- 4137 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAYRAK ŞÂİRİ ARİF NİHAT ASYA’NIN 100. DOĞUM YILI
M.NİHAT MALKOÇ
Bilindiği üzere Arif Nihat Asya, bundan tam yüz yıl önce 1904 senesinde dünyaya gelmişti. Şu anda 2004 yılını idrak ediyoruz. Yani bu yıl Arif Nihat’ın yüzüncü doğum yılı… O, yüksek tahsilini İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde tamamlayarak Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni oldu. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu.
Geçen hafta(06 Mart 2004 Cumartesi ) Trabzon’da Hamamîzade İhsanbey Kültür Merkezi’nde T.C.Kültür Bakanlığı ve İlesam(İlim Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) Trabzon Temsilciliği tarafından “Doğumunun Yüzüncü Yılında Bayrak Şâiri Arif Nihat Asya” konulu bir panel düzenlendi. Panel başlamadan evvel İlesam Trabzon İl Temsilcisi Araştırmacı –Yazar Jeoloji Yüksek Mühendisi Ahmet Musaoğlu “100. Doğum Yılında Arif Nihat Asya” panelinin açış ve takdim konuşmasını yaptı. Onun ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Oktay kürsüye gelerek gündemle ilgili kişisel duygularını dile getirdi. Oktay şöyle dedi: “Bu gibi kültürel toplantıları daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapıyorduk. Meğer yanılmışız. Bugün bu kalabalığı görünce bunu fark ettim.”
Sayın Oktay’ın bu tespitini ve samimi itirafını biz yıllarca dile getirdik. Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, Anadolu’da kültürel açıdan büyük bir açlık, boşluk ve potansiyel bulunduğunu söyleyip durduk ama sesimizi işittiremedik. Trabzon gibi tarihî ve kültürel açıdan zengin bir şehirde her hafta böyle bir faaliyetin yapılması zorunludur.
Ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu kürsüden dinleyicilere seslenerek şu çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Bizim kadar kültürüne ve medeniyetine kayıtsız bir millet göstermek bilmem mümkün müdür? Geçtiğimiz yıllarda Batılı Ermeni lobileri “Ararat” isimli bir film çektiler. Bu filmde Türkler vahşi, katil ve canavar bir millet olarak gösterildi. Sanki bütün Ermenileri kılıçtan geçirerek kesip doğramışız. Filmde böyle bir tarihî yalan işleniyor. Bu film Batılı bir ülkenin aleyhine çekilseydi dünyanın hiçbir yerinde yayınına izin verilmezdi. En kısa zamanda yayından kaldırırlardı. Biz ne yaptık? Bu filmin dünyadaki gösterimini engellemeyi bir yana bırakın, Türkiye’de izlenmesine devlet olarak izin verdik. Neymiş efendim, demokrasi adına, hoşgörü adına!.. Neyse ki Türk vatandaşı bir kısım ehli insaf Ermeni, bu filmde anlatılanların tarihî gerçeklerle bağdaşmadığını söyleyerek filmin yayından kaldırılmasına sebep oldular.”
Bu kısa konuşmalardan sonra paneli yöneten Ahmet Musaoğlu, katılımcı konuşmacılardan KTÜ Rektörlük Türk Dili Bölüm Başkanı Doç. Dr. Osman Kemal Kayra, Gazeteci Yazar İbrahim Metin, şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler salondakileri selâmlayarak panele başladılar. İlk sözü alan Osman Kemal Kayra, öncelikle Arif Nihat Asya’dan evvelki dönemlerin sosyal, kültürel ve siyasî hayatını özetledi. Şair ve yazarları değerlendirirken onların yaşadıkları dönemin göz ardı edilmemesini, mutlaka dikkate alınmasını tembihledi. 1850 ile 1918 arasındaki senelerin Türk’e kefen biçildiği zor yıllar olduğunu hatırlattı.
Misafir katılımcılardan Konyalı İbrahim Metin, Arif Nihat Asya’yla ilgili pek çok hatırasının olduğunu, hatta Büyük Şair’in kiracısı olma bahtiyarlığını da yaşadığını belirtti.
