- 780 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
HÜCREEVİ - 1
1996 yılının sanırım Haziran ayıydı. Artık güneşin, sıcaklığını insanlardan kıskandığı bir öğle sonrasıydı. Kim bilir, belki de vakit ikindiye gelmişti de kendini bizden saklıyordu. İşte öyle bir zamandı. Biz yine mutad görevimiz gereği altımızda zırhlı Renault Toros marka ekip otosuyla İstanbul’un varoşlarında dolaşıyorduk. Arabada üç kişiyiz. Ben, Hüseyin ve Kemal. Ben yine dilime doladığım bir türküyle sokak gürültüsüne aldırmaksızın arkadaşlarıma ziyafet çekedururken bir anons aldık:
“Merkez 43 26.”
“43 26 dinlemede merkez.” dedim.
“Acele şubeye intikal ediniz.”
“Anlaşıldı merkez.” dedim ve otoyu süren Hüseyin’e biraz da takılarak:
“Hadi bakalım çömez… Şubeye gidiyoruz. Bana bak yolu bilmiyorsan rehber isteyelim.” dedim. Hüseyin her zamanki gibi bana bir Kadir İnanır bakışı fırlattı:
“Rehber gelsin de ona yolları öğreteyim ağabey. Sen ne diyorsun? Bak şimdi nasıl gidiyoruz.” der demez el çabukluğuyla tepe lambasını kaptığı gibi otonun üzerine yerleştirdi ve sirene basmasıyla gaza basması aynı anda oldu. Arkada oturan Kemal biraz da rahatı bozulduğundan olacak ki Hüseyin’e bağırdı:
“Ne yapıyorsun oğlum ya..? Yavaş gitsene.” Bu arada ben gülmemi zulalamakla meşgulüm. Hüseyin otonun aynasından Kemal’e bakarak cevap verirken hızı biraz daha arttırdı:
“Abi duymadın mı? Acele intikal ediniz dedi ya merkez.” dedikten sonra da bana bakıp göz kırparak gülmeye başladı. Otomuzun camları açılma kabiliyetinden mahrumlar. Komple kurşungeçirmez yaparlarken ayrıca hava geçirmez de yapmışlar. Bu sayede millet bizi elli metreden tanıyor. Nasıl tanıyor dersiniz? Şimdi otoyu zırhlı yaparlarken camlar açılmaz duruma gelince biz de hava almak için veya biraz olsun serinlemek için ister istemez kapıları ellerimizle tutarak kısmen açık bırakıyoruz. Bu, otomuz son sürat giderken de böyle, normal ring görevi yaparken de böyle.
Hüseyin’in, yol vermedikleri için birkaç sürücü vatandaşa bağırmasının dışında vukuatsız şubeye gelebildik sonunda. Kemal’le ben otodan inip şubenin olduğu bloka doğru yürürken, Hüseyin de otoyu park etmekle meşguldü.
Şubeye diğer ekiplerden de çağırılanlar olmuş. Bir de operasyon ekibi var. Genç komiser, elinde evraklarla bize operasyonun hedefini, içeriğini ve bitiminde yapılacakları seri bir şekilde anlattıktan sonra:
“Tamam mı arkadaşlar? Var mı sorusu olan?” dedi ve soru gelmeyince:
“Haydi arkadaşlar… Dikkatli olun. Hata yok, biliyorsunuz. Allah yardımcımız olsun.” dedi. Biz de; “âmin, sağ ol” dedikten sonra tekrardan otolarımıza binmek üzere şubeden çıktık.
Kemal arka koltukta, elinde kaleşnikof marka silahla tepkisizce etrafı seyrediyor. Hüseyin, şube çıkışında yaktığı sigarayı bana inat somura somura içiyor. Gerçi ben de kullanıyorum ama otoda asla içmiyorum. Çünkü sigara içildiğinde otonun içi adeta tilki yuvasına dönüyor. Hani tilki avına gidenler tilkiyi yuvasından çıkarmak için ateş yakıp içeriye duman gönderirler ya, işte otonun içi de öyle oluyordu. Ben de can kulağımla telsizi dinliyor ve anonsları kaçırmamaya çalışıyorum. Genel kanaldan yakın kanala geçmişiz, konuşmalar daha bir özgürlük kazanmış durumda. Çünkü yakın kanal, birbirlerine yakın mesafede olan ekipler kullanabiliyor. Telsizdeki konuşmalardan operasyona katılanların moralmen çok iyi oldukları anlaşılıyor.
Operasyon noktasına yakın yerde parkeden ekip otoların yanına bir iki memur bırakıldıktan sonra, kalan biz diğer Polisler üzerlerinde çelik yelek ve çelik başlıklar, ellerinde uzun menzilli silahlar ve telsizlerle hızlı bir şekilde hedefe doğru ilerliyorduk.
Operasyon düzenleyeceğimiz yer, bir ev. Evde normal aile görünümünde bazı örgüt militanlarının olduğunun ve cephanelik olarak da kullanıldığının bilgisini almıştık. Semt olarak da Bağcılar bölgesinde bir yerdeydik. Binaya geldiğimizde asıl operasyonu yapacak olan arkadaşlar kısa bir süre durdular, görüş alışverişinde bulunduktan sonra;
“Haydi, Allah korusun” dediler ve binaya girdiler. Bu sırada ben ve birkaç arkadaş, içeri giren ekibin hemen arkasından merdivenlerde bekliyoruz. Olası bir çatışma halinde arkadaşları destekleyecektik. Birden arkadaşlar kapıya hızla vurarak;
“Açın Polis..! On saniyeye kadar açmadığınız taktirde kapıyı kırmak zorunda kalırız, çabuk açın kapıyı..!” diye bağırdılar.
