- 2315 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ENGELLİ YAŞAM, ENGELSİZ MUTLULUK..
Adam, her zamanki gibi işine gitmek üzere evden çıktı. 42 yaşındaydı. Aktif bir iş hayatı vardı. Sevilen ve sayılan bir mühendisti. Şantiyelerin birinden diğerine koştururken, mesleğine aşık olduğunu düşünürdü hep. Uzun yıllar boyunca da bu meslekle yaşayacağını hayal ediyordu. Emeklilik? Onun hiçbir zaman umutla beklemediği bir şeydi. Çalışmak; yaşaması buna bağlıydı sanki.
O gün, yine yoğun çalışma temposunda tuhaf şeyler hissetmeye başladı. Bir gariplik vardı sanki vücudunda. Yorgunluk onu bu hale getirmezdi. Bacakları sanki onunla inatlaşıyordu. Beyni, ’önünde engel var,atla’ diye komut verirken bacaklarına, onlar başına buyruk bir davranış içindeydiler. Sık sık tökezledi o gün. En sonunda yorgunluğuna verdi, bu isyankar hali. Belki de yaşlanıyordu, doğaldı. Sonraki günlerde unuttu bile bu yaşadığı günü.
Aradan aylar geçti. Yoğun çalışma temposuna dayanamaz hale gelmişti artık. Başı dönüyordu sık sık. Bacakları isyankar tavrını sürdürmeye başlamıştı yine. Bu kez beyni ’adım at’ diye emir verdiğinde, bacaklar inatla direniyorlardı adım atmamaya. Yada isteksizce, zorla yapıyor gibiydiler. Adam anlam veremiyordu bir türlü bu duruma. Aylarca süren araştırmalar başladı sonrasında. Artık, o şantiyeden bu şantiyeye koşturmak zorluyordu onu. Hayal bile etmediği emeklilik zamanı, gelip çatmıştı sonunda. Çok sevdiği otoyollarına, köprülerine veda etti, gözlerinde biriken yaşları göstermemeye çalışarak. Bacakları ’biz seni bırakıyoruz’ diye tehdit ettikçe onu, uzmanlar sorun yok diyorlardı. Başka bir şehirde, başka bir uzman belinden su almak için enjektörü sapladığında bile, adam canının acısını değil de, bu ani değişimin nedenini düşünüyordu hala. Sonunda acı gerçekle yüzyüze geldiğinde, kabullendi çaresizce durumunu. Belki piyangodan para çıkacak kadar talihli değildi ama, çok ender görülen bu hastalığın piyangosuydu ona çıkan.
Sonunda her şeyi arkasında bırakıp, büyük şehri terketti. Şehrin olumsuzluğunun onu etkilemesine izin vermeyecekti. Küçük bir sahil kasabasına yerleşti. Balık tutacaktı, doğayla yaşayacaktı. Onu bekleyen sonu erteleyecekti. Artık destekle hareket edebilen biriydi. Bacakları galip gelmişti. Ama o yılmayacaktı, bacaklarını başıboş bırakmayacaktı, tümüyle ondan ayrılmalarına izin vermeyecekti. Deniz aşkı, insan aşkı, doğa aşkı ona bu inadı aşılamıştı. İlerleyen günlerde, o inatçı uzuvları tümüyle galip gelseler de, adam içindeki yaşama savaşını hiç kaybetmeyecekti.
Yaşamak engelli bir koşuydu ve bu koşu içersinde, insanın önüne birçok engel çıkabiliyordu. Bir takım nedenler yüzünden, hayatını engelli adı altında yaşamak zorunda kalmak ya da hastalıklı biri gibi adlandırılmak, son derece basit, kırıcı ve aşağılayıcıydı. Onlar değil de, belki de onlara sunulan yaşam koşulları engelliydi. Bu yüzden, derneklerindeki üye sayısının asla artmamasını isteyecek kadar da bencildiler onlar. Çünkü hiç kimse engelli olsun istemiyorlardı...
’ Yaşanan her gün, yaşam için çok değerlidir.. MS hastalığınını yaşarken yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen cesur yüreklere..’
Zeynep A..