- 914 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şiddet Oyunları, Eǧitim veTim Kretschmer’in Kurşunlarda Aradıǧı Sevgi
Bir çocuk daha dünya getirilmeden ailelerin telaşı düşünülenden daha fazladır. Bir heycan sarar bütün aile fertlerini ki sormayın. Nineler ve dedeler, eǧer ilk defa böyle bir olay yaşayacaklarsa onların heycanı, anne ve baba adaylarından daha fazla olduǧunu söylemek abartılı olmayacaktır. Çünkü, anne ve baba kadar ailemizin en yakın fertleri, sadık dostlarımız ve komşularımız dahi bizim kişisel sevincimize ortaklık ederek moral verip içsel bir gücün varlıǧını bize hissetirirler ve gerekli desteǧi saǧlamaktan kaçınmazlar. Asıl sorunda bir çocuǧun dünyaya geldiǧi saatten sonra başlar.
Bir çocuk kendi kendini eǧitemeyeceǧine göre, onun bakımı ve büyümesi için de gerekli desteǧi yine çevresinden alarak ve ilk olarak varolmak için savaşım verir. Normal şartlarda büyüyen birisi için ise sorumluluk aileye düşer. Eǧitim için ailenin yapması gereken en önemli eylemlerden biri ise bir çocuk için en doǧru, en gerekli, en uygun olanı bulup önce terbiye, sonra eǧiterek hayata hazırlamaktır. Bu insanın vazgeçilmezi olan şartlara, imkanlara, ekonomik olanaklara göre meyillendirmek olarak da adlandırılabilir. Örneǧin çocuklar daha erken yaşlarda resimli kitaplarla tanıştırılarak okuma sevgisi aşılanırsa ve gerekli “ana okul eǧitiminide” alırsa bu çocukların kitap okuma alışkanlıkları için bir temel de kendiliǧinden yaratılmış olur. Bunu bir alışkanlık haline getirerek çocukları geniş bir hayal ve imgelem gücüyle eǧitmek, meraklı ve öǧrenmeye istekli kuşaklar yaratmak ileride ortaya çıkacak, ya da çıkması muhtemel olan problemleri kaldıracak kapasitede kuşaklar yaratmak temel eǧitimin vazgeçilmezidir..
Bunu teşvik edici gelişmeler için ise Avrupa’nın ve dünyanın en ünlü pedagoglarından olan Commenius “Resimlerde Görünen Dünya” adlı kitabıyla dünyada bir ilkede imza atmıştır. Çünkü, çocuklar daha altı aylık iken kitap eline verildiǧinde onu ısırmak için verilmiş bir nesne olarak algılanmasına raǧmen, bu algılama yerini anlamaǧa bırakacaktır. Zaten normal gelişen bir çocuk onuncu aydan itibaren, gelen ses tonlarının ne demek istediǧini anlam baǧları kurabildiǧi gibi, kelimeler arasındaki ritim farklarını da psikolojik olarak hissedecektir. İşte “zurnanın zırt” dediǧi bu evre de sesle görüntü arasındaki baǧlar kurulmaǧa başlanarak, okunan bir yazıyı ve bu yazıya ait olan resimleri, resimlerle ilgili hikayeleri anlatmak bir çocuk için okuma ve yazmayı öǧrenmeyi kolaylaştıracaktır. Çocuklar duyduklarını tekrarlayarak öǧrendikleri için, okunanı akılda tutma alışkanlıǧı da edinirler bu dönemde. Bu da eǧitim için, okul öncesi eǧitim için ve hayatta başarılı olmak için saǧlanmış bir yol olacaktır. Hatta bazen bir hikayeyi ve bir resmi on kez okuyup anlatmak bile hem kendi sabrımızı hemde eǧitime göstermiş olduǧumuz duyarlılıǧın bir simgesi olacaktır. (Betimleme sayın Prof. Dr. Kulaksızoǧlu’yla Frankfurt Halk Evi’ndeki bir sohbetimzde tema edildiǧi için ortak bir tartışmanın yorumudur.)
Eǧitimciler burada kendi yaptıǧı araştırmalardan deǧilde edindiǧi izlenimlerden yola çıkarak çocukların eline verilen kitabın sayfalarının dahi çevirmelerinin, okuma gibi kavrama temel eǧilimin alt yapısının oluşturur. Bunu bir insan kendi çocuklarıyla oyun oynarken yaptıǧı gözlemlerden de elde edebilir. Bu aynen piyano ve herhangi bir müzik instrumenti çalmak gibidir. Yapılan araştırmalarda yeteneklerin yüzde doksanı ısrarlı çalışmalar sonucu kazanılan alışkanlıklar olarak tespit edilmiştir. Yaşı ilerleyen ve kendi odası olan bir çocuk, odasının bir bölümünü mini kütüphane olarak kullanabilir. Bu da çocuǧun kendiliǧinden okuma sevgisini kazanması demektir. Ayrıca kütüphanelere gitmek, arada sırada kitapçıları beraber gezmekte okumaya katkı sunacaktır. Bu da cazip bir adapte olarak belleklere kazınacaktır.
