- 889 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İPİN UCUNDAKİ HAYAT... (Denemelerim)
Sene l970.. Mevsim yaz başlangıcı. Aylardan Haziran. Bir Cuma günüydü. Zaman, öğleden sonra bir zamandı. Ege Bölgesi`nin şirin kentlerinden biri. Söke ilçesi.. Aydın ilinin ilçelerinden bir merkez ilçe.
O yıl, yurdun her köşesinde, nüfus sayımına hazırlık yapılmaktaydı.. Binalar cetveli hazırlanıyor, caddeler, sokaklar, meskenler, işyerleri tesbit ediliyor, numarataj işlemleri yapılıyordu. Başbakanlık İstatistik Enstitüsü Genel Müdürlüğü`nce bu işlemler, il ve ilçelerin belediyelerine görev olarak verilmişti. Belediyeler de, kendi bünysince birer ekip oluşturmuş, verilen süre içerisinde, bu tesbit işlerinin tamamlanması emrini vermişti.
Söke Belediyesi`nce böyle bir ekipte, Belediye Zabıta Memuru olarak ben, sivil memurlar ve başımızdada Belediye İtfaiyesi`nden Recep Çavuş, merhum, Recep İÇİREN de vardı.. Görev verilen tüm arkadaşlar, zaman zaman birlikte çalıştığımız olsa da, genelde, ayrı ayrı mıntıkalarda, iki, üç kişilik guruplar halinde çalışırdık. Çalışmalarımız ilerledikçe, arada bir toplanıp çalışmalarımızın durun değerlendirmesini yapar, tekrar birlikte çalıştığımız küçük ekibimizle, kaldığımız yerden çalışmalarımıza devam ederdik..Bizim çalışma ekibimizde merhum Recep Çavuş ve ben vardım.Birlikte çalışırdık.
O Cuma günü de, yine birlikte çalışmaya, sayım görevine çıkmıştık.. Bina sayımına ve numarataj görevine devam ediyorduk.
Kentin Çeltikçi Mahallesi`nde, yeni kurulan Forbes semtinde, numarataj çalışmalarımız devam ediyordu. O semtin ve kentin Batı yakasında, uç taraflarında bulunan yeni sokaklardan birinde çalışıyorduk. Çalıştığımız sokaktan sonra artık, şehir sona eriyor, dağ yamaçlarına serpilmiş zeytin bahçeleri başlıyordu. Burada birkaç yıl öncesinden, bulunduğumuz bu sokağın, az ilerisindeki zeytin bahçesnde, hükumet izni ile hazine arama çalışmaları olmuştu. Fakat, aramalar netice vermemiş, bir şey bulunamamıştı.
O bahçe ile şehri birbirinden ayıran, “ şimdi orası cadde oldu “ eski bir patika yol bulunuyordu. Patika yol, şehrin Kemalpaşa Mahallesi`nden başlıyor, Çeltikçi Mahallesi`nin sınırını çizerek, ileride iki kola ayrılıyor, kolladan biri Savuca köyünde, “ şimdi belde oldu “ , diğeri ise askeri kışlada son buluyordu.
