SOKAK ÇOCUKLARIYDI ONLAR
Gözlerini açtığında,güneş ışıklarından rahatsız olmuştu.Sabahladığı bankta zorlukla oturduktan sonra,eliyle üstünü başını yoklar.Yaz günü olmasına rağmen gece düşen çiğ nedeniyle üstü nemlenmişti.Sonra kendi kendine:
-Acaba bir gün sıcak ve sevgi dolu bir yuvam olur mu?
Bu soruyu on yaşındaki Samet,sekiz yaşından beri bir çok kereler kendi kendine sormuştu.
Evi yokmuydu?Ya anne babası neredeydi?
Toplumumuzda çoğunlukla yaşadığımız namus cinayetine kurban gitmişlerdi.Baba ömür boyu hapishaneye,anne mezarlığa,beş yaşındaki Samet’te çaresiz Çocuk Esirgeme Kurumuna gitmişti.Buradada bazı nedenlerden dolayı ancak üç sene kaldıktan sonra,birkaç arkadaşıyla kaçarak,açık havada yaşamaya başlamışlardı.
Kolay değildi,İstanbul sokaklarında yada parklarda sabahlamak...Hele on yaşındaki bir çocuk için,tabiki çok tehlikeli ve dikenlerle dolu bir ortamdı.
Bazı geceler,özellikle havanın yağmurlu olduğu günler,annesini öylesine arardı ki:
-Ah annem,şimdi yanımda olsaydın,sana sımsıkı sarılıp mışıl mışıl uyurdum.Neden neden böyle oldu?
Samet,sabahları diğer arkadaşlarıyla çöp bidonlarını dolaşıp,işe yarar bir şeyler arardı.Bir şey bulduklarında satıp,parasıyla çoğunlukla fırından ekmek elıp,karınlarını doyuruyorlardı.Bu olmadığında ise,çöplüklerimize bol bol atılan ekmeklerin iyilerini seçip,karınlarını doyururlardı.
Samet’in üstü başı perişan bir vaziyetteydi.Pantolonunun arkası sökülmüş,dizleri ise yırtılmıştı.Kemer yerinde ise kalınca bir ip kullanıyordu.
En samimi arkadaşı olan ve birlikte yatıp kalktıkları Erol’da,aynı kendisi gibi Çocuk Esirgeme Kurumunda yetişmiş,sonrada kaçmıştı.Yalnız o Samet kadar şanslı değildi,çünkü hayatında hiç anne ve baba şevkati tadamamıştı.O daha birkaç günlükken cami avlusuna bırakılmıştı.
Bazı günler,özellikle karınları tokken ve yüzleri nadiren güldüğünde,hayal alemine dalıp giderlerdi:
-Biliyormusun Erol,şuan ne isterdim?
-Annenin kucağında uyumak.
-Nerden bildin?
-Amma adamsın be oğlum,şu dünyada tatmadığım sadece anlatılanlara dayanarak,başka nerde huzur içinde uyur biz ve diğer çocuklar,hatta koca insanlar.
-Peki Erol,sen en çok ne isterdin?
-Sormana bile gerek yok,daha önce söylediğim gibi annem babam olmasını herşeyden çok isterdim.Kucaklarına almayıp,sadece elimden tutsalar bile,benim için çok büyük bir olay olurdu.
Bu şekilde hayal kurarlarken,bir ara önlerinden babalarının ellerinden sımsıkı tutup,neşe içinde dondurmacının önüne gelen çocuklara dalıp gider ikisi de...
Çocukların dondurmalarını yalamalarından çok gözleri,çocukların babalarının ellerinden sımsıkı tutmalarına takılmıştı.Samet içini çekerek:
-Acaba bir gün bende,babamın elini böyle sımsıkı tutabilecekmiyim?
-Neden olmasın arkadaşım,hapishaneden çıktıktan sonra...
-Çok zor,öğrendiğim kadarıyla ömür boyu hapis cezası almış.
Bir müddet sonra,karınları acıkınca çöp bidonlarının olduğu yere giderler.Onların bu dökük halleri ve yıkanamadıkları için kokmaları yüzünden çoğu insanlar onları gördüklerinde yollarını değiştirirdi.
Bu durum o kadar zorlarına giderdi ki:
-Sanki veremliymişiz gibi bizden kaçıyorlar.
-Haklı değillermi Samet?Şu halimize bak,leş gibi kokuyoruz.
