- 1380 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"ANALARINIZA,BABALARINIZA"ÖF"BİLE DEMEYİN!...”
"Bugün Mayısın ikinci pazar günü yani anneler günü.Tüm annelerin anneler gününü kutlar ve o cefakar analarımızın pamuk ellerinden öperim. Bu yazımı tüm annelere ve özellikle canım anneme armağan ediyorum"
"Analarına babalarına iyi muamele eden, eger onlardan biri veya her ikisi yanında ihtiyarladığında "Öf" (bile) demeyen, onları azarlamayan, onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyleyen, onlara acıyarak tevaazu kanadını (yerlere kadar) indiren ve:"Yarab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse Sen de kendilerini (öylece) esirge" diye her gün dua eden hayırlı evlatların sayısı mı, yoksa atasını saymayan;analarına, babalarına iyi muamele etmeyen; onları azarlayan, onları döğen, onlara kötü söz söyleyen, onlara acımayan ve onları sokaklara, "Kimsesiz Bakım Evleri"ne terkeden hayırsız evlatların sayısı mı çok?
Amcalarımızı, dayılarımızı, teyzelerimizi, halalarımızı veya bize çok yakın olmayan diğer insanları da bir kenara bırakalım. Hasbelkader, gerek isteyerek gerekse de istemeyerek bizlerin dünyaya gelmesinde vesile olan, belli bir yaşa kadar bizleri büyüten, imkanı ölçüsünde okutan, gece demeden, gündüz demeden bizleri başkalarına muhtaç etmemek için bıkmadan, usanmadan çalışan fedekar babalarımıza, bizleri dokuz ay karnında taşıyan, sabahlara kadar ağladığımızda uykusundan uyanıp; başucumuzda sabırla, metanetle bekleyen, çocukluğumuzda bizleri emziren, giydiren, yediren, kirli çamaşırlarımızı erinmeden ve tiksinmeden elleriyle yıkayan, hiçbir zaman sırtımızda hacca götürsek dahi haklarını ödeyemeyeceğimiz "Cennet anaların ayağı altındadır" hadisi şerifine mazhar olan cefakar analarımıza, yanımızda yaşlandıklarında onlara iyi muamele edebiliyor muyuz?
Geçen sene servis arkadaşlarımızla aramızda para toplayıp "Köçiören Güçsüzler Yurdu"nda kalan yaşlılara bir öğle yemeği vermiştik. Yurt Müdürü: "Güçsüzler Yurdumuzda boş yatak kalmadı " dediğinde ve bizleri evlat gibi bağırlarına basarak; koklayan, sevgiye hasret kalmış, gözleri yaşlı, gönülleri buruk anaları, babaları orada gördüğümde kahrolmuş ve bir insan olarak kendimden utanmış; yaşlanmaktan korkmuştum. Bir yandan bu kimsesiz insanlara acırken, bir yandan da " Acaba bizlerin sonu da burada ölümü bekleyen bu zavallı insanlar gibi mi olacak " diye kara kara düşündüm...
İlkbaharın başlamasıyla, akşamları ve sabahları fırsat buldukça sık sık yürüyüşler yaparım. Biraz kilo sorunum olduğundan, yaşım da ilerlediğinden, güzel ve temiz havada yaptığım yürüyüşlerin çok faydasını görüyordum. Okulların açık olduğu her sabah, Ankara’nın Samsun yolu üzerinde İçaydınlık semtinin karşısında "Körler Okulu"nun hemen arkasında bulunan "Doğan Çağlar Ortepedik Engelliler Meslek Lisesi"ne kızımı bırakıp; arabamı da okulun bahçesine park ettikten sonra, Ulus semtine kırk dakikada yürüyerek işime geliyordum. Böylece hem spor yapmış oluyor, hem de dolmuşa binmediğimden dolayı maddi yönden kazancım oluyordu. Ne de olsa devir ekonomi devri idi... Bir dolmuş parasıyla tam yedi buçuk ekmeğin alındığı bir zamandı o günler. Akşam dönüşünü de hesaplarsanız günde on beş ekmek yapıyordu. Bu da benim evimin iki günlük ekmek ihtiyacı idi.