İşte tam, o yolla Çeltikçi Mahallesi`nin son evlerinin birleştiği yerde, numarataj tesbitleri yaparken, ayağının biri diz altından kesik, bir elinde kendirden yapılmış urgan “ ip “, öbür elinde bir bastonla, genç bir vatandaş, bizim yan tarafımızdaki bahçelere doğru geliyordu. Onsekiz ile yirmi yaşlarında görünen bu genç erkek, ağır aksak ilerlemesiyle, yüz ifadesi, çekingen hal ve tavırlarıyla, Recep Çavuş`un gözlerinden kaçmamıştı..Bense, kendimi işime vermiş, aklımda da öyle bir şey olmadığı , o güne kadar da benzer bir olay yaşamadığım için, gence pek dikkat etmemiş, farkına da varmamıştım..Aklımın kenarından bile geçmedi benim.. İşimizle uğraşırken o genç bizim çalıştığımız yere yaklaşıp titrek sesiyle selam verip patika yoldan, zeytinliğe doğru döndü.O tarafa doğru sessizce geçip gitti. Gittiği zeytinliğin patika yolunda az önce, beş-altı kadar büyükbaş ve küçükbaş hayvan duruyordu. Kimisi bağlı, kimisi başıboş olarak otlanıyorlardı. Gencin o tarafa sapmasıyla, o hayvanlara bakmaya gidiyor sanarak, biraz da dikkat etmemiştim..Alıcı gözüyle bakmayışımın bir başka nedeni de oydu..Fakat, Recep Çavuş benden en az l5 – 20 yaş büyük olan, tecrübeli, güngürmüş bir adamdı. Çokta dikkatli bir kişiliği vardı.. İçgüdüleri ve önsezileri ona birşeyler söylemiş olacak ki, özürlü çocuğun ardından uzun uzun bakıp benim yanıma yanaştı. Ve bana :
----- Arkadaş, bu giden gençte bir hal var.. Gidişini ve hareketlerini pek beğenmedim, dedi.Bense, saf bir dille :
----- Boşver ağbi, kimbilir adam nereye gidiyor. Koyunları mı, sığırları mı var garibin.? Belki, onlara bakmaya gidiyordur.Biz, işimize bakalım diye, cevapladım.
Ama, Recep Çavuş kuşkulanmıştı bir kere.İçi rahat değildi. Kafasına takılmıştı. Gidecek, ne olup bittiğini görecek, öylece rahatlıyacaktı.. Çünkü iç güdüsü “- Git, hadi git..Eğlenme..” diyordu. Bana :
----- Sen istersen, devam et. Ben gidiyorum diyerek, bahçeye doğru yöneldi.
O anda benim de içime kurt düştü. Bende meraklandım.Bende, arkasından seğirtip ona :
----- Dur öyleyse, birlikte gidelim. Bende geliyorum. Senin için rahat etsin, dedim.
Recep Çavuş önde birlikte, bahçenin patika yoluna daldık. Patika yolun karşısında, yolun hemen yanından tatlı bir yamaç şeklinde, bahçe başlıyordu.. Sıraya dikilmiş zeytin ağaçları, biz yaklaştıkça sanki, “ Koşun, koşun..Daha çabuk olun “ dercesine, sallanıyor dillenmek istiyordu. Bahçe, arka arkaya dizilmiş piramitler gibi küme küme, tepelerden oluşuyordu.
Birinci tepeyi geçince, az ileride, korkunç bir tablo ile karşılaştık.. Otuz – kırk metre kadar önümüzde, tepe üzerindeki büyükçe bir zeytin ağacında, tüyler ürpertici bir durum vardı. Az önce yanımızdan geçen genç, o zeytin ağacının altında, tek ayak üzerinde dikelmiş, elindeki urganı, ipi, zeytinin kalınca bir dalına bağlamış, bir ucunu da, simit şeklinde halkalaştırıp düğüm atmış, başını , o ipin halkasına geçirmekle uğraşıyordu..
İki arkadaş, koşarak gencin yanına yaklaştık. Kesik ayaklı genç, bizi görünce ipi bırakıp ağacın altına oturdu. Suçlu suçlu, önüne bakmaya başladı.. Onun yanına varınca ben, ipi ağaçtan çözdüm.Katlayıp gencin yanına çömeldim. Recep dayanamayıp patladı. O, gür sesiyle :
----- Delidin mi sen, arkadaş ? Nedir bu yaptığın ? Şu gençliğine, bu yaşına yazık değil mi ? Anana, babana, ailene yazık değil mi ? Hem de böyle, bir Cuma gününde ? Günah değil mi ? Sana yazık değiı mi diyerek, parladı.
