula gittik.Kalacağımız yeri gördük .Okulun camları kırık ,kapısı hiç yok iki dersaneli bir yerdi, viraneydi.Tuvaleti,lavabosu da yoktu.Kalacağımız yer ise bir evin alt katında ahırdan bozma bir odaydı.
Ama bütün bu olumsuz görüntüler bile gönlümdeki heyecan ve sevince gölge düşüremiyor “güzel güzel,temizleriz,boyarız badana yaparız, kırıkları onarırız”sözcüklerinin dudaklarımdan dökülüşünü bile hatırlamıyorum da, daha sonraları kızlar söyleyip söyleyip gülüyorlardı .
Pazartesiydi.Okula vardım; eski bir dolapta bulduğum bayrağı muhtarın yardımıyla
göndere çektim. Kadınlar ,kızlar ,çoluk çocuk hep birlikte etrafı süpürüp yıkadılar.Kimileri de kalacağımız yeri düzeltip yerleştirdiler.Bütün bu koşuşturmalardan yakınmayıp, zevk bile aldıkları her hallerinden belliydi. Çocuklar,hele çocuklar nasıl sevinçlilerdi anlatamam.
Beş altı yıldır buraya atanan öğretmenler gelir, görür ve giderler, geri dönmezlermiş.Hele bir bayan tayin yerini öğrenir öğrenmez “”ben oralara gidemem” demiş,devreye birilerini koyup merkeze çöreklenmiş hemen.İşte bu yüzden olacak okula öğretmen gelmesine hayal gözüyle bakılır olmuş.
Bütün okul çağındaki çocukları hane hane dolaşıp tesbit ettim.Kimi koyun ,kimi sığır güden kimi de “artık büyüdü hocam koca kız okula gider mi “denilen bu çocukları okula toplamayı başarmak biraz sıkıntılı oldu tabii.
28 öğrencim var. En küçükleri Melike. Cılız solgun ama hareketli, cin gibi.Mustafa ile Murat ikiz kardeşler,sekiz yaşlarındalar. Zeytin gözleri ışıl ışıl kızın adı Nuriye.Fidan O’ndan hiç ayrılmaz. Salim babasının tek oğlu. On yaşlarında. O’na fazla iş düşüyor ailede.Bu sebepten okula göndermek taraftarı olmadılar önceleri.Ama Salim şimdi tam bir okul hayranı.Okumayı hızla ilerletti.Serap oniki yaşında .boyunun uzun oluşundan utanıyor ,okula gelirken.Tahtaya kalkınca da dizlerini hafif bükmeye çalışıyor kısa görüneyim diye.
Toplantılar,sohbetler devam etti. Veliler beni tanıdıkça,niyetimi öğrendikçe daha samimi,çocuklar ise öğrenmeye daha azimliler.Burada en güzel anılarımı hayatıma altın harflerle kazıyordum. Hayalimdeki okul şarkıları büyüdükçe büyüyordu.Birlik ve beraberliğin güzelliğini,dostluğu ,yardımlaşmayı ,candan paylaşmayı yaşıyorduk burada.
Hiç unutamam birgün Salim okula gelirken bir kuzu getirmiş,”öğretmenim bu kuzuyu babam bana vermişti,ben de sana getirdim”diyerek kucağıma uzatıyordu.Şaşırdım,sözcük bulmakta zorlandım,yutkundum,bir sessizlikten sonra güçlükle ;
-Salim’ciğim çok teşekkür ederim sana, bundan büyük armağan almadım şimdiye dek,ancak bak o şimdiden annesini özledi.Ben onu çok severim,belki de çok iyi beslemeye çalışırım.Ama o hep annesini arayacak,yanık yanık meleyip duracak.Onu annesine götür desem ne dersin? Salim derin derin düşündü,bana hak verdiği gözlerinden okunurken başını tamam anlamında sallayarak yerinden doğruldu ,kuzusunu eve götürmek üzere okuldan ayrıldı.
Küçük Suna benim kızım gibi. O’na ayrı bir bağla bağlıyım adeta. İkiye geçti.Cici annesiyle ve babasıyla sık sık görüşmelerim sayesinde daha güzel bir ortamda büyüdüğünden eminim.
Derken tam iki yıl akıp geçmişti su misali. Eşim sevinerek gelmiş “tayinim çıktı, Ordu’ya gidiyoruz hanım”deyince beynimden kaynar sular boşandı .Ben şimdi nasıl giderdim? Melek yüzlü öğrencilerimi kimlere bırakırdım? Okulum öksüz ,öğrencilerim yetim olmaz mı şimdi? Ben onlarla vardım,şimdi ne yaparım?Kahrolmuştum. Şoktaydım.Şimdi beraber söylediğimiz bütün şarkılar sustu,bir mateme büründü koca dünyam.
Hiç böyle bir son düşünmemiştim, işte şimdi gerçekle çok acı bir tanışma merasimi zamanıymış meğer.
O gün geldi geldi çattı.Aç bir kartal gibi yapıştı ayrılık ensemize.Bütün köy haberi kısa zamanda almış,kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Okula doğru bakmaya dayanamıyor
çığlıklar duyar gibi oluyordum. Kendimi toparlamalıydım. Bu mesleğe gönül verdiysem başka köyler de beni bekliyordur hem de daha acilen belki de diye geçirdim içimden.An-
cak çok zor.Burası benim ilk gözağrımdı belkide ondan çok zor geliyordu.
Apar topar neyimiz varsa arabaya yerleştirildi. Herkes suskun. Ben dokunsalar ağlayacak gibiyim.Sanki ortada bir tabut var.Bakışlar hüzün dolu. Çocuklar ikişer üçer kümelenmiş,başları yere eğili vaziyette oturmuşlar,kimisi ağlamış gizli gizli.Gözler kan çanağı.
Bütün cesaretimle kendimi toparlayıp :
-“Kardeşlerim,sizleri çok sevdim,sizler ailem gibisiniz.Hiç de gitmek istemiyorum
ama başka seçeneğim de yok.Ne olur üzülmeyin,çocuklarıma iyi bakın.Sizi ziyarete geleceğim ve hiç unutmayacağım dedim .Kızlara dönerek:
-Hele kocaya varınca beni unutun ,gözüme görünmeyin o zaman” diyerek güya espiri
yapıyorum,kimse gülmüyor.Öğrencilerimi de teker teker öptüm kokladım. Havalara zıplatıp tutuyorum ufaklıkları ama bu sefer onlar da hiç gülmediler.
Ani bir hırçınlık ve gerginlikle arabaya atladım,kapıyı bir hışımla kapattım.Şoföre “hadi bekleme “der gibi bir işaret yaptım.Motor bir homurtuyla çalışırken herkesin yüzü kül gibi, elleri havada gittikçe geride kalan çocuklarımla oluşan bu tablo hançerler saplıyor binlerce kez en insafsız tarafından.
Şimdi sadece dökülmüyor dallardaki yapraklar yol kıyılarında.Dallar kırılıyordu ardımdan...
Cemile DÜZGÜN
Atatürk İlköğ.Okulu
2006- O R D U
YORUMLAR
yazınızın daha ilk cümlelerinde yüreğim sızladı , devamını okurken gözlerim doldu ve ağladım .. bu yazıyı paylaştığınız için çok teşekkür ederim
ben atama bekleyen bir öğretmen adayıyım ve 27 haziran da sınava gireceğim inşallah sizin gibi göreve başlayabilirim
hoş bir yazıydı ellerinize sağlık
saygılarımla