- 856 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/ 4
HÜZÜN ÇİÇEĞİ
Gözde evde olmaktan çok sıkılmıştı. Ne o köye geri dönmek istiyordu ne de evlenmek… Sigarasından derin bir nefes çekti… Öğrencileri geldi aklına, onun gelmediğini öğrenince ne çok üzüleceklerdi. Mesleğini çok seviyordu ve son dönem yaşadığı olumsuzluklar onu her şeyden soğutmuştu. Odasına geçip yatağına uzandı. Artık toparlanması ve hayatına yön vermesi gerektiğinin bilincindeydi. Radyoda çalan müzik ona ninni gibi geldi ve uyudu…
İlk kez derin ve deliksiz bir uyku çekmişti. Gerindi, canı kalkmak istemiyordu. Yatakta sağa sola döndü. Pencereden sızan gün ışığı ona neşe ve enerji veriyordu bu sabah. Kendisini mutlu hissetti ilk kez, şarkı söyleyerek yatağını düzeltti ve odasından çıktı. Evdeki herkes bir yerlere dağılmıştı, demek ki vakit epey geçti. Saate baktı on bir buçuk olmuştu. Kendisine kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdi. Tam o sırada kapı çaldı.
Kapıyı açıp da karşısında postacıyı görünce bir anda bayılacağını zannetti Gözde. Yaşadığı tüm acıları içinde hissetti ve midesine bir ağrı saplandı. Mektubu alıp Ahmet Amca’ya iyi günler diledi. Zarfa baktı, Pervin’in yazısıydı bu. Hemen açtı ve okudu. Ali Ağabey’in müfettiş olarak atanması onu sevindirmişti ama Nesrin’in ölümü, onların gidişi ve kendisinin de rapor alışıyla okulun bomboş kaldığını düşündüğünde içi yandı birden… “Çocuklar çok üzülecek .” diye düşündü. Bir bardak çay aldı. Şekersiz içtiği çay midesine kurşun gibi indi. Kahvaltı yapması lazımdı ama bir şey yiyemiyordu.
Ortalığı topladı ve o sırada karşıdaki aynaya ilişti gözü. “Aynada gördüğüm kişi ben miyim? Aman Allah’ım… Ne yapıyorum ben ya kahretsin…” diye ağlamaya başladı. Kaç saat ağladı, neler düşündü hatırlamıyordu. Yüzünü yıkarken radikal bir karar aldı. Gidecek ve çalışacaktı o köyde. Tüm yaşadığı acılara ve zorluklara rağmen…
Odasına girdi, valizini hazırladı. Bir an önce gitmek istiyordu… Annesi ve kardeşleri alış verişten döndüler. Gözde biraz toparlanmıştı, onlarla sohbet etti. Akşam babası da eve gelince yemekten sonra durumu anlattı ve gitmeye karar verdiğini açıkladı. Kimseyle evlenmek istemiyordu, öğrencilerini çok özlemişti. Ve işini seviyordu.
Ailesi önce itiraz etse de kararını saygıyla karşıladılar. Gözde iki gün sonra gidecekti, bu süreyi iyi değerlendirmeliydi. Yarın liseden arkadaşlarıyla buluşacaktı. Geldi geleli hiç birisiyle görüşmemiş, kendine vakit ayırmamıştı. Sonra da alış verişe gidecekti.
Odasına geçti, sigaraya uzandı. Sonra kenara itti paketi.”İçmeyeceği artık bu zıkkımı, içimde yeterince zehir varken buna ihtiyacım yok. “ dedi. Biraz müzik dinleyip yattı. Sabah erkenden kalkıp kalan eşyalarını topladı, arkadaşlarına telefon açıp evlerinin yakınındaki küçük parkta buluşmak için saat verdi. Aynaya baktı tekrar… Sanki on yaş daha büyümüştü bu bir yılda. Saçlarının dağınıklığı, gözlerinin altındaki mor halkalar, göz altlarında oluşan kırışıklıklar…”Hemen kuaföre gitmelim.” dedi.
Kuaför onu görünce önce şaşırdı, sonra sevindi. Kaç aydır ilk kez geliyordu. Saçlarını tuttu “Ne kadar uzun ve bakımsızlar Gözde… Gel bunları kısacık keselim .” dedi. Gözde kendisini bildi bileli simsiyah, uzun saçları vardı. Bunları düşünecek durumda değildi ve “Tamam nasıl istiyorsan öyle yap Haluk Ağabey.” dedi.
Haluk “ O zaman bana bırak ve arkana yaslan bakalım. “ dedi. Gözde kuaförden çıktığında kendisini tanıyamamıştı. Upuzun siyah saçların yerinde kısacık kızıl saçlar vardı…
Kesimi o kadar güzeldi ki Gözde bile uzun uzun seyretmişti kendisini aynada.
Arkadaşlarıyla sözleştiği saatte buluştular, dönüşte de biletini aldı Gözde. Ertesi gün uzun bir yolculuk onu bekliyordu. Ailesi ile geçen son akşam ve erken kalkışla başlayan bir gün, uzun bir yolculuk sonrası aktarma, tekrar yolculuk… Köye ulaştığında çok yorulmuştu Gözde… Sanki burayı ilk kez görüyordu, sanki daha önce burada yaşamamıştı… Kapıda onu “ Öğretmenim hoş geldiniz.” diye karşılayan öğrencilerinin sesiyle kendine geldi. “Hoş bulduk canlarım benim, sizleri çok özledim .” diye sarılırlarken hepsi şaşkındı. Hivda “Öğretmenim biliyor musun sizden başka herkes gitti. Nesrin Öğretmenim de öldü. Ama içimden bir ses diyordu ki Gözde Öğretmen sizi asla bırakmaz. Döneceğini biliyordum öğretmenim. Ben de sizin gibi öğretmen olacağım büyüyünce “ deyince Gözde ona sıkı sıkı sarıldı ve ağlamaya başladı. Onlar konuşurken çocuklar çoktan kapıyı açmış ve eşyaları taşımışlardı.
Gözde çocuklara yorgun olduğunu söyleyip vedalaştı. “Yarın erkenden gelir bana yardım edersiniz, haydi şimdi herkes evine .” dedi. Lojmana girdiğinde bir ürperti kaplamıştı içini. Karmakarışık duygular içerisindeydi. Bomboş odanın tüm duvarlarında Nesrin’le geçirdikleri günlerin ve Arda’lı duyguların yaşanmışlığı vardı. Burada kalamazdı, yarın diğer lojmana taşıyacaktı getirdiklerini.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı, radyoyu açtı. Radyo hala ayarladıkları istasyondaydı. Gülümsedi, hep bu radyoyu dinlerlerdi geceleri. “Bu ayarı hiç değiştirmeyeceğim.” diye söz verdi kendine. Diğer lojmanın anahtarını aldı, bir süpürge, kürek ve kova bulup temizliğe başladı. Çılgın gibi iş yapmak ve bir şey düşünmemek istiyordu. Camları, yerleri sildi, eşyaları taşıdı. “Allah’tan Pervinler giderken bazı eşyaları bırakmışlar, yoksa eşyaları da dağıtmıştım ne yapacaktım ?” diye düşünürken kapı çaldı. Gelen Hivda idi. “Öğretmenim bize yemeğe gelirsin, annemler sizi çağırıyor .” dedi. Yemek…” Hay Allah, ben sabahtır bir şey yemedim… Bekle Hivda , az işim var bitireyim birlikte gideriz. “ dedi.
Yemekten sonra eve geldiğinde Gözde’nin başı ve tüm vücudu ağrıyordu, erkenden yattı. Sabah hızlı hızlı vuran kapı onun zıplayarak uyanmasına neden oldu. Kalktı açtı, karşısından bir bayan ve bir erkek bir şeyler söylüyorlardı ve Gözde bir şey anlayamıyordu… Bir süre boş boş baktı, sonra “Pardon yeni uyandım da anlayamadım.” dedi. Kapıya gelen yeni evli çift köyün yeni öğretmenleriydi. Gözde onlara eski lojmanın anahtarını verdi, eşyalarını bırakıp kahvaltıya gelmelerini söyledi. Üç öğretmen okulun eski öğretmenlerinden ve hedeflerinden söz ederek başladılar güne.
Onların gelmesi Gözde için iyi olmuştu ve bir yıl boyunca gece gündüz birlikte vakit geçirmişlerdi. Bazı şeylerin üstesinden gelmişti Gözde gelmesine de Arda hala aklındaydı, hala ondan haber alamıyordu.
Yıl sonu gelince tayin istemeye karar veren Gözde tercihlerini yaptı ve yeni öğretim yılında İstanbul’da göreve başlayacağını öğrenince şaşırdı. Orayı yazıp yazmadığını hatırlamıyordu bile. Vedalaşmalar, taşınma işlemleri, yolculuklar, uzunca süre ev aramalar ve sonunda yeni okulunda göreve başlama.
Büyükçe ve kalabalık bir okuldu geldiği ve Gözde henüz kimseyle tam anlamıyla kaynaşamamıştı. O küçük köy okulunda yaşadıkları sevgi dolu günler ve paylaşımlardan sonra çok yapay geliyordu buradaki dostluklar ona. Bir yılını dolduruyordu bu okulda ve sadece üç arkadaşı vardı.
Bir gün teftiş göreceklerdi, sınıfa bir müfettiş girdi. “Ben ilköğretim müfettişi Mehmet Sarı.” dediğinde Gözde çok heyecanlandı.” İnanmıyorum, siz O’sunuz …” diye geveledi ağzında. Ve sonra konuşmaya başladıklarında onu teftişe gelen kişiye Ali Ağabeyi’nden söz etti Gözde… Onunla ilgili bildiklerini bir çırpıda anlattığında ikisi de bu tesadüfe şaşırdılar.
İkinci yılını çalışıyordu artık bu okulda, aylardan mayıstı… Birkaç arkadaşı ile evde kutlayacaklardı Ferda’nın doğum gününü. Okul çıkışı Bakırköy’e gidip ona güzel bir hediye almak istiyordu. Bakırköy’ü düşününce içi ürperdi, oraya her gidişinde karşısına çıkan bir akıl hastası onu çok etkilemişti, onun gözlerine bakınca bir gariplik hissediyordu. İlk gördüğünde nasıl da korkmuştu ondan. Hızla önüne fırlamış ve ona karanfil uzatmıştı. Orada bulunan yaşlı bilet satıcısı “Kızım korkma Karanfil Savaş o.Herkes tanır onu burada, zararsızdır. Tek yaptığı her mayısta gelene gidene karanfil vermek, zarar vermez sana.” demişti. Gözde bu sözlerden sonra ilk kez onun yüzüne bakmış ve gözlerini görünce bir aşinalık hissetmişti. Sanki bu gözleri daha önce görmüştü ama nerede? Ve yıllar sonra bunca insan arasında onu etkileye etkileye bir delinin gözlerinin etkilemesindeki gizemi çözemiyordu.
Gözde ne alacağına karar veremeden uzun süre dolaştı meydandan aşağıya doğru inerken gördüğü pasajlarda. Sonra İstanbul Caddesi’ndeki bir mağazaya yöneldi. Orada daha önce gördüğü üstü kilim ve deri kaplı testilerden alacaktı arkadaşı Ferda’ya.
Kapıda kuşkulu iki kişi gördü… Huylansa da yapabileceği bir şey yoktu, yüzlerce huylanılacak kişi vardı bu semtte, kafasını hızla çevirip girdi içeriye…
Alış verişini yaptı, tam kasaya yönelmişti ki orada duran tebrik kartları çarptı gözüne. Çok hoşlardı, hemen alıp birine göndermek istedi. Hemen bir tane aldı ve “Son bir kart yazayım ona, belki bu kart ve Karanfil Savaş’ın gözlerindeki bakış uğurlu gelir de kavuşuruz…” diye düşünüp gülümsedi. Savaş’ın bakışları ona Arda’nın gözlerini anımsatmıştı. Ödemesini yapıp hediye paketi yapılmasını beklerken kıyıdaki masanın kenarında kartı yazıp hemen postalamaya karar verdi. İçerisi çok kalabalıktı ve dışarıdaki ayaza rağmen terlemişti kartı yazarken…
Sevgili Arda,
Şu anda Bakırköy’de bir mağazadayım. Az önce sokakta, ne zaman buraya gelsem aniden karşıma çıkan bir delinin gözleri bana seni ilk gördüğüm günü anımsattı. Onu ilk gördüğümden beri aramızda değişik bir bağ oluştu sanki ve ben onun gözlerini de daha önce bir yerlerde gördüm hissine kapılıyorum…
Sana ulaşma çabalarımın sonuçsuz kalacağını biliyor olsam da bugün yaşadıklarım ve bu kartı görmem yazma hastalığımı nüksettirdi, ayaküstü karaladım bunları ve az sonra postaya vereceğim, sana ulaşmayacağını bile bile. Kendine iyi bak…
Seni unutamayan
Gözde
Zarfa adresleri yazdı ve kapattı, poşetini alıp çıkacakken az önce dışarıda gördüğü garip iki kişinin slogan atarak mağazanın camına monotof kokteyli attıklarını fark etti. Dışarıda acayip bir kalabalık vardı. Ne yapacağını şaşırmıştı, içerdeki herkes çığlık atıyor ve koşturuyordu. Gözde olduğu yerde donmuştu ve nefessiz kalmıştı, ağlıyordu. Bağırmak istiyor ama bağıramıyordu. Camda patlayan kokteylin çıkardığı yangın etrafını sarmıştı, kaçmaya çalıştıkça insanların arasında sıkışıyordu. Birisinin “Yangın merdivenine çıkın!” diye bağırmasıyla kendine geldi. Elindeki paketi fırlatıp koşmaya başladı, herkes aynı anda o yöne koşmaya başlamıştı… Ama yangın merdiveninin olduğu kapı kilitliydi ve açamıyorlardı. İnsanlar çığlıkların arasında birbirlerini ezerek ve dumandan boğularak can veriyorlardı.
Çığlıklar, bağırışlar… Yangınlar… Yangın… Tıpkı o köy okulunda çalışırken gördüğü kabuslardaki gibiydi ve etrafta bir sürü yaralı ve ölü vardı. Yanık insan kokusu sarmıştı ortalığı… “Kurtarın bizi, yardım edin.” seslerine rağmen kimse onlara ulaşamıyordu… Gözde nefes alamadığını fark etti ve yere yığıldı. Kurtarma ekibi ve ambulans geldiğinde mağazanın içinde yanmış, merdiven boşluğunda ise dumandan zehirlenmiş pek çok ceset buldular…
Kızıl saçlı, genç bir bayandı en son buldukları… Kontrol ettiler, çoktan ölmüştü… Her şey darmadağın, paramparçaydı… Paketler yerlere saçılmıştı. Ancak genç kızın elinde sıkı sıkı tuttuğu beyaz bir zarf vardı. Her şeye rağmen onu bırakmamıştı elinden. Tırnakları tenine geçmişti sıkarken ve bırakmamak için çaba hazırladığı belliydi yumruğunu sıkışından. Elinden hala kan damlıyordu ve hala sıkı sıkı tutuyordu zarfı. Bir kızıl bir karanfili andırıyordu zarftaki leke ancak buna rağmen isim ve adresler hala okunuyordu.
Cesetleri torbalara koyup kaldırıyorlardı. Kimse konuşamıyordu ve göz yaşları sessiz akıyordu. Sadece bağırarak koşan biri vardı, çıldırmış gibi birini arıyordu. Bu yıllardır herkesin tanıdığı Karanfil Savaş’tı. Her torbaya bakıp bakıp geçiyor, onları birer karanfil gibi kokluyordu. Anlaşılmaz küfürler savuruyordu… En son merdivenin yanında durdu… Gözde’nin olduğu torbanın üstüne kapanıp hıçkırıklarla ağladı ve üzerine bir kırmızı karanfil bıraktı. Zorlukla ayırdılar Savaş’ı Gözde’nin yanından… Bakırköy sokaklarında yıllardır gezen, her mayıs ayında karanfiller dağıtan Savaş’ın hiç tanımadığı bu cesede neden böyle davrandığını çözemedi hiç kimse.
Günlerce bu patlamadan söz etti gazeteler, ölenleri ayrıntılarıyla verdi ve terörü lanetledi televizyonlar… Halk sokaklara döküldü, isyan etti. Yastaydı tüm Bakırköylüler güneşli bir mayıs gününde…
***
Çoğumuz sıradan bir olay gibi izleyip geçtik, kimimiz lanet okuduk bu ve benzeri olaylarda teröre.
Olay yeri inceleme ekibinden izin alarak binayı görüntülemeye çalışan gazeteci Şevki Konuk yerde duran çantanın içinde bir defter ve ilk sayfasına yapıştırılmış iki fotoğraf gördü. Yarısı yanmış bir günceydi bulduğu. İlk sayfalarına göz atınca olayda ölen Gözde’ye ait olduğunu fark etti.
Kızın yanına ulaştığında üzerine kan damlamış, yarısı yanmış ama hala elinde sıkı sıkı tuttuğu zarf gördü, gazeteci Şevki Bey. Yetkililerden izin alarak bunları incelemeye başladı. Ve ilerde işine yarayacağını düşünerek önce zarfın üzerindeki adresleri kaydetti not defterine. Sonra açtığı zarfın içinden çıkan kartı inceledi. Bir kırmızı karanfil vardı kartın üstünde ve “Üç karanfil soldurulur mu vakitsiz?” yazıyordu. İçinde aceleyle ama düşünülerek yazıldığı belli kısa bir not vardı.Güncenin her bir sayfasını tek tek çekti fotoğraf makinesi ile…
Tüm bunları yaparken de karar verdi, bu kızın hikayesini araştırıp kaleme almaya… Her ne pahasına olursa olsun o zarfta adı yazılı olan gence ulaşacak, ona yazdığı kartı son nefesinde bile elinden bırakmayacak kadar sevdalı olan bu genç ve güzel kızın sevgisinden haberi olup olmadığını soracak ve kızla bağlantısı yoksa bile onun mezarına bir kırmızı karanfil götürmesini sağlayacaktı.
Ve hepsinden önemlisi bunları yazarak bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmeyen” teröre kurban aşkları ve aşıkları “ anacak, olayların toplumsal ve siyasi boyutundan öte “duygusal boyutuna” da dikkat çekecekti.
Yazacaktı tüm öğrendiklerini, yazacaktı ki terörün ne menem şey olduğunu öğrensin ve bu savaşa son versin kardeşliklerini yitirmiş halkların her bir ferdi…
HATİCE ERDEMİR KUZU
TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/4