Onların ardından Türkiye’nin yaşayan Dede Korkut’u, Türk şiirinin çınarlarından, Türkçenin ve Türkiye’nin sevdalısı çok kıymetli şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler, aziz dostu Arif Nihat Asya’yla ilgili şu enteresan değerlendirmeleri ve tespitleri yaptı:
“Arif Nihat Asya, bizim sulh zamanlarımızdaki kahramanlarımızdandır. Balzac milleti tarif ederken: “Millet edebiyatı olan topluluktur.” diyor. Ne kadar doğru!.. Gençlerimiz Arif Nihat’ı yeterince tanıyıp bilmiyorlar. Onu bilmeyenler büyük bir kültürel çıkmazın ve karanlığın eşiğindedirler. Benim şahsiyetimin şekillenmesinde Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin büyük tesiri vardır. Onların yazdıkları ve yaşadıkları, karakterimin şekillenmesinde etkili olmuştur.
1955’te Hukuk Fakültesi’ni kazanıp Ankara’daki okuluma kaydımı yaptırırken rahmetli babam bana: “Bak oğlum, beni iyi dinle!..Yeni arkadaş muhitini Türk Ocağı arasından seçeceksin.” diye uyarıda bulundu. Galip Erdem ve Arif Nihat gibi dev şahsiyetleri orada tanıdım. Asya’yla abi-kardeş münasebetimiz, vefatına kadar devam etti. Ondan çok şey öğrendim. O, şiirlerinde doğum ve ölümü çok müstesna bir tarzda ifade etmiştir.
Arif, 05 Ocak 1975’te Ankara Numune Hastanesi’nde öldü. Yakınları onu ölümüne yakın günlerde terk ettiler. Eşi Servet Hanım’a: “Hanım şu telefon defterini getir bakalım. Bizim dostlarımız vardı bir zamanlar!.. Ne oldular şimdi?” diye serzenişte bulunmuştu.
Arif Nihat Asya büyük bir şair ve yazardır. Ömrü boyunca 23 şiir, 10 nesir kitabı yazmıştır. Ben de onun eş ve dostuna yazdığı 97 mektubunu derleyerek kitap hâline getirdim.
Asya, asla sıradan bir insan değildi. Onun için de sıradanlığı sevmezdi. O yıllarda Ziya Gökalp’in kardeşi, abisiyle ilgili olarak bir anma programı düzenlemiş Diyarbakır’da. Arif’i de o anma programına çağırmışlar. Fakat o, şu gerekçeleri ileri sürerek, fikirlerinden ilham aldığı ve çok sevdiği Gökalp’in anma programına katılmamış: “Şimdi orada Ziya Gökalp nerede doğdu, nerede öldü, neler yaptı gibi sıradan ve bilindik şeyler anlatacaklar. Ben bu gibi abidevî şahsiyetlerin kuru kuruya anlatılmasına karşıyım. Basmakalıp ifadelerden hoşlanmam. Onun hususi hayatıdır mühim olan. İnsanlar böyle kuru malûmatlardan usandı artık.”
Arif Nihat Asya’nın ne zaman, nerede doğduğu önemli değil. Onun düşünce dünyası ve hususi özellikleri önemlidir. O bir halk adamıydı. Bütün değerlerimize bağlı bir Türk milliyetçisiydi. Atatürk : “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyor. Kültür bu kadar önemli. Asya, Türk kültürünün bütün değerlerini yaşamış ve yaşatmıştır. Ziya Gökalp, milleti dil ve din birliğine sahip topluluk olarak tarif ediyor. Ne kadar isabetli bir tespit…
Şair Arif Nihat Asya, Türkçenin inceliklerini eserlerinde işlemiştir. Bizlere düşen görev onun ışığını çocuklarımıza götürerek onları aydınlatmaktır. Onun o güzel Türkçesini, nesrini ve şiirlerini yeni nesilleri okutmalıyız. “Bayrak” şiirini ilâhî bir tecelliyle yazmıştır O.