Ulus kavşağında sabahları mahşeri bir kalabalık olur; bir oyana bir bu yana koşan, ellerinde simit veya poğaçayla işlerine yetişmeye çalışan; çoğuda memur olan; telaşlı telaşlı insanları görürsünüz. Bu yüzden insanların bir çoğu çevrelerindeki insanlarla hiç ilgilenmezler. Bense Ulus Kavşağı’na her geldiğimde "Acaba karşıya geçmede zorlanan yaşlı veya görme engelli (ama) birileri varmı" diye sağıma soluma bakarım. Hemen hemen hergün görme engelli bir vatandaşımızı elindeki beyaz asasından tanır, koluna girer, karşıya geçirir, sonra da işime dönerdim. Kollarına girip selam verdiğimde, benim sesimi bazıları hemen tanırdı. Zaman zaman bu görme engelli vatandaşlarımızla çok güzel dostluklar kurdum, onların hayatlarından bazı kesitler dinledim. Rahmetli babam yürüyemeyen kızıma baktıkça :"Ah oğlum üzülme, sabret. Herkesin bir derdi vardır, değirmencinin de su derdi. Bu dünya da dertsiz insan yoktur" der, beni teselli etmeye çalışırdı. Görmeyen engelli kardeşlerimizin hayatlarını dinlediğimde, babama hak verir, benim derdimin onlarınkinin yanında ise bir hiç olduğunu anlardım. Bu da bana biraz teselli verirdi.
Kalabalıklar arasında yürüyordum. Ulus kavşağına henüz gelmemiştim. Önümde zayıf, çelimsiz, üfürsen yıkılacak kadar güçsüz, küçük adımlar atan yaşlı bir amca yürüyordu. Hava bahar olmasına rağmen biraz serindi. Bir eliyle plastik bir poşeti taşıyor, diğer eliyle de sırtına giydiği düğmesi olmayan ince paltosunun iki yakasını göğsü hizasında tutuyordu. Herhalde göğsüne soğuk vurmasın diyordu. Başına da ucu sivri bir takke takmıştı. Paltonun altında ise mavi renkli bir eşofman görünüyordu.
“Şansıma bugün görme engelli yerine yaşlı bir ihtiyar düştü” dedim. Hemen koluna girip, elindeki poşete uzandım:
-Amca Selamünaleyküm. Poşetini ver taşıyayım. Gideceğin yere kadar götüreyim. Hayrola sabah sabah nereye böyle? Yoksa teyzem seni evden mi kovdu? dedim. İhtiyar amca olduğu yerde durdu. Kafasını yukarı kaldırdı, gözlerini bana dikti. Herhalde amcayı kızdırmış ya da yarasını deşmiştim. Derin bir nefes aldı:
-Off off, dedi, başını sağa sola salladı. Öyle bir of çekmiştiki sanki karşıdaki dağlar yıkıldı sandım. Bu “off” kelimesi ihtiyarın bağrını yırtarak geliyordu. Anladım ki yaşlı amca çok dertliydi. Tekrar soru sormama fırsat vermeden başladı konuşmaya:
-Evlat, keşke teyzen yaşasaydı da kapı dışına koysa idi gam yemezdim. Evlatlarım. Evlatlarım.., dedi ama cümlesinin arkasını getiremedi...
-Amca anladığım kadarıyla teyze rahmetli oldu. O zaman söyle bakalım nereden gelir , nereye gidersin? Evlatlarım evlatlarım diyorsun yoksa onlar mı kapı dışarı ettiler seni?
-Evladım, otelden geliyorum, dedi.
-Amca, otelde mi kalıyorsun? Otel çok pahalı olmaz mı senin için? Oğlun kızın yok mu senin?
-Evladım, aşağıdaki otelin biriyle anlaştım. Emekli maaşımın tamamını otele veriyorum? Oğlum da var kızımda var, ama bana bakmıyorlar. Teyzen rahmetli olduktan sonra otel odalarında sürünüyorum.