----- .............. Gençte, hiç ses yoktu..Derin derin soluk alarak, hiçbir hareket göstermedi. Bu anda ben, konuşmaya başladım :
----- Arkadaş, bizi düşman bilme. Bir derdin varsa söyle.. Neden buna teşebbüs ettin ? Sebebi ne ? Aile geçimsizliği mi, diye sordum.
----- .............. Gençte, yine ses yoktu. Yeniden ısrarla sordum :
----- Yoksa, bir gönül meselesi mi ? Anlat bize, çekinme? Sana yardımcı olmak istiyoruz, dedim.
YAZGININ YAŞLARI...
Sessizliği bozan genç, o anda hıçkıra hıçkıra, yüksek sesle ağlamaya başladı. Candan yürekten hıçkırıyor, düğüm düğüm hıçkırıklar, boğazını tıkıyordu. Gördüğü bu manzaradan, genç yaştaki bu gencin ağlamasından, son derece etkilenip duygulanan Recep Çavuş, daha fazla dayanayıp söze girdi :
----- Ağlama aslanım..Ne var ağlayacak ? Derdini söyle bize.. Anlat ki, yardımcı olalım. Ağlamaktan ne geçecek eline, dedi.
Bu son baskılı ısrar üzerine, gencin ğözyaşları artık, tamamen boşalmış, feryatlar halindeki damlalarca, hıçkırık hıçkırık taşıyordu.. Yüreği kabarmış, susması nasıl mümkün olurdu? Sinirleri iyice boşalmış, dolup dolup taşıyordu. Sakinleşmesi, iyice boşalması için beklemek gerekiyordu. Bir kez daha ben, söze karışıp :
----- Rahat bırak ağbi.. Bırak ağlasın. İçini boşaltırsa rahatlar. Ağlasın bırak diyerek, gence döndüm :
----- Ağla kardeşim. Dilediğince ağla. Rahatlaman için ağlaman gerek..Senin sinirlerin bozulmuş, bakma sen Recep ağabeye.. Sonra da konuşursun , dedim.
Arada bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan sadece hıçkırık sesleriydi. Kısık kısık duyulan sesler..Az sonra, ağlama sessizliğe dönüştü.Genç içini boşaltmış, zehirli yaşlarını akıtıp rahatlamıştı. Hıçkırıklar dindi. Sakinleşti. Genç, titrek ve üzgün bir sesle konuşmaya başladı :
----- Şehrin yabancısıyım.. Sakatım. Nereye gidip iş istediysem, vermediler. Üç gündür açım.. Cebimde beş kuruşum yoktu.. Dilenmek gururuma dokunuyor. Yapamıyorum.. Bu yaşta bana, acı veriyor. İş de bulamıyorum. Aç da yaşanmaz.. Hırsızlık insanlığa yakışmaz.. Tek yol, yine dilenmek kalıyor.. Onu da yapamadığımdan...
Recep Çavuş, gencin sözünü kesti :
----- Peki, Emniyet`e müracaat etmedin mi ? Belediye`ye gitmedin mi ? Ölüm, derdine çare olmazki..dedi. ?
Özürlü genç, aynı umutsuz haliyle :
----- Emniyet`e gittim. Bir çayocağında, kahvede iş buldular. Bu bacakla nasıl çalışırım ?
Genç, derince bir göğüs geçirerek, devam etti:
----- Kızılay`a müracaat ettim.Takma bir bacak istedim.Sırada birkaç kişi var, onlardan sonra sana verebiliriz , dediler..Ardından, kiralık bir takma bacak buldum. İdereten, birkaç gün kullanarak,garsonluk yaptım.. Sonra, o takma bacaklara, benden daha fazla para veren çıkınca, ona kiralık verdiler. Benim param yoktu, yine açıkta ve aç kaldım..
Özürlü gencin öyküsünün burasında, ben lafa daldım . Amacım, hem onu biraz daha konuşturup rahatlatmak, hemde onun hakkında, biraz daha bilgi sahibi olmaktı. Yumuşak bir sesle :
----- Pekiyi, senin kimin, kimsen yok mu ? Yani evin barkın..? Nasıl olduda, ayağını kaybettin ? dedim.
Genç, yeniden derince bir nefes alarak, sözlerine devam etti:
----- Var ağbi, var.. Bir anam var. Birde, övey babam.. Önceleri, bu kesik ayağımda vardı. Sağlamdı.. Cami inşaat işlerinde, minare yapımında usta olarak çalışırken, kaza sonucu bir minare inşaatından düştüm. Ne yaptlarsa, kurtaramadılar. Ayağımın birini, diz altından kesmek zorunda kaldılar.Kestiler.. İlk zamanlar, anam ve övey babam, iyi davranıyorladı. Annem, gizli gizli bana, harçlık parası da veriyordu.
Recep Çavuş meraklanarak, tekrar soruyu tekrarladı :
----- Peki, daha sonra..Ailenden niçin ayrıldın ? diye sordu.
Özürlü genç, sözünün kesildiği yerden, anlatmaya başladı yine :
----- Övey babamdan olma çocukları da biraz büyüyünce, ailede ben, ağır gelmeye başladım. Birgün geldi. O evde fazla olduğumu iyice anladım.. Çünkü, anam ile övey babam, geceleri geç saatlere kadar kavga ediyorlardı.Huzurları kalmamıştı.. Ben, fazlaydım evde..Bu kesindi. Bir sabah , anamla konuştum. O da bana hak verdi.Boynunu büktü. Evden ayrıldım. Daha sonra, anlattığım gibi birkaç gün Söke`de çalıştım. Üç gün önce param bitti. Dilenmemek için üç gün çabaladım.Direndim.. Hırsız olmamak için inat ettim. Ama açlık... Açliğa dayanılmıyor. Bugün Cuma.. Kocacamiye gittim. O çarşı içindeki büyük camiye.. Orada avuç, mendil açtım.. Dilendim. Altı buçuk lira para tpladım. Üç buçuk lirasıyla bu urganı, ipi aldım. Bir de, gevrek.. Geldim buraya. Ne vardı, biraz daha geç gelseydiniz..? Gelmeseydiniz ne olurdu ? Ama, geldiniz.. Böylesine yaşamaktan kurtulacaktım..Bırakmadınız.
Recep Çavuşla ikimizin gözlerimiz, dolu dolu oldu. İçimiz sızlarken dinledik bu öyküyü.. Kalktık. Gencin koluna girdik.. Bastonunu eline verdik. Birlikte, zeytin bahçesinden yola çıktık..İstatistik ve sayım işleri bir başka kalmıştı artık. Az sonra Emniyet`in önündeydik. Durumu, görevli polislere özetledik.. Polislerle birlikte, aramızda bir miktar para topladık. Özürlü gencin cebine bu parayı soktuk. Daha sonra da karnını doyurup Emniyet`e teslim ettik..
Aradan birkaç gün geçmişti. Kentin Albayrak Caddesi`nden Batı`ya doğru, görev yerine gitmek üzere ilerlerken, ardımızdan gelen bir ses duyduk.. O özürlü genç, caddenin sağ tarafındaki, Candal oteli önünde oturmuş, bize sesleniyor, el sallıyordu. Yüzüne renk gelmiş, dudakları gülmey öğrenmişti. Kalbi, yaşamann umuduyla çarpıyor, insanlara sevgiyle bakıyordu. Yeniden yaşamanın mutluluğuydu bu.. Yokluğun başlayacağı yerde, tekrar doğmak gibi, insanları sevmeyi öğrenmek, varolmanın son anını yaşamak kadar..
Suat TUTAK
04.06.1980
SÖKE
İPİN UCUNDAKİ HAYAT... (Denemelerim) Yazısına Yorum Yap
" İPİN UCUNDAKİ HAYAT... (Denemelerim)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.