Bir müddet sonra Erol:
-İstersen şu ileridekiler gibi dilenelim biraz,durumu düzelttimi bırakırız.
-Bir daha dilenme lafını duymayayım.Evet aç olup,üstümüz başımız kokabilir ama biz gururlu insanlarız,dilenmek bize yakışmaz.
Samet’in konuşması hoşuna giden Erol,arkadaşının omuzunu sıvazlayarak:
-Haklısın arkadaşım,sen benim konuşmama bakma,ama karnım okadar acıktı ki.
Bu sefer Samet arkadaşına:
-İstersen Çocuk Esirgeme Kurumuna dönelim.
-Hayatta olmaz,oraya gidersem anlattığım gibi beni öldürürler.
Öyle böyle derken,işte hiç istemedikleri akşam olmak üzereydi.Havada bulutlamış,sanki yağmur yağacakmış gibi ortalık birden kararmıştı.Şimdi iş yağmur yağmadan önce,bir apartman girişi bulmaktı.Yalnız yağmur yağdığında Beyoğlunda boş apartman girişi bulmak kolay değildi.Çünkü okadar çok kimsesiz çocuk vardı ki...Hepsinin derdi aşağı yukarı aynıydı,ya üvey anne,baba yada şiddetli baskı...
Gök gürlemeye başladığında bir apartman boşluğu bulmuşlardı.Yalnız burada yalnız değillerdi.İçeride beş tane tinerci çocuk vardı.Önce ikiside tereddüt edip,birbirlerine baktıktan sonra kalmaya karar vermişlerdi.Bir kenara oturduktan sonra Samet,çektikleri tiner ve balinin etkisiyle kendilerinden geçmiş çocuklara:
-Merhaba arkadaşlar,nasılsınız?
İçlerinden biri:
-İyiyiz anam,sizde iyi olmak istiyorsanız,alın şundan çekin.
-Sağ olun,biz kullanmıyoruz.
-Siz enayimisiniz lan,bu tiner çekilmezmi?Çektinmi bir kere ne gam ne keder,kafa o biçim.
Bu sırada şiddetli bir yağmur yağarken,onu destekleyen sert bir rüzgar çıkmıştı.
Tinerci çocuklar,iyice kafayı bulduklarında Samet ve Erol’a tiner çekmeleri için baskı yapmaya başlarlar:
-Burada tiner çekmeyenlere yer yok,ya çekersiniz yada güle güle.
-Ama biz istemiyoruz,siz çekmeye devam edin.
Tek gözü sakat olan iri yarı çocuk:
-O zaman defolun gidin yanımızdan.
-Ama yağmur.
-Defolun lan.
Erol’un kulağına eğilip:
-Çekermiş gibi yaparız,olur biter.
-Evet haklısın,bu yağmurda ne yaparız?
Samet,karşısındaki kıvırcık saçlı çocuğa:
-Göster bakalım,nasıl çekeceğiz?
Gülüşmeler,kahkahalar:
-Ulan nasıl sokak çocuğusunuz?Bakın bana ağzımı ve burnumu tiner ve bali karışımı olan poşetin ağzına tutuyorum,sonra derin derin içime çekiyorum.
Bir başkası lafa karışarak:
-Aslanım şöyle derin derin çek içine,bak o zaman ne açlık ne üşüme nede başka bir şey...Ayakların yerden kesilir.İnan insan bulutların üzerinde yüzüyor sanki.
İlk olarak isteksiz bir şekilde Erol alır içinde bali ve tiner olan poşeti,içine çeker gibi yapayım desede o kadar keskin bir kokudur ki,öksürmeye başlar.Yine kahkaha ve gülüşmeler:
-Adamı hasta etme lan,doğru çek şunu.
Erol,öncekinden çok daha derince içine çektiğinde,şimdiye kadar hiç hissetmediği tatlı bir baş ağrısı ve iliklerine kadar işleyen bir uyuşuklukla kendinden geçer.Gözleri kısılarak,kendini duvara yaslar.
-Hadi aslanım uçma sırası sende.
Samet dışarı bakar,yağmur şiddetini arttırmış kesilecek gibi görünmüyordu.Buradan çıksa sırılsıklam olacaktı,ya sonra üstünü nasıl kurutacaktı?
