- 390 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KORSANDA BİR GÜN...
O,1 Mayıs günü kendisinin emeğinin mücadelesindeydi.Gençlik yıllarında bir-iki kez taşra-
dan arkadaş gruplarıyla birlikte gelip Ankaradaki 1 Mayıs işçi yürüyüşleri içerisinde bulun-
muştu.O zamanlar,kanı delicesine akıyordu.Gençlikte olunca sanılıyordu ki :"dünyayı bizler
değiştireceğiz"Toplumdaki her eylem içerisinde yer almakla;ödevini yapmakla görevlendi-
rilmiş bir öğrenci gibi hissediyordu kendisini..
Zamanla mücalesini vermek istediği sınfın içerisindeki yaşama kendisininkini de özdeşleş-
tirince sorgulama ve özeleştiriler içten içe başlamıştı."Herkes,kendi sorumluluğunu bilme-
li,kendi sınıfının bilincine kendi çabasıyla kavuşmalıydı" diye düşünür olmuştu.Toplumdaki
farklı sosyal gruplar,kendi değerlerine kendileri sahip çıkmalıydı.Bir kişinin,başka bir grup
için kendisini ölesiye feda etmesine "ucuz kahramanlık" olarak görmeye başlamıştı.Bu düşünceleri,yaşamında birtakım badireler atlatmasından sonra belleğine kazımıştı.Başka-
ları için kendi yaşamlarını feda eden insanların çektikleri acıları yanlarına kar kalmakla ve
de unutulup gitmekle değerlendiriyordu...
Zaman zaman "fi" tarihinde Anadolunun bir ilinde yakılmak istenen bir yazarın veciz söz-
leri kulaklarını tırmalayıp dururdu:"-Kendim de dahil olmak üzere bu toplumun yüzde sekseni aptal"
Çok kafa yormuştu,bu veciz sözlere...Bunu analiz etmek için illada sosyolog olmaya gerek
var mıydı.Toplumun içerisinde duyarlılıkla yaşarsan öğrenmek istediklerinin tamamını
bütün hücrelerine absorbe edebilirdin.
Çok sevdiğini sandığı arkadaşları,dünya kadar bedel ödemişlerdi.Böyle korkusuca can
feda etmelere değer miydi...Ne yazıkki gelinen sonuçta bir değişiklik yoktu.Herşey,es-
kisinden de beterdi.
Şimdiki bu görüşlerinin değişikliğini,pasifize olmuş bir zihniyetin dönek kahramanı olarak
değerlendirenler çıkabilirdi...O ise hiç aldırmıyordu.Bu düşünceler,kendisine yaptığı
"özeleştiri"den başka bir şey değildi.O,kendi iç hesaplaşmalarıyla boğuşup duruyordu.
Dile kolay,yarım asır geçmişti,ömründen.Onun da doğal olarak edinmiş olduğu kendine
göre yaşam tecrübeleri olmuştu.Herşeyden önce hırsız,yalancı,yalaka değildi.Kırk sene
öncesi bir dilim ekmeği bulmakta nasıl zorlanıyor idiyse şimdi yine aynısydı.Bir tek değiş-
meyen kendi yosulluğu ve baki kalan dürüstlüğüydü...
Bu düşünceler yumağında bugünde alın teri ile ekmek parası kazanmak için seyyara(korsan
satışa) çıkmıştı.Yol boyunca sağlı sollu duran kamyonların birinin yanında mini tezgahını
kurmuştu.İşte önünde duran bu tezgahın her miliminde alın teri kokuyordu.Çocuklarına
götüreceği sıcak bir dilim ekmeğin bereketi yatıyordu.Bu mini tezgahını,sermayenin acı-
masızlığı karşısında direnmenin,ayakta durmanın sembolü olarak değerlendiriyordu...Bu
sembolün tek kahramanı kendisiydi.Kendisi baş aktör olmasa;hiç bir Allah’ın kulu gelip de
"biz de seninleyiz "demezdi.Herkes kendi ekmeğinin kavgasında kendi aktörü olmalıydı.
Dublörlerle elde edilen değerlerin hiçbir önemi yoktu...