Allah’tan hemen kapı açıldı ve çatışma olmadan içeri girildi. Dar gelirli bir aile görünümünde olan eve kalabalık bir vaziyette girdik. Esmer, orta yaştan biraz genç bir adam içeri giren arkadaşlarımızın sorularına cevap veriyordu:
“Mehmet … sen misin?”
“Evet, benim.”
“Kimliğini ver, çabuk…” adam kimliğini getirdi ve komisere verdi. Ben bu arada içeride neler var diye bakınırken, diğer odada yatmakta olan bir bayanın diğer ev ahalisi tarafından uyandırılmaya çalışıldığını gördüm, hemen tekrar adamın anlattıklarını dinlemeye geçtim. Komiser elinde bir liste ile soruyor:
“Mehmet söyle bakalım roketatar nerede?” Adam gayet sakin ve tereddütsüz cevap veriyor:
“Somyanın altında abi.” Somyanın altına bakıyorlar, evet, roketatar orada. Bir arkadaşımız alıp ortaya koydu.
“Keleşler nerede?” (Yani kaleşnikof silahlar)
“Buzdolabının arkasında abi.” Buzdolabının arkasından üç adet kaleşnikof marka uzun menzilli silah alınıp getirildi.
“El yapımı yedi adet bomba… Doğru mu?”
“Doğrudur abi.”
“Peki, nerede?”
“gardropun içinde abi.”
“Arkadaşlar alın getirin bombaları.” Biz şaşkınlıklar içinde bu soru ve cevapları dinlerken bir bayan sesi kendimize gelmemize vesile oldu.
“Siz kimsiniz ya…?! Ne hakla evimize girersiniz!? Defolun gidin şerefsizler..!”
Hepimiz bir an şaşkınlık yaşadık. Bir arkadaşımız usulen anlatmak istedi:
“Elimizde mahkeme kararı var bayan, hakaret etmeye hakkınız yok.”
“Defolun lan şerefsiz köpekler..!” diye bağırınca komiser hışımla bayanın yanın geldi.
“Ne dedin sen?! Şerefsiz köpekler mi dedin!?” Birden bayanın elinden tutup çekti:
“Gel bakalım hanımefendi.! Gel de gör bakalım şerefsiz kimmiş..!” deyip bayanı tuttuğu gibi evden çıkartılan silah ve mühimmatın yanına getirdi. Malzemeleri göstererek:
“Bunlar ne?! Hı? Söyle bakalım bunlar ne!? Biz mi koyduk buraya!?” Bayan ortada duran silahları ve bombaları görünce adeta şok oldu. Dönüp Mehmet’e bağırdı:
“Abi bu ne!? Hani yapmayacaktın!? Biz şimdi ne yapacağız abi!? Allah belanı versin!” Mehmet ….., boynu bükük vaziyette gözleri ortada duran silah ve bombalarda gezinerek iki elini yana açtı:
“Beni affet bacım, çok özür dilerim. Ne yapayım, beceremedim işte.” dedi ve bize özür dilercesine baktı. Bayan adeta kriz geçirmekte:
“Ne özrü ulan şerefsiz..! Biz ne yapacağız şimdi!? Başımızda bir sen vardın, sen de bunu yaptın bize..! Söylesene biz ne yapacağız..! Orospu mu olalım?! Sokaklara mı düşelim be hey köpek soylu..!?”
Mehmet …, hiç ses çıkarmadan başı önünde öylece kalakaldı. Bu arada bir arkadaşımız bayanı teskin etmek istediyse o da küfürden yana nasibini aldı ve geri çekildi.
O operasyonda hatırladığım kadarıyla bir roketatar, yedi kaleşnikof, üç tabanca ve el yapımı birkaç tane bomba ile bunları evinde bulunduran Mehmet … alındı. Malzemeler arabalara taşınırken komiser:
“Süphan abi gelsene.” diye beni çağırdı. Gittim.
“Abi sen ekibinle burada kalıyorsun. Eve gelen kim olursa olsun alıyorsun ve bize telsizle bildiriyorsun, biz şahsı veya şahısları alıp şubeye intikal ettiririz. tamam mı?”
“Tamam.”
“Evde kalanların durumu iyi. Bir vukuatları yok. Sadece tahrike dikkat et. İkinci bir emre kadar burada karakol halindesiniz. Var mı bir diyeceğin abi?”
“Yok şefim. Merak etme.” Komiserle tokalaştık.
“Haydi Allah korusun abi..”
“Sağ ol şefim.”
Operasyona katılanlar, elde ettikleri silah ve mühimmatla birlikte Mehmet …. de alıp gittiler. Evde sadece ben, Kemal ve Hüseyin kaldık. Diğer odada tam olarak kaç kişi var bilmiyorum ama sanırım üç veya dört kişi olacaklar. İçlerinden 15 – 16 yaşlarında bir erkek çocuk da var.