Çaresiz kendisine uzatılan tiner ve bali karışımı olan poşeti ağzı ve burnuna götürerek hafifçe içine çeker.Tıpkı Erol gibi öksürünce,daha çok çekmesi için uyarı gelir.İçinden:
-Nasıl olsa bir defalıktan bir şey olmaz,devamlı burada kalacak değiliz ya.
Sonra poşetten beş dakikaya yakın bir zaman bali ve tiner koklar.O da biranda kendini rahatlamış,kendini bu dünyadan soyutlamış gibi hisseder.
Aradan bir saat kadar geçtikten sonra,yağmur diner.Samet ve Erol dahil bütün tinerci çocuklar uykuya dalmışlardır.Taki görevlilerin gelip kendilerini kaldırmasına kadar...
Uyandıklarında Samet ve Erol’da müthiş bir baş ağrısı ve kusma...O an içiki içen alkolikler gibiydiler.
Oradan ayrıldıktan sonra,yolda Erol konuşmaya başlayarak:
-Çocuklar bu illeti her gün,her saat nasıl içilerine çekiyorlar anlamıyorum.
-Bence bu içiki gibi bağımlılık yapıyor.
-Ama Samet biran öylesine huzurlu ve mutluydum ki.
-Bunlar sadece birer aldatmaca,yani sahte mutluluk.
Belki o an yanında Samet olmasaydı,Erol o çocuklara katılıp,tiner ve bali çekmeye başlayabilirdi.
Sayılı günler gelip geçmiş,iki kafadarın en çok korktukları kış mevsimine gelinmişti.Gerçi daha kar yağmamıştı ama kuru soğuk insanın iliklerine kadar işliyordu.Şimdi yapılacak tek iş,soğuktan korunmaktı.Yaz aylarında problem değildi,parklar,apartman girişleri...Oysa şimdi kış mevsimindeydiler.
-Samet ben çok üşüyorum ne yapacağız?
-Bende üşüyorum,bir soba başında olmak için neler vermezdim.
-Ben şöyle sıcak bir çorba içmek,daha sonrada içine ekmek doğramak isterdim.
Bulundukları yer Tarlabaşındaki terkedilmiş,yık dökük,çoğu yerleri açık,eski bir yapıydı.
İkisininde karnı acıkmıştı ama,üşüyüp titremekten açlık şuan için ikinci planda kalmıştı.
Çıkış yolu ararlarken Erol’un aklına tinerci çocuklar gelir:
-Gelde şuan tiner yada bali koklama,ne üşümek kalırdı,nede açlık.
-Sen neler saçmalıyorsun Erol,biz bu durumu her sene yaşamıyormuyuz?Eskiden atlatıyorsak bu kışıda atlatacağız.Yalnız güçlü olup,direncimizi yitirmememiz lazım.
-O zaman bir şeyler yapalım,yoksa donacağız.
-Şimdi aklıma geldi,bazı arkadaşlar Cihangir’deki çöplüklere,çok güzel şeyler atıldığını söylemişlerdi.Hadi hemen oraya gidiyoruz,şansımıza İnşallah güzel şeyler çıkar.
-O kadar üşüyorum ki,canım hiçbir yere gitmek istemiyor.Dünden beride doğru dürüst bir şey yemedik,nerdeyse bayılacağım.
-Hadi Erol,güçlü olmak zorundayız,bak göreceksin çok güzel şeyler bulacağız.
Erol,doğuştan zayıf ve çelimsiz biri olduğu için,çok çabuk yorulup,çabuk hastalanıyordu.Zavallı çocukcağız,bu mikroplu ortamda daha ne kadar dayanabilirdi ki?
Halsiz ve bitkin bir şekilde Cihangir’e doğru yola çıkarlar.Beyoğlundan Taksim meydanına doğru yürürlerken,restoranlardan gelen yemek kokuları,onları derinden etkiliyordu.
Bir müddet daha yürüdükten sonra,Erol kaldırıma oturarak:
-İnan Samet hiç halim kalmadı,iki lakoma bir şeyler atıştırsam kendime gelirdim.
-Hadi arkadaşım inan az kaldı az sonra oradayız.
İki arkadaş son bir gayret ile Cihangir’e gelebilmişlerdi.Çöp bidonlarının olduğu yere geldiklerinde,Samet sevinç içinde:
-Ben sana dememişmiydim,bak şunlara ilk gelen biz olamalıyız.Çöpler hiç karıştırılmamış.