Bugünün tabiriyle medyadan çok şikâyetçiydi Arif Nihat Asya... O yıllarda TRT bir kez olsun onunla program yapmadı. Program yapmayı bir kenara bırakın, kendisinden bir satır bile söz etmedi. Kıbrıs’ta öğretmenlik yaptığı 1960’lı yıllarda Kıbrıs Rum Televizyonu bile kendisiyle bir program yaptı ama bizimkiler böyle bir şeyi akıl etmedi bile. Ne kadar yazık!...
Bizim, kendini radikal diye topluma kabul ettiren sözde aydınlarımızın çoğu bütün millî değerlerimize karşıdır. Bunlardan biri olarak kabul edilen yazarlardan Özdemir İnce, bir Yunanlı dostunun davetine icabet ederek, evine gitmiş. Bir de bakmış ki adamın evinin bahçesinde büyük bir Yunan bayrağı asılıyor. İnce, buna pek şaşırmış. Türkiye’ye dönünce bunu bir yazısında dile getirmiş. Böyle bir şeyi gündeme getirmesine bile tahammül edemeyen aynı zihniyetteki diğer yazar arkadaşları ona büyük tepki göstermişler.
Arif Nihat’tan bahsedilirken onunla özdeşleşen “Bayrak” şiiri okunur da bu şiirin “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim” bölümü okunmaz. Buna bile tahammül edemezler.
Arif Nihat Asya, gülümsemesini ve gülümsetmesini bilen nüktedan bir insandı. 1940’lı yıllarda Adana’da bir gece, dostuna ziyarete gitmiş. Malûm dönüşte eve yürüyerek gitmek zorunda… Ötelerden bir köpek sesi duymuş. Sesin sahibi köpek, iyice yaklaşmış onlara. Kucağındaki çocuğu Fırat’ı, eşine vermiş. Başlamış köpekle taktik savaşına. Köpek ne yapmışsa o da onu yapmış. Kendi tabiriyle köpekle hırlaşmış; köpeğe köpeğin diliyle cevap vermiş.15 dakika böyle bir hırlaşmadan sonra köpeği kaçırmış. Bunu aynen bana anlattıktan sonra şöyle devam etti: “Yavuz, biz köpekle köpekçe, insanla insanca konuşmasını biliriz.”
Asya, hazırcevap bir insandı. Zamanın Millî Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel, Malatya’da okulları geziyor. O vakitler Arif Nihat Asya da Malatya’da bir lisede müdürlük yapıyor. Tabiî ki birbirini çok iyi tanıyorlar. Çünkü Yücel, bakanlığının yanında yazar olarak da kendini kabul ettirmiş bir isim… Fakat ikisi de farklı düşüncelerin temsilcileri… Bakan, okulun durumunu beğenmiyor: “Bu ne biçim okul; okuldan çok hapishaneye benziyor.”diyor. Asya cevabı yapıştırıyor: “Efendim ben bu okul yapıldıktan sonra geldim. Yoksa siz beni buraya hapishane müdürü diye mi gönderdiniz.” Bakan Yücel çok kızar ama belli etmez. Arif Nihat’ı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Tahkire(aşağılamaya) devam ederek eleştirilerini giyimine yöneltir: “Hoca o ne biçim kıyafet… Paçaların çamur içinde...”der. Asya kızar, hatta köpürür. Şu üstü kapalı ve kinayeli cevabı verir: “Sayın Bakan!.. Paçalarımı ağzınıza almayın.” Daha sonra müdürlükten alınarak Türkçe ve Fransızca öğretmenliğine indirilir.
Türk şiirinin son dönemine apayrı bir ses, renk ve soluk getiren Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!”… Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım…99… “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiî ki Allah’ın 99 sıfatı!...” diye cevapladım. “Peki, 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63… “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm!... Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.”