-Bütün emekli maaşını otele verdiğinini söylüyorsun. Bir ay boyu ne yer ne içersin?
-Hayırsız bir erkek evladım var. Karısının yüzünden mi yoksa başka sebepten mi beni evine kabul etmiyor. Bir türlü anlamadım. Ama yine de Allah razı olsun ondan; otelin yanındaki bir lokanta ile anlaştı, bana bir aylık yemek fişi aldı. Hergün o yemek fişi ile sadece öğlenneyin bir kap yemek yiyorum.
-Amcacığım, bir kap ile nasıl doyuyorsun? Sabah kahvaltısı yapmıyor musun? Akşamları da mı yemiyorsun?
-Evlat, sabah kahvaltılarını unuttum. Yıllardır sıcak bir çorbaya, sıcak bir çaya, zeytine, peynire hasretim. Akşam yemeği var mı yokmu onu bile hatırlamıyorum. Öğleyin yediğim bir kap yemekle ayakta durmaya çalışıyorum, dedi. Amcanın kolunun niçin cılız ve ip ince olduğunu işte o zaman anladım. Günde bir kap yemekle bir insan elbette bir deri bir kemik olur; amca sanki yaşayan bir ölü idi. Kolumda bir canlıyı değilde bir iskeleti götürüyordum.
-Amca, oğlun evine seni koymadığını söylüyorsun. Kızın da mı yok senin?
-Olmaz olur mu evladım ? Bir kızım da var; oda kocasının yüzünden bana bakamıyor?
-Allah sana bu yaşlılığında yardım etsin. Eline poşetini almış, eşofmanlarını giymiş tıpış tıpış bir yere gidiyorsun. Nereye gittiğini henüz bana söylemedin?
-Evladım, kızımın evine gidiyorum, dediğinde sevinmiştim. Herhalde artık damadı amcayı evine kabul etmiş diye düşündüm. Ama sevincim kursağımda kaldı. Amca konuşmasına devam ediyordu:
-Damadım evine koymasada, kızım sağolsun, haftada bir elimdeki poşetteki iç çamaşırlamı ve beni güzelce yıkıyor. Akşam damat eve dönmeden de otelime dönüyorum, dediğinde dolmuş durağına gelmiştik. Yaşlı amcayı Yenimahalle dolmuşuna bindirdim, poşetini eline verdim, kızının evine gönderdim. Bir daha da yaşlı amcayı Ulus civarında görmedim. Acaba yaşlı amca öbür dünyaya yolcu mu olmuştu? Bunu bilemiyordum...
İşte size gerçek bir hikayeyi anlattım. Bu hikayeden sonra sizlere şunu soruyorum: Analarına, babalarına iyi muamele eden, onlardan biri veya her ikisi yanınızda ihtiyarladığında onlara "Öf" (bile) demeyen;onları azarlamayan, onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyleyen, onlara acıyarak tevaazu kanadını (yerlere kadar) indiren ve:"Yarab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse Sen de kendilerini (öylece) esirge" diye dua eden hayırlı evlatlardan mısınız? Yoksa atasını saymayan;analarına, babalarına iyi muamele etmeyen; onları azarlayan, onları döğen, onlara kötü söz söyleyen; onlara acımayan ve onları sokaklara, "Kimsesiz Bakım Evleri"ne ve otellere terkeden hayırsız evlatlardan mısınız?
Elinizi vicdanıza koyarak siz karar verin. Bugün babasına, anasına iyi davranmayanlar, yarın yaşlandığında evladından kendisine iyi muamele beklemesin. Atalar boşa dememişler:”Ne ekersen onu biçersin” Ama yinede siz siz olun "Analarınıza, babalarınıza iyi muamele edin, eğer onlardan biri veya her ikisi yanınızda ihtiyarladığında "Öf" (bile) demeyin”. Çünkü bu emir bizleri Yaratan Cenab-ı Alah’tan geliyor.
Şükrü BİLGİLİ
Telefon :0532 542 15 15
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.