Bitkin haldeki Erol,bir kenarda otururken,Samet çöpleri karıştırmaya başlar.Bir müddet sonra gülümseyerek:
-Şansımız yerinde bugün,bak Erol daha yeni atılmış,üstelik poşetin içinde olduğu için ekmekler taptaze,al sen hemen yemeye başla.
Bugün ile birlikte iki gündür yemek,daha doğrusu kuru bir ekmek parçası bile bulup yiyememişlerdi.Erol ekmekten kopardığı parçaları,fazla çiğnemeden yutmaya başlamıştı.Samet’te bir parça koparıp yedikten sonra:
-Şunları kimseler gelmeden iyice karıştırayım.
Diyerek,iştahlı bir şekilde çöpü karıştırmaya başlar.Tam:
-Fazla bir şey yok.
Diyecekken eline kalın ve yumuşacık bir şey gelir.Etrafını açıp,çekmeye başladığında bunun bir palto olduğunu anlar.
-Erol sana müjdeli bir haberim daha var.
-Söyle çabuk.
-Yanılmıyorsam bir palto buldum,az sonra çıkar.
Biraz uğraşıdan sonra Samet,bu eski ve arkası yırtık paltoyu çıkarmayı başarır.Paltoyu Erol’a uzattığında:
-Bu benim mi artık?
-Evet arkadaşım senin,güle güle giy.
-Çok iyisin Samet,artık üşümem herhalde oldukça kalın bir palto.
Paltoyu üstüne giydiğinde,geniş ve uzun olduğu için adeta içinde kaybolup gitmişti.Bu arada Samet çöpleri karıştırmış,kendinede kollarının dirsek kısımları geçmiş bir kazak bulur.Bir kaçtanede karton koli ayarladıktan sonra,dönüş yoluna koyulurlar.
Kış ayında olunduğu için,inceden yağmur çiselemeye başlamış,daha sonrada kara dönüşmüştü.
Samet ve Erol,eski harabe şeklindeki kaldıkları yere geldiklerinde,sağdan soldan buldukları çeşitli malzemelerle,yağan kardan korunmak için ufak bir sığınma yeri yaparlar.Şimdilik yağan kar etkisizdi ve kendilerine ulaşamıyordu.Erol,sıcacık paltonun içinde:
-İyiki gitmişiz oraya hem karnımız doydu,hemde uzun süredir hayalini kurduğum bir paltom oldu.
-Bundan sonra iki günde bir oraya gideriz,ama diğer çocuklara oradan sakın bahsetme,paltoyu sorarlarsa şu ilerideki çöp bidonlarının birinde bulduğunu söylersin.
-Sen hiç merak etme,kimseye bir şey söylemem.
Samet’de çöpten bulup getirdiği kalınca olan kazağı giydikten sonra,ikiside uyumaya karar verip,birbirlerine iyice sokulurlar.
Bu arada kar yağışı şiddetini artırarak,bütün İstanbul’u bembeyaz bir örtüyle kaplar adeta...Zifiri karanlıkta iki arkadaş birbirlerine sarılarak,uykuya dalmışlardı.
Samet,sabah olupda gözlerini açtığında,derme çatma kapattıkları ve sabahladıkları sığınağın açık deliklerinden karın beyazlığını görmüştü.Yanındaki arkadaşı Erol’u dürterek uyandırmak istemiş,fakat o hiç oralı olup,karşılık vermemişti.Tekrar deneyerek:
-Erol kalk hadi,karnım zil çalıyor.
Fakat yine ses yoktu.İçerisi tam aydınlık olmadığı için,ön taraflarındaki mukavva kartonlardan birini alınca,acı gerçekle yüz yüze gelir.
Evet,Erol’un güçsüz bedeni,bu hayat şartlarına daha fazla dayanamayarak iflas etmişti.Yani Erol ölmüştü.Samet dışarı çıkarak bağırmış,yardım istemişti.Fakat ne gelen olmuş,nede bağırtılarına bir karşılık veren.
Göz yaşları içinde caddeye doğru koşmaya başlayan Samet,içi yanık olarak feryad ederken:
-En yakın dostum Erol gitti,şimdi ne yapacağım?
Bir sokak çocuğu için en zor sorulardan biriydi bu:
-Şimdi ne yapacağım?
Caddeye çıktığında,az ilerideki polis karakoluna giderek durumu bildirir.Çok geçmeden de bir ambulans gelip,Erol’un cansız bedenini alarak gider.