Arif Nihat, Adanalı değildi ama orayı çok severdi. Öğretmen olarak uzun yıllar görev yapmıştı orada… 05 Ocak’ta meşhur “Bayrak” şiirini yazdı. Yine 05 Ocak’ta Ankara’da hayata gözlerini kapadı. Hakk’a yürüdü. Ben bu tarihleri de tesadüf olarak görmüyorum.
O, yedi günlükken babasını kaybetti. Çok fakirdiler. Babasından üç şey kaldı ona…Yırtık bir yorgan, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetnamesi ve tahtadan yapılma bir güneş saati!… Bütün bu fakirliğine rağmen hayatının hiçbir döneminde komünist olmadı. Bir gün kendisine: “Üstadım bu memlekette zengin çocukları bile komünist olurken, siz çektiğiniz bu fakirlik ve zorluklara rağmen niçin komünist olmadınız?” diye sordum. Keşke sormaz olaydım. Gözleri irileşti, adeta gürleyerek: “Sen benim Türk olduğumu bilmiyor musun? Bir Türk aç kalsa da asla komünist olmaz.”dedi. Demedi, adeta kükredi.
Nükteleri meşhurdu onun. Eşi Servet Hanım, Kimya öğretmeniydi. O zamanlar onlu not sistemi geçerliydi. Servet Hanım’ın öğrencileri, hocalarını Arif Nihat’a şikâyet etmişler. Bir ilâ beş arasında not verdiğini, beşten yukarı not alamadıklarını, oysa kendisinin genelde beşten aşağı not vermediğini belirttiler. Bunun üzerine Asya şu nükteli cevabı verir: “Biz aile meclisi olarak karar aldık. Birden beşe kadar notlar eşimin, beşten yukarkiler de benim!..”
Lafı gediğine oturturdu o… Aşırı makyaj yapıp soyunan kadınların bu davranışlarının ardındaki sebebin ne olabileceğine dair kendisine soru yönelten bir muhatabına şu cevabı vermiş: “Onlara sayın demişler, soyun anlamışlar; bayan demişler, boyan anlamışlar!..”
Yavuz Bülent Bakiler’in ardından “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya’yla ilgili olarak konuşan Doç. Dr. Osman Kemal Kayra şu değerlendirmeleri yaptı: “Asya bazı yönlerden Yahya Kemal Beyatlı’ya ve Mehmet Akif Ersoy’a benzerdi. O, bazı şiirlerinde Akif’in duygu ve düşünceleriyle örtüşür. Kıbrıs davasının yılmaz savunucularındandı Arif Nihat... Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaptığı için bu ülke insanının yapısını çok iyi bilirdi. Rumların uzlaşmaz tutumlarıyla ilgili olarak: “Onlar lütfenden anlamaz ulandan anlar; onlar dilden anlamaz elden anlar; Onlar önsözden anlamaz sonsözden anlar.” derdi.
Kendisine Turan ülküsüyle ilgili sorulan sorulara cesurca ve argo tabirle kıvırmadan açık ve net olarak şu cevabı vermiştir: “Her müslümanın Cennete girme ülküsü olduğu gibi, her Türk’ün de Turan ülküsü vardır, olmalıdır!..” Bu kadar açık ve net konuşurdu o…”
Türk’e ve Türk’ün millî ve manevî değerlerine gönül vermiş, bu mümtaz şahsiyetli şairimize doğumunun 100. yılında Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle faydalı toplantı ve faaliyetlerin artarak devam etmesini temenni ediyorum. Bu anma toplantısını tertip eden İLESAM Trabzon Temsilcisi kıymetli araştırmacı- yazar Sayın Ahmet Musaoğlu’ya, KTÜ Türk Dili Bölüm Başkanı sayın Doç. Dr. Osman Kemal Kayra’ya, ta uzaklardan teşrif edip gelen Sayın İbrahim Metin’e ve yaşayan Dede Korkut’umuz mümtaz şahsiyet değerli şair ve yazar Sayın Yavuz Bülent Bakiler’e en samimi duygularımla teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Zira böyle değerlere bugün, dünden daha çok ihtiyacımız vardır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.