1 Mayıs ın tatil edilmesiyle öğleden sonra halk ,yavaş yavaş alış-verişe çıkmaya başlamış-
lardı.3 günlük tatilde parası olanlar,arabalarına atlayıp perşembe gününden ülkenin sahil yerlerinde kendilerine göre dinlenmeyi tercih etmişlerdi...
O’nun tek düşüncesi;ne tatil,ne de eğlenmeydi.Beyni,tezgahına odaklanmıştı."Ekmek para
sı" kavramı,her şeyden önde geliyordu.Siyah poşet yanındaydı.Eğer zabıtalar,aniden bas-
tırırlarsa mavi örtünün üzerindeki malzemeleri,siyah poşetin içerisine ani bir refleksle
koyup kaçması bir dakika bile almayacaktı.Burada alın teri vardı.Onun için böyle ince
hesaplar yapmak zorundaydı.Alın teri dökmeden kazanılan değerler,bir anda elden uçup
giderdi.Saman alevinin birden parlaması gibi sönmesi de birden oluyordu.Maalesef kalıcı-
lığı hiç olmuyordu...
Tezgahının başında umutla beklerken birden uyku bastırmıştı,göz kapaklarının üzerinde...
Bu gece de uykusuz kalmıştı.Okumak O’nun en büyük hobisiydi.Geceleri 4-5 saat uykuyla
yetiniyordu.Sık sık Türk kahvesi kullanıyordu,uykusu dağılsın diye...İki romanı da aynı
anda kotarmaya çalışıyordu.Adeta yaşının geçkinliğini bilinç altına yerleştirmiş,geri kalan ömründeki günlerinin sayılı olduğu varsayımıyla çok çalışması gerektiğini hissediyordu...
Birisini okuyup bitirdiğinde diğerini okumaya başlarken öncekinin özetini çıkarmaya çalı-
şıyordu.
Bu aralar, psikoloji kitaplarının içerisindeydi.Bir yazarın 1,2,3 Küçük Şeylerini bitirmiş
onlardan kendine göre notlar almıştı...
Şimdi de bir arkadaşından aldığı Dr.Tomas GORDON ’un E.(ETKİLİ) A.(ANABABA) E.(EĞİTİ-
MİNDE) UYGULAMALAR kitabı üzerinde çalışıyordu.Kitabda tam da aradıklarını bulmuştu.
Bir psikoloğun özverisiyle çalışması sonucu hazırlanmış olan güzel bir eserdi.İçindekiler:15
bölümden oluşuyordu.Her bölüm farklı ders veriyordu.
Sürekli toplum içerisinde olduğu için zaman zaman kendisi de ruhsal deprasyonlar geçiri-
yordu.İşte o zamanlar beyninde soru işaretleri yıldırımlar gibi çakıyordu..."Ne yapmalıyım"
sorusunda tek sığındığı liman elindeki psikoloji kitabları oluyordu...
Tezgahının başında esneyip durdu.Kendisini bırakmamaya çalışıyordu.Yanındaki kamyonun
kasasına yaslandı.Tam da o esnada ilham gelmeye başlamaz mı.Hemen not defterini ve kalemini çıkardı.Gelip geçenlere aldırmadan beynindekileri, kağıdın beyaz yüzüne dökmeye
başlamıştı bile."Sen Saklanan Korsancı" şiirinin dizeleri birbiri ardına sıralanmışlardı...
Not defterini tekrar cebine koydu.Evde şiir üzerinde son rütuşlarını da yaptıktan sonra
Edebiyat Defterine "enter"leyecekti...
Sonuçta uykusu dağılmış,yaşanan bir gerçeklik içerisinde gelen ilhamla güzel bir eser(şiir)
çıkmıştı ortaya.
Güneş,gökdelenlerin tepelerinden kaybolmaya hazırlanıyordu...Korsan satıcı,mini tezga-
hını toplamış siyah poşet sırtında az da olsa kazandığı ekmek parasının güveniyle büyük
umutlarla evinin yolunu tutmuş,çocuklarına bir an evvel kavuşup onları sevecenlikle
kucaklamanın hasretiyle yanıp tutuşuyordu...
Ayhan SARIKAYA