Samet,iki seneye yakındır beraber yaşadığı,arkadaşı Erol’un ölümünden sonra,uzun zaman sonra kendini yapayalnız ve çaresiz hissetmişti.
Karakoldaki polislerin kendisine acıyarak verdikleri yiyeceklerle o günü geçirmişti.Akşam olupta kaldıkları yere döndüğünde,gözleri dolmuş:
-Keşke ölmeseydin kardeşim,şimdi ben nasıl yapacağım?
Samet,zifiri karanlık,doğru dürüst yaşayan kimsenin olmadığı bu yerde kalmaya korkuyordu.Yaz olmuş olsa apartman girişleri,parklar ışıl ışıl aydınlık yerlerdi.
Şuan,başka kalacak yer olmadığı için,bu zifiri karanlığa alışmak zorundaydı.Erol’dan kalan paltoyu giydikten sonra,ilk defa ısındığını hissetti.Sonra kendi kendine:
-En iyisi uyumayayım,ne olur olmaz çok korkuyorum.Hava aydınlandığında istediğim kadar uyurum.
Kararlıydı sabaha kadar uyumamaya,güzel şeyler düşünüp,onların verdiği hazla zaman geçirecekti.
-Ah anam şimdi olsaydında,korkusuzca sıcacık koynunda uyusaydım yada babamla aranıza yatıp,geç saatlere kadar sohbet etseydik.
Göz kapakları ağırlaşmaya başlamış,içine girdiği paltonunda sıcaklığıyla tatlı bir uyku bastırmıştı.
-Kardeşim olsaydı yada bir abim şimdi böyle yalnız,boynu bükük kalmazdım.
Samet’in küçük bünyesi daha fazla dayanamayıp,göz kapakları kapanıvermişti.Sabah olduğunda ise karnı açlıktan guruldamaya başlamıştı.Bir müddet düşündükten sonra,en son Erol ile gittiği Cihangire gidip çöplenmeye karar verir.Yalnız önemli bir problemi vardı.Ayağındaki eski ayakkabılar görevlerini yapmayıp,su geçirmeye başlamışlardı.Peki ne yapmalıydı?Düşündü,taşındı ayakkabılarına polislerin verdiği yiyecek poşetlerini geçirecekti.
Yola koyulupda,İstiklal cadesine çıktığında,çoğu gözlerin kendi üzerinde odaklandığını fark etti.
Samet’in üstündeki büyük adam paltosu ve ayaklarına bağladığı ayrı renklerdeki poşetler,insanların ister istemez dikkatini çekiyordu.O da alışmıştı artık insanların kendisine acıyarak bakmalarına yada korkunç bir yaratıkmış gibi onu gördüklerinde yönlerini değiştirmelerine...
Sonunda Cihangir görünmüştü.Bu arada havada açıp,etrafı güneş ışokları ısıtmaya başlamıştı.
Çöp bidonlarının olduğu yere geldiğinde,etrafına bakınır.Aynen geçen sefer geldikleri gibi,ortalık sessiz ve sakindi.Yavaş yavaş çöpleri karıştırmaya başlar.Belli bir müddet sonra,daha yeni atıldığı içindeki pizzalardan belli olan kutudan birkaç lokma atıştırır.Kutuyu bir kenara koyup,çöpü karıştırmaya devam ettiği sıra sevinç içinde:
-Bu bir bot!Yalnız teki,teki nerede?
Çok çabalıyordu ama,bir türlü botun öbür tekini bulamıyordu.
-Yalvarırım Allah’ım şu tekinide bulayım yoksa ayaklarım donacak.
Son bir tane çöp bidonu kalmıştı,dua ederek iyice karıştırdı,maalesef yoktu.Çaresizlik içinde,pizza kutusunu koyduğu kaldırıma oturup,ağlamaya başlamıştı.
Aradan beş dakika geçmiştiki,omuzuna bir el dokunur.Arkasına dönüp baktığında,yaşlı bir amca dikiliyordu.Göz yaşları,adamın yanaklarından süzülüp yanaklarından aşağıya süzülüyordu:
-Ağlama evladım?
Samet’in başını sıvazladıktan sonra,cebinden çıkardığı mendille göz yaşlarını siler.
Yaşlı adamın ağlamasına bir anlam veremeyen Samet:
-Amacacım sen neden ağlıyorsun?Bak ayağında yepyeni botların,üstündede kapkalın bir palton var.