İşte, burada ebeviyenlere düşen asil görev ise çocuklarına sadece doǧum günlerinde deǧil, daima yaşın özelliklerine göre kitap armaǧan etmek bir yücelik olacaktır. Böylece çocuǧun hem kendi dünyasının temeli olan ufkunu zenginleştirme, hemde güzel bir alışkanlıǧın temeli atılmış olacaktır. Günümüzde, kitapçılar her yaş dönemine uygun zengin bir kitap hazinesine sahiptirler. Anne ve babalara düşen tek görev ise kendi sorumluluklarının bilincinde olmaları olacaktır. Bu sayede gelecek nesiller mantıklı bir saǧlıǧın kontrölünde yetişerek toplumsal dengelerin korunmasını kalıcılaştıracaklardır. Evet, günümüzde toplumsal deǧerler, bir “alt üst oluş” yaşarken, bir çocuǧun eǧitilmesinde ailesel çabalar yeterli olamıyor. Çünkü, kreşle başlayan çevresel faktörler bir çocuǧun kimliǧinde ailesinin dışından gelen toplumsal sosyalleşmeyi, içinde yaşadıǧı toplumla bütünleşmeyi kapasite olarak kavrayamıyor. Burada kırılmaya eǧilimli olan çocukluk ve gençlik psikolojisi etkisini yıkıcı bir biçime dönüştürerek Almanya’nın Stuttgart kenti yakınlarındaki Vinnenden T. K. vakalarını ortaya çıkarıyor.
Peki bir insanın, insanlıktan çıkarak bir katliama girişmesinin sebepleri neler olabilir? Bir insanı böyle vahşi bir eyleme dürtüleyen etken nedir? Böyle eylemlerin bilimsel bir izahı var mıdır? Günümüzde gelişen; bilgisayar, atari, gamboy ve diǧer oyunlar insanları böyle eylemlere yönelmeye teşvik mi ediyor? Böyle eylemlerin önlenmesi mümkün müdür? … gibi soruları uzatarak sorabiliriz. Ama biz soruları istediǧimiz kadar uzatsakda, soruna çözüm bulmamız deǧişmeyecektir. Sorunun çözümü toplumun karakterinde gizli olduǧu için işe önce aile kavramından başlayarak konuya giriş yapabiliriz. Sozyolojik bir kavram olan aile toplumun en küçük birimidir. İnsanlıǧın çekirdeǧini oluşturan bir aile normalinde anne baba ve çocuklardan oluşan genel bir sistemdir. İnsanlar hayata adımlarını bu sistem içinde atarak toplumsal bir varlık olmanın sorumluluǧunun bilinciyle eǧitilirler. Burada çocuk annenin ve babanın davranışlarını kendine model edinir. Yapılan her davranış, konuşma biçimi, nezaket, görgü kuralları, toplumsal normlar, güven, inanma ve inandırma, dürüstlük, doǧruluk, sevgi ve saygı aşılanarak büyüyen bir çocuk kendine güvenini kazanarak eǧitilip sosyalleştiǧi için, topluma uyumuda o kadar kolay olacaktır. Karşılaştıǧı sorunları çözmede hem kendi edindiǧi kültürel birikimini kullanacak hemde okuldan edindiǧi somut bilimin bilgileriyle kendi yönünü tayin etmeside kolaylaşacaktır. İnsanların çoǧunluǧu da bunlardan etkilenerek sosyal çevresiyle azami uyumu koruyarak saǧlamayıda deneyecektir çoǧunlukla. Bu zaten toplumun bireylerinin kendiliǧinden, bazende farkında olmadan uyguladıkları alışılagelmiş bir yöntemdir yüzyıllardanberi.
Asıl önemli olan nokta ise ailenin yanında bir çocuǧun çevresiyle kurduǧu ilişkiler ve ailesinin dışında bu ilişkilerden etkileniş olarak ikinci bir aşama olan toplumsal ve okulsal eǧtim olarak karşımıza çıkar. Bu da bir kişinin içinde yaşadıǧı toplumla bütünleşerek sosyal ahlak kavramını kavramasına attıǧı ilk adım olacaktır. Bu aşamadan sonra bir ailenin çocuǧu üzerindeki kontrolü başka bir boyuta girerek etkisini gösterir. Bu bizim denetimimizde de olsa, doǧrudan denetleyemediǧimiz, bazen ailenin etkisini de aşan yeni kişisel yapılanmalara gidiş kaçınılmaz bir gerçek olarak kendisini dayatır. Burada yapacaǧımız her hata elimizdeki sihirli deǧnek olan kazanılmış güvenin korunarak, karşılıklı bir anlayışın zeminini sürekli salama olacaktır. Pedagogların, psikologların ve eǧitim sosyologlarının; gelişme/ergenlik (bluǧ) çaǧı olarak adlandırıldıkları dönem, aynı zamanda kimliksel kişiliǧin oluşