***HER ARAYIŞ VE HER BEKLEYİŞ YENİ BİR ÜMİTTİR İNSANA***
Hepimizin her an bir arayış ve bekleyiş içinde olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Evet hepimiz her an bir şeyler arar ve bir şeyler bekleriz. Gündelik hayatta neler aramayız ki..? Kimimiz iş arar, kimimiz kiralık ev arar, kimimiz evlenecek bir kız arar, kimimiz hastayızdır, şifa arar, öyle ki insan bazen belasını bile aradığı olur. Okuduğumuzda hayatımızı değiştirecek bir kitap ararız bazen. Bazen de bizi anlayacak hiçbir menfaat beklemeden bizi kucaklayacak bir dost ararız. Sevdiğimiz tarafından affedilmenin yollarını ararız. Ararız da ararız hiç ara vermeden. Yada arayışımızı bitirmiş bekleyiş içindeyizdir; işimizi yapmışızdır paramızı almayı bekleriz, hazırlanmış bir yerlere gideceğizdir, eşimizi bekleriz, ilaçlarımızı almışızdır, şifamızı bekleriz, aradığımız kızı bulmuşuzdur, evlenmeyi bekleriz, kışlık yakacağımızı almışızdır, kışı bekleriz, kocamızdan almasını istediğimiz şeyi kulağına kırk defa fısıldamışızdır, artık kocamızın o şeyi almasını bekleriz, silahlarımızı ve savaş bahanemizi hazırlamış, insanları öldürmeyi bekleriz, kimimiz nöbet bekler, kimimiz de nöbetçinin bir gaflet anında kaçmayı bekleriz, belamızı bulmuşuzdur helak olmayı bekleriz, her türlü fedakarlıkta bulunmuşuzdur, sevgilinin yüzünü görmeyi bekleriz, dostumuzu bulmuşuzdur, kucaklanmayı bekleriz. Kalbini kırmışızdır birinin, affedilmeyi bekleriz. Suç işlemişizdir, cezamız verilmiştir, cezamızın bitmesini bekleriz. Sevgiliye haber salmışızdır, kendisinden bir haber bekleriz. Bir şeyler alacağızdır, paramız yetmez paramızın birikmesini bekleriz. Anne-baba olarak çocuğumuzun askerden gelmesini ve işe girip evlenmesini bekleriz; askerizdir askerliğin bitmesini, bir an önce bir işe girip bizi bekleyen ve mutluluğumuzun kendisine bağlı olduğu kızla evlenmeyi bekleriz. Toplum olarak ta beklemekten geri kalmayız; toplumsal sorunlarımızı giderecek, ekonomimizi düzeltecek, sosyal sınıflar arası çatışmayı kaldıracak barışı sağlayacak, refah düzeyimizi yükseltecek ve bizi felaha ulaştıracak mehdiler bekleriz. Bekleriz de bekleriz, beklemeye hiç ara vermeden.
Sizde fark ettiniz mi bilmem ama, yaşantımız sanki aramak ve beklemekle geçiyor. Hiç durmadan arıyoruz, arıyoruz, arıyoruz sonradan da bekliyoruz, hatta aynı anda hem arayıp hem bekleyiş içindeyiz çoğu zaman.
İyide biz niçin arayış ve bekleyiş içindeyiz? İnsan olarak bu eylemlerimizin maksadı ne? Hepimiz dünyada farklı bir uğraş içine girerek (kimimiz kadın sevgisiyle, kimi mal toplamakla, kimi kazanmak, kimi bilgi elde etmekle uğraşır) farklı şeylerden zevk alır ve hoşlanırız. Yine hepimiz de: “Benim dermanım, saadetim, huzurum, mutluluğum ve kurtuluşum bundadır.”der ve buna inanarak arar ve bekleriz. İnsanın bu arayış ve bekleyişinin sebebi, yapısında var olan mutlu olma ve sorunsuz bir dünya hayalinden (rüyasından) kaynaklanmaktadır. İnsan her zaman mutlu olma peşindedir. Mutluluğu bulmadan huzur bulmaz insan. Mutluluk için arar insan, bir arayıştan bir arayışa koşar; tam buldum der mutluluğu ama bir süre sonra aradığının bulduğu olmadığını anlar; sonra tekrar aramaya başlar. Ve mutluluğu bulma arayışı ölünceye kadar sürer durur. Burada ilginç olan insanların çoğu ne aradığının farkında olmaması hatta ve hatta arayış ve bekleyiş içinde olduğunun bile farkında olmamasıdır.
İyide biz gerçekte neyi arıyor ve gerçekte neyi bekliyoruz. Aradığımız hangi şey bizi mutlu kılacak? Hiç düşündünüz mü?
Bu soruları düşüne durun da burada Nasrettin Hoca’ya atfedilen bir fıkra anlatayım size; Nasrettin Hoca bağlamayı almış eline ve tıngırdatmaya başlamış sazı, parmağını aynı perdeden hiç kaldırmadan, aynı notadan çalması, dinleyenlerin dikkatini çekmiş ve Hoca’ya:
-Hocam bizim bildiğimiz sazcılar parmaklarını perdeden perdeye dolaştırır, öyle çalar, siz ise parmağınızı aynı perdeden hiç kaldırmadan çalıyorsunuz, bunun sebebi ne?
Diye sorduklarında, Hoca bu sözün altında kalır mı hiç? Ve onlara;
-Evladım o bahsettiğiniz sazcılar, acemi sazcılar; benim tuttuğum bu perdeyi arayıp dururlar da bulamadıklarından parmaklarını perdeden perdeye dolaştırırlar.
Diye cevap vermiş.
Sanki Hoca cevabı onlara değil de burada bize vermiş. Biz de gerçekten acemi bir sazcı gibi mutluluk adına, mutlu olma adına perdeden perdeye atlıyor, insandan insana koşuyor, düşünceden düşünceye dalıyor, diyardan diyara geziyoruz da bir türlü o mutlu olacağımız şeyi bulamıyoruz. Gerçekte insanı salt mutluluğa ulaştıracak bir şey var mı sahiden? Yoksa bu düşünce insanın hayalinden mi ibaret?
Bütün kadim dinlere göre insanlık tarihi Adem’in yaradılışı ve Havva anamızın kendisine eş olarak verilmesiyle başlar. Ve yine kadim dinlerin anlattıklarına göre her ne kadar Adem ile Havva dünyada yaşamaları için yaratılmışlarsa da, insanın düşmanı olan şeytanı tanıması ve nasıl bir düşman olduğunu bilmesi için bir müddet cennette yaşamışlardır. Allah onların bu yaşantısında her türlü şeyi serbest bırakırken sadece bir meyvenin yenmesini yasaklamış ve şeytana dikkat etmelerini istemiştir. Adem ile Havva hiçbir kaygıları olmadan, her dileklerinin anında yerine gelen, mutlu bir yaşantı sürerken şeytan bir yolunu bularak onları kandırmış ve yasak meyveden yemelerini sağlamış. Allah’a yaptıkları tövbe ve yalvarmalardan sonra Allah onları affetmiş ve onları bir müddet yeryüzünde yaşamaları için dünyaya göndermiştir. Sorduğumuz sorunun anahtarı da sanırım burada yatıyor. Din felsefecilerine göre; insanın mutsuzluğu bu düşüşten dolayıdır. İnsan bu dünyadan değil, asıl yurdu ilk yaşadığı mekan olan cennettir. Ve insanın bu dünyadaki tüm arayışı aslında öz yurduna olan hasretindendir. İnsan hiç durmadan aradığı şey, daha önce sorunsuz ve mutlu bir şekilde yaşadığı bütün ihtiyaçlarının anında tatmin edildiği kendi öz vatanıdır.
Materyalist dünya görüşüne inananlarına göre de; insanın mutluluğu, insanın her ihtiyacını yerine getirebilecek, insanın her ihtiyacını tatmin edebilecek bir dünya yaratmakta olduğuna inanırlar. Materyalist dünya görüşü insanın mutluluğunu ihtiyaçlarının karşılanmasına paralel görür.
Tasavvuf ehli insanın mutsuzluğunu ve arayışını, kendi yaratıcısından ayrı düşmesine ve her zaman insanın aradığı şeyin, aslında kendi İlahı olduğunu söylerler. İnsan ilk yaradılışında kendi yaratıcısını görmüş fakat sonradan cennetten dünyaya indirildikten sonra, kendisi ile Yaratıcısı arasına bir perde (perdeden kasıt; insanın nefsinden gelen ve aldatıcı olan dünyaya bağlılıktır.) çekilmiştir, Yaratıcısı tarafından. Ve artık insan Yaratıcısını görmediğinden sürekli onu aramakta olduğunu ve Ona kavuşmayıncaya kadar mutlu olamayacağını beyan etmekteler. Bu konuyu güzel bir dille ifade eden İbn Arabi şöyle demektedir;
“Ey sevgili!
Ey aşk yolunda hayrette kalanlara delil olan,
Tut elimden, bende aşkınla hayrette kaldım.”
Yine aynı konuya değinen Hallacı Mansur ise;
“Dostlarım öldürün beni; hayatım öldürülmeme bağlıdır. Hayatım ölümüm, ölümüm hayatımdır.” Diyerek bu konuya yazımızda son noktayı koyuyor.
Hepimiz ömrümüz boyunca bilinçli veya bilinçsiz binlerce şeyin peşine düşmüş, kimisini bulmuş kimisini elimizden kaçırmışızdır kuşkusuz. Yine hepimiz yaşadıklarımızdan şunu öğrenmişizdir ki; bize mutluluk getireceğini düşündüğümüz şey elimize düştüğü an bir süre bizi mutlu kılsa bile, bu mutluluk çok kısa sürüp bir kuş gibi elimizden uçup gitmiştir. Öyle anlaşılıyor ki salt mutluluğun, gerçek mutluluğun yeri bu dünya değil, ve bu arayışlarımızın temelinde basit dünyevi unsurlardan ziyade daha ulvi bir şey yatmaktadır. Her ne kadar yaşadığımız dünya gerçekte mutlu olacağımız yer değilse bile (dünyanın kendisi han değil, olsa, olsa yoldur.), bu dünyada her insana ait mutluluğa götürecek, Sevgiliye ulaştıracak bir yol vardır. İşte dünyadaki en büyük mutluluk insanın kendi yolunu bulmasıdır. Ve mutluluk yolun kendisinden değil, sonunda Sevgiliye kavuşturacağındandır.
O halde yapmamız gereken amaçlarını ve hedeflerini doğru belirleyen bireyler olmak, yaşantımızın her anını kapsayan arayış ve bekleyişlerimizin Sevgiliye ulaştırıcı fiiller haline getirmektir. Hedefimiz doğru olduktan sonra, arayışlarımız ve bekleyişlerimiz bilinçli olduğu takdirde, ya ulaştığımız yerin, bizi mutlu kılan aradığımız yer olmadığını anlamamızı ve daha doğru bir yöne yönelmemizi yada gerçek aradığımız yeri bularak mutlu olmamızı sağlayacak. Mutluluğu başka, başka yerlerde arasak bile aramamıza sabır ile devam edelim. Yanlıştan yanlışa koşsak bile arayışımıza bir an bile olsa ara vermeyelim. Unutmayın ki bulanlar muhakkak arayanlardan olacak, aramayanlar ise hiçbir zaman bulamayacaktır. Bulsalar bile ne aradıklarını bilmediklerinden çabuk kaybedeceklerdir. Bundan dolayı her arayış, her bekleyiş Sevgiliye yaklaştıracak, yeni bir umut ve yeni bir heyecandır insan için. Yolcusunu sevgiliye ulaştıran yol ne mübarek yoldur, Sevgilisine götürecek yolunu bulmuş yolcu ne mübarek yolcudur, Sevgilinin cemalini gösterecek her arayış, her bekleyiş ve sabır ne mübarektir.
“Sevgili ey sevgili, en sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim.”
Diyen şairin sözleriyle yazıma son veriyor ve sanırım ben de o ay yüzlü Sevgilinin yüzünü görmeyi ve memleketimin soğuk sularından içmeyi özledim.
Hepinizin bir an önce mutluluğu bulmanız hoşça ve dostça kalmanız dileğiyle.
YORUMLAR
''Arayış içinde ruhum ve yüreğim,
Ruhum özgürlükten,
Yüreğim sevgiden yana,
Bir sevgili arıyor gözlerim,
Çok uzaklardan asırlar öncesinden,''
diye başlayan şiirim geldi aklıma...insan en güzeli ve gerçeği arar yıllar boyu...gerçeği bulma konusunda ümitvar olmalıyız...
harika bir yazı olmuş...
kutlarım...