Adam bu konuşma karşısında hepten kopmuş,hıçkırıklara boğulmuştu.Biraz sakinleştikten sonra:
-Ah be evladım,beni geçmişime götürerek bazı şeyleri hatırlattın.Zamanında bende senin gibi sokaklarda yaşayıp,büyüdüm.Seni pencereden gördüğümde ise biranda kendimi yine o eski günlerde buluverdim.
-Amca sen zenginmisin?
-Geçinecek kadar.
Bir müddet düşünen yaşlı adam,cebinden bir miktar para çıkarıp Samet’e uzatır:
-Kabul edemem amca,ben dilenci değilim.
-Yapma be evladım,yaşlı olabilirim ama sizlerden biri olduğumu unutuyorsun.Hem ben bu parayı sana borç olarak veriyorum,ileride ödersin.Keşke yarın izmir’e taşınıyor olmasaydık,inan senin elinden tutup yardımcı olmaya çalışırdım.Sen şimdi beni burada bekle evladım,birazdan geleceğim.O çöpten aldıklarınıda,geri at.
Yaşlı adam aradan on dakika geçmiştiki,elinde iki poşetle gelerek:
-Bunlar senin,içinde mont ve bot,ayrıca kazak,pantolon,gömlek var.Diğer poşettede yiyecekler...Aslında seni eve götürüp,bir güzel yıkardık ama ev müsait değil,oğlum ve gelinimle birlikte oturduğumuz için,ayrıca hanımın dırdırını gözüm yemediği için kusura bakma eve götüremiyorum.
O an Samet,kıyafet ve yiyecekleri görüp,bir de bu yaşlı adamın aşırı ilgisi sonucunda ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmıştı.
-Her şeyin bir çaresi vardır evladım,hadi şimdi temiz kıyafetlerini giymeden hamama gidiyoruz.Sahi isimlerimizi bile öğrenmedik daha,benimkisi Adnan,ya seninkisi?
-Samet,Adnan amca.
-Evet Samet işte hamama geldik.
Adnan bey kendi elleriyle Samet’i bir güzel keseleyip,yıkar.Çocukcağız iki senedir ilk defa banyo yapmanın mutluluğunu yaşıyordu.Güzelce temizlendikten sonra,Adnan beyin verdiği kıyafetleri giyer.Aynaya baktığında ise ağlamaya başlar.Adnan bey kendisini teselli ederek:
-Ağlama evladım,inan hepsi geçecek.Şimdi de yandaki berbere gidelim.
Saçları da kesilince,ortaya bambaşka bir samet çıkıvermişti.
Dışarı çıktıklarında Adnan bey:
-Evet Samet,şimdi ne yapmak istersin?
-Her zaman gitmek istediğim,ama üstümün pis olmasında dolayı hep kapısından döndüğüm yada döndürüldüğüm camiye gitmek isterim.
-Benim düşünceli oğlum,İnşallah ileride benim çok isteyipte olmamadığım,tanınmış bir hoca olursun.
Bu temenni ve dileklerle camiye girdiklerinde,ikiside duygulanmıştı.
Samet,uzun zamandır isteyipte gelemediği Camide,kendini Allah’a daha yakın bulmanın huzuru içinde,ellerini açıp,dua etmeye başlar:
-Allah’ım bu günü gösterdiğin için şükürler olsun.İleride İnşallah Adnan amcanın dediği gibi bir hoca olup,sana daha yakın olurum.Hapishanedeki babam biran önce çıksın,ölmüş olan annemi ve kardeşim gibi sevdiğim Erol’u Cennetine al Amin.
Camiden çıktıklarında ikiside sanki kuşlar kadar hafiflemiş,adeta kanatlanıp uçacak gibiydiler.
Saat öğle sıralarını bulmuştu,yolda yürürlerken yumuşak ses tonuyla Adnan bey:
-Bak evladım,daha önce dediğim gibi bende sokaklarda yaşadım.İnan bu işin sonu yok,senden ricam beraber Çocuk Esirgeme Kurumuna gideceğiz.Bana da oradan bir daha kaçmayacağına dair söz vereceksin.
Bir müddet düşünen Samet,başını sallayarak:
-Peki Adnan amca,sana söz veriyorum.Bir daha kaçmayıp,senin istedin gibi biri olacağım.Adnan amca seni bir daha ne zaman göreceğim?
-Merak etme koçum,seni telefonla arayacağım.Ayrıca İstanbul’a geldiğimde ilk senin yanına uğrayacağım.
O günden sonra Samet,bulunduğu ortama ayak uydurup,derslerinde de yüksek notlar alarak,göze batmayı başarmıştı.
Adnan bey ise İzmir’e taşındıktan sonra bir kere telefon etmiş,bir dahada ne konuşulmuş,ne de görüşülmüştü.
Zaman,her zaman olduğu gibi su gibi akıp geçmiş,Samet geçen on sene sonunda Adnan beyin ve kendisinin çok istediği hocalık imtihanlarını kazanmıştı.Belli bir süre İstanbul’da görev yapmış,daha sonra da tesadüfmü yoksa Allah’ın kendisine bir armağanımıydı bilinmez tayini İzmir’e çıkmıştı.
Samet,kararlıydı:
-Artık İzmir’de görev yapacağıma göre ne yapıp edip,Adnan amcayı bulurum.
Samet,bildiğimiz cami hocalarından olmayıp,çoğunlukla hepimizin dikkat ve merakını çeken cenaze hocası olmuştu.
İzmir’e geleli fazla bir süre olmamasına rağmen,kısa sürede adını duyurmayı bilmişti.Özellikle cenaze namazından önce ve sonra yaptığı dualarla çoğu insanları göz yaşlarına boğuyordu.Tek üzüntüsü,kendisini buralara taşıyan Adnan beye ulaşamamış olmasıydı.
İzmir’de,İstanbul gibi koca bir metropoldü.Adnan bey,giderken nasıl olsa görüşürüz diyerek,sadece İzmir’e taşınıyoruz demişti.Bu şekilde onu bulması nerdeyse imkansızdı.
Yaşam bu şekilde devam ederken,bir gün hoca arkadaşları bir araya gelip,İzmirin şirin ilçesi Bornova da kamp yapmaya karar verdiklerini açıklarlar.Samet,gitmeye pek niyeti olmadığı için:
-Arkadaşlar inanın içimden gelmiyor,siz gidin İnşallah başka zaman.
-Oyun bozanlık yapma hoca,anca beraber kanca beraber.
Israrlar karşısında,her zamanki alçak gönüllüğüyle,peki der.
Gerçektende görmeye değer bir yerdi Bornava,kamplarının ilk günü hoşça vakit geçirmişlerdi.Onların İlçeye geldiğini duymayan kalmamıştı.Epey zamandır,ilk defa bu kadar çok hoca buraya kamp yapmaya gelmişti.
Sabah kalkıp kahvaltı ederlerken,kamp yerine yaşlı bir bey gelerek:
-Af edersiniz,bir şey soracaktım.
Hocalardan biri:
-Buyurun efendim nasıl yardımcı olabiliriz?
-Şey az ön babam öldü de,ben az ilerideki şu evde oturuyorum.Bizim caminin hocası izinliymiş,İlçedeki camide bayağı uzak.Komşulardan duydum,sizin burada kamp yaptığınızı bende geldim.
Hocalar birbirlerine bakarlarken,konuşmayı dinleyen Samet:
-Merak etmeyin efendim,biz az sonra gelip ilgileniriz.
Hocaların hepsi,adamın tarif ettiği eve doğru yürümeye başlarlar.Samet, okadar cenaze evine gitmişti,fakat şimdiki kadar heyecanlandığını hatırlamıyordu.
Eve giripte,yerde yatan cesedin üstündeki beyaz bir çarşafı kaldırdığında,gözlerinden yaşlar dökülmeye başlar:
-Ah be,Adnan amca bu şekildemi karşılacaktık.
Arkadaşları merak içinde:
-Ne oldu Samet?Merhumu tanıyormusun?
-Evet hemde çok iyi tanıyorum,eğer ben şimdi sizin içinizdeysem,bütün bunları rahmetli Adnan amcaya borçluyum.
Gerekli işlemler yapılıp,sıra cenazenin yıkanmasına gelmişti.Arkadaşlarının:
-Sen bir kenarda otur,moralin bayağı bozuk,biz hallederiz.
-Hayır,ona olan borcumu ödemek zorundayım.
Bundan tam on sene önce,kendisini hamamda bir güzel yıkayan Adnan beyi,şimdi kendisi,göz yaşları içinde yıkıyordu.
Bayram EROL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.