- 851 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇIRAK
Gonca Hanım, akşam yemeğini hazırlıyordu. Kocası Hüsnü ile oğlu Ali, sofranın gelmesini sabırsızlıkla bekleyenlerdendi. Hüsnü, zamanı değerlendirmek üzere birbirine karışmış sakalını okşayarak:
-“Hanım, bugün aklıma Ali’nin geleceği ile ilgili güzel bir fikir geldi!”dedi.
-“Neymiş! Güzel olan fikir?”
-“Biliyorsun oğlumuz okulu bitirdi. Kısa yoldan ha-yatını kazanması için onu Kalaycı Murtaza Usta’nın yanına çırak olarak vermek istiyorum, annesi olarak sen ne dersin?”
-“Olmaz derim!”
-“Hayret doğrusu! Bunca yıldan beri beraber bir yastığa baş koyuyoruz bir defa olsun benimle hemfikir olmadın.”
-“Tabi ki olmam! Ali, mesleğinin yanında hokkabazlığı da öğrenerek size benzememesi için olmam.”
-“Başkasının hokkabazlığından bana ne? Önemli olan, çocuğun zanaatkâr olarak yetişmesidir. Üstelik beni başkalarının konuları ile özleştirmeye çalışıyorsun.”
-“Peki, peki, bu kalaycılık mesleği senin aklına iyice sardı. Sana ne söylesem faydasız. İlerde kafasını vuracak olan sensin.”
Yemek, gergin atmosfer içinde geçti. Hüsnü, alelacele sofradan kalkarak Murtaza Usta’nın evine gitti. Beraber, saatlerce konuştular. Konu Ali’nin çıraklığına gelince:
-“Murtaza Usta! Oğlum sana emanet. Eti senin kemiği benimdir. Onu iyi bir usta yetiştirirsen eğer, yaşadığımız müddetçe sana minnettar kalırız.”
-“Sen merak etme, onu elimden geldiğince iyi yetiştireceğim.”dedi.
Ali, sevinç içinde sabah erkenden dükkâna gitti. Mur-taza Usta, onu karşısına alarak, babacan tavrıyla dakikalarca nasihat çekti. Ali, böylece mesleğe ilk adımını atmış oldu. Günler, doludizgin geçerken, Ali, kalfa yardımcılığına terfi etti. Üstelik yalın başına, köylere giderek kalaylamak için kap toplar oldu.
Murtaza Usta, zanaatının yanı sıra şiirsel esperili konuşmalarından dolayı çevresinde, çağın Karagöz’ü ile Hacivat’ı, Nasrettin Hoca’sı, Kavuklu Meddah’ı, sünnet eğlencelerinin ar-anan aktörüdür. Onun bu yeteneği, atalarından geliyor. Bilgisi ile yeteneğini hiçbir zaman para karşılığında satmamıştır. Öğrenmek isteyenlere, karşılık beklemeden öğretiyordu.
Ali de öğrenmek isteyenlerden birisidir. Mesleğinin yanı sıra, ortaoyun sanatını da öğreniyordu. Evde kimsenin olmadığı günlerde, ayna karşısına geçip ustasından öğrendiklerine kendi bilgisinden de katarak; saatlerce prova yapıyor. Belli ki geleceğin meddah ustalığına namzetti.
Bir defasında Gonca Hanım, Ali’yi ayna karşısında kendi kendine vücut dili ile konuşurken görünce, oğlunun cinlere karıştığını söyleyerek köylüyü başına topladı. Köyden ileri gelen aklıselim kişiler, Ali’nin cinlere karışmadığını, onun davranışı, tamamen ortaoyunu olduğunu ikna edinceye kadar oldukça zor anlar yaşadılar.
Ali, Annesi’nin bu tepkisinden dolayı ortaoyununu bırakmak zorunda kaldı. Oysa bütün emeli, zanaatının yanında us-tası gibi iyi bir kavuklu meddah olmaktı. Ama annesi, ona analık haklarını hatırlatınca, duygularına gem vurmak zorunda kaldı. Mecburiyetten dolayı zanaatına iki elle sarıldı. İçerikli ça-lışmasının neticesinde mesleğinde nitelikli bir kalfa oldu. Üstelik ismi kalfalar arasında yerini aldı. Murtaza Usta, onun zanaatkar yönü ile iftihar ederken, ortaoyunundan uzak kalışını üzülüyordu. O, bunları düşünürken, Ali, ateş üzerinde tavladığı bakır kapları titizlikle kalaylayıp dükkânın duvarına sıraladı. Kalaylı kaplar, güneş altında ayna gibi parlıyor; bakanların göz ferini alıyordu. Kalayladıklarını ustasına göstererek, eksiklerinin olup olmadığını; var ise neresinde olduğunu sordu. Usta, sorusuna cevap ararken, yanlarında bir adam bitti. Belli ki yabancıydı. Eğer tanış bir sima olsaydı, mutlaka usta’nın adını kullanırdı. O, nedense selam vermeye bile lüzum görmeden, duvara sıralanmış kalaylı kaplara doğru ilerledi. Onun bu davranışı, Murtaza Usta ile Ali’nin dikkatlerini çekti.
Murtaza Usta, Ali’nin bıçkınlığının yanı sıra adrestik davranışlarını iyi biliyordu. Ola ki yabancıya karşı istenmeyen davranışlarını önlemek için onu eve gönderdi. Ali, ustasının davranışını beğenmemesine rağmen mesele çıkarmadan dükkânı terk etti. Yol boyunca, vücut dili ile konuşma dilini birleştirerek yoluna devam etti. Aslında onun sergilediği ortaoyunun ta kendisiydi. Onu bilenler, pencerelerden alkış tuttular. Bilmeyenler, deli diye dudak büktüler.
Murtaza Usta, yabancının davranışlarını daha fazla dayanamadı:
-“Beyim! İn misin, cin misin? Görüyorsun ki bu dükkanda yaşayan birileri var. Ola ki bizleri görmedin. Ama dostlara verilen selamı da unutmuşa benziyorsun. Belli ki senin bir derdin var. Buyur şöyle otur! Seninle biraz lâflayalım. Belki yardımım dokunur.”dedi.
Yabancı, Usta’nın gösterdiği iskemleye eğreti bir şekilde oturdu. Her an panikleyecek gibi görünüyordu. Usta, onu çözmek maksadıyla nereden geldiğini sordu. Yabancı, ağzını açıp söylemeye çalıştı ama sustu. Oysa yabancı kekeme imiş. Usta, onun utancından doğan stresini gidermek için dakikalarca konuştu. Arada bir ona sorular sordu. Lakin cevap alamadı. Ortam iyice ısınınca, zor olsa da anlaşmaya vardılar.
Yabancının adı Murat. Yakın bir köyde oturuyor. Üstelik düğün sahibi. Oğlunu evlendirecek. Düğünde kullanılacak kazanlar ile bakır kapları kalaylatmak için Murtaza ile kalfası Ali’yi, köyüne götürmek üzere gelmiş. Usta ise ellerindeki işleri bitirdikten sonra gelebileceklerini söyledi. Yabancı, söz alınca köyüne döndü. Murtaza Usta ile Ali kalfa, ellerindeki işleri bitirmek için hummalı bir çalışma içine girdiler. Günlerce durup dinlenmeden çalıştılar. Usta’nın bilgisi, Ali’nin tükenmeyen gençlik gücü sayesinde ellerindeki işleri gününden evvel bitirdiler.
Ali, ilk kez başka bir köye çalışmaya gidecekti. Arkadaşlarına karşı yaptığı kaprisler, sevenlerini üzdü. Bu konu, ustasına ulaştı. Murtaza Usta, onu bir kenara çekerek:
-“Yaptıkların kulağıma geldi. Oysa sen, hem zanaatkâr, hem de sanatkârsın. Birçok konularda arkadaşlarına örnek olacağın yerde, çocukça davranışlarınla hem arkadaşlarını, hem de beni üzdün.”dedi.
-“Özür dilerim usta! Yaptıklarımdan dolayı utanç duyuyorum. Bundan böyle asla tekerrür etmeyecektir.”
Onlar, malzemeleri katırlara yüklediler. Sevenleri ile vedalaştıktan sonra yollara düştüler. Dağları aşıp vadi içine gizlenmiş köye ulaştılar. Onları düğün sahibi Murat karşıladı. Usta, malzemeleri katırlardan indirmeden önce yer tespiti yaptı. Beğendiği münasip bir köşeye malzemeleri indirdiler. Ali, kumları eleyip bir kenara harmanladı. Ocağı hazırlayıp kömürleri istifledi. Son olarak körüğü yerine yerleştirdi. Böylece tezgâhı hazır duruma getirdi. Ne var ki günün yorgunluğuna yenik düşmüştü. Ustasından izin alıp erken yattı. Usta, onun uyuduğundan emin olunca; dostlarını bir arada görmek üzere kahvehaneye gitti. Sevenleri onu kapıda karşıladılar. Arkadaşlarıyla geç saatlere kadar beraber oldu. Yorgunluk alameti onu da sarınca, dostlar meclisinden izin alarak; kendisi için tahsis edilen eve gitti.
Ali, sabah erken işbaşı yaptı. Bakır kapların eskimiş kalaylarını kumlarla temizliyordu. Köyün çocukları, meraklarını gidermek için onun başına toplandılar. Bazıları, onun hareketlerini merakla izlerken, bazıları da gülüyorlardı. Ali, onların varlığından rahatsız olmuştu. Bir ara kovmak geldi aklına. Ne var ki oranın sahipleri onlar, misafir olan kendisiydi. Ali, bazı gerçekleri hatırlayınca, diyoluk kurmanın yollarını aradı. Ustasından öğrendiği oyunlar geldi aklına. Onların beklemediği bir anda karagöz ile Hacivat oyununu sergilemeye başladı. Çocuklar, şimdiye dek böyle bir oyun görmedikleri için ne yapacaklarını bilemediler.
Ali, hazır seyirci bulmuşken rolünün hakkını vermeye çalışıyordu. Murtaza Usta, çocukların şakşak seslerini kahvehaneden duydu. Bunun ne anlama geldiğini çözmüştü. Kimseye çaktırmadan oradan ayrıldı. Ali, ustasının geldiğini gördü: “Arkadaşlar, Oyunu burada kesiyorum. Kalan kısmına akşam devam ederiz.”dedi. Çocuklar onu işi ile baş başa bırakarak evlerine dağıldılar. Usta, çocukların gittiklerini gördü. Olanlardan haberi yokmuş gibi:
-“Kolay gelsin evlat!”dedi.
-“Teşekkür ederim usta!
-“Gördüm ki kısa zaman içinde arkadaş edinmişin?”
-“Sayende oldum usta!”
-“Niçin benim sayemde olsun ki?”
-“Senin yanına çırak olarak girmeseydim, şimdi burada olur muydum?”
Usta, onu duymazlıktan gelerek işin bir ucundan tuttu. Gün boyu sıkı çalıştılar. Akşam gösteri yapacaklarından dolayı işi erken bıraktılar. Düğün sahibi Murat, yanına birkaç delikanlı alarak, sahneyi hazırladılar. Işıklandırmak için gemici fenerleri ile lüks kullandılar. Herkes oturacağı minderi kendisi getirdi. Murat, Usta ile Ali’nin hazır olduklarını görünce, ev sahibi sıfatıyla sahneye çıktı:
-“Arkadaşlar, gösteri için Murtaza Usta’ya ricada bulundum. Sizlerin namına yaptığım bu ricamı kabul etti. Kendisine sizin huzurunda teşekkür ediyorum.”dedi.
Murtaza usta ile Ali, gösteriye başladılar. Herkes, pür dikkat oları izliyordu. Oyunun son perdesi de bitince, büyük bir alkış koptu. Mükemmel bir gösteri sergilediler.
Ali ilk kez böylesine heyecanlanmıştı. Üstelik sergiledikleri oyundan dolayı ayakta alkışlandılar. Kendilerine bir kez daha güven geldi.
Ali, sevinçten sabaha dek uyumadı. Zanaat ile sanatın arasında ikilem yaşıyordu. Akılcı düşünemeyince, ustasına danışmaya karar verdi. Sabah erken tezgâha gitti. Ocağı ateşleyip körüklemeye başladı. O esnada Usta geldi:
-“Günaydın evlat! Akşam oldukça başarılıydın.”
-“Günaydın usta! Her şey senin kontrolün altında gerçekleşti. Alkışlanacak birisi var ise o da sizsiniz! Ben ise sizin yaka cebinizdeki mendiliniz oldum. Başarıya gelince, bana ver-diğiniz güvenden.”dedi.
Usta, onu dinlerken, onun büyüdüğünü fark etti. O, çırak Ali değildi. O gün ellerindeki işleri bitirdiler. Uzaktan, birer ikişer davetli gelmeye başladı. Ortam oldukça kalabalıklaştı.
Murtaza Usta, kıyafetlerinin düğün merasimine uygun olmadığından dolayı köye dönmeye karar verdiler. Sevenleri, ona ne söyledilerse gitmesine engelleyemediler. Onlar, eşyalarını katırlara yüklediler. Dostları ile vedalaştıktan sonra geldikleri gibi köylerine döndüler. Köylüler, onları özlemiş olacak ki oldukça sıcak karşıladılar.
Ali, arkadaşları ile buluştu. Özlemini giderdikten sonra yaşadığı maceralarını, en ince ayrıntılarına kadar abartarak anlatmaya başladı. Akranları, onu imrenerek dinliyorlardı. Onlar dinledikçe, Ali daha fazla atıyordu. Atmalar öyle bir boyuta ulaştı ki:
-“Arkadaşlar, bütün canlıların uyuduğu saatlerde, tuvalet ihtiyacımı gidermek üzere avluya çıkmıştım. İnanın ki ayakta uyuyordum. O esnada gökyüzünde köpek havlaması duy-dum. Birilerine haber verecektim ama bir anda kayboldu.”dedi. Arkadaşları, onun anlattıklarını ebeveynlerine taşıdılar. Kimisi gülüp geçti. Kimisi ise anlatılanlar dikkatini çekmiş olacak ki köy kahvehanesinde tartışmaya açtı. Köylünün yarısı Ali’ye destek verirken, diğer yarısı yalan olduğunu savundular. Köyün muhtarı Zeynel, olaya el koyarak:
-“Beyler, bu işin tadı kaçtı! Hiç yokken köy ikiye bölündü. Müdahale etmesem işi kavgaya dönüştüreceksiniz. Bu iş-in doğrusunu Murtaza Usta bilir. Ne var ki o da kentte inmiş. Üstelik ne zaman geleceği de belli değil.”dedi.
Muhtar Zeynel, Ali’yi evden çağırtıp hikâyeyi tekrarlattı. Oysa Ali, arkadaşlarını heyecanlandırmak için bu hikâyeyi uydurmuştu. Ne var ki uyduruk hikâye, köyü ikiye böldü. Söylediklerinden pişman olacağına, nedense inatla arkasında duruyordu. Bu esnada Murtaza Usta’nın şehirden döndüğü duyuldu. Ali, ustasının geldiğine sevinmedi. Çünkü uydurduğu onca yalanlarını onun açıklamasıyla herkes öğrenecekti. Bir an itirafta bulunmak istedi. Ama nedense gururu engelledi.
Muhtar, Murtaza Usta’ya gelmesi için haber gönderdi. Onu bekleyen meraklı gözler, Ali’nin üzerinde yoğunlaştı. O ise hatasını kabullenmemekte direniyordu. O esnada bir çocuk sesi duyuldu.“O, geliyor!”dedi.
Nihayet beklenen bilirkişi Murtaza Usta geldi. O, onca köylüyü bir arada görünce:
-“Hayırdır muhtar, beni neye çağırdın?”dedi.
-“Usta seni buraya çağırmakla kabalık yaptığımızı biliyorum. Ama bir konuyu aydınlatmanı istiyoruz”
-“Neymiş aydınlatmamı istediğiniz konu?”
-“Ali, arkadaşlarına bir hikâye anlatmış. Anlattığı hikâye köyü ikiye böldü.”
-“Hayret! Neymiş bu hikâye?
-“Ali, gecenin geç saatlerinde tuvalete çıkmış. İhtiyacını giderirken, gökyüzünde köpek havlaması duymuş. Bu hikâyeye bazı arkadaşlar inandı, bazıları ise böyle bir şey olamaz diye inanmadılar. İşin doğrusunu senden öğrenelim dedik”
Murtaza Usta, Ali ile göz göze geldikten sonra:
-“Arkadaşlar, anlatılan hikâyeye inanmak zor. Hayıflanmakta haklısınız. Aslında bu olayı ben de gördüm. Ama kimseye anlatmadım. Çünkü inanılacak bir şey değil. Demek ki bu olayı Ali de görmüş olacak ki arkadaşlarına anlatmış.
O gece dolunay vardı. Kartal familyasından bir kuş, çaldığı köpek yavrusunu bağırta bağırta götürüyordu.”dedi.
Onca, kişi onu dinledikten sonra gönülsüz olsalar da Ali’den özür dilediler. Usta, çırağını yanına alarak kahvehaneden uzaklaştılar. Yolda giderken:
-“Bir daha yalan yanlış hikâyeler uydurarak, sevenlerini aldatma. Gün gelir, yitirdiğin sevgiyi arar olursun.” dedi
Ali, o günden sonra toplum ile barışık, yalansız yaşamayı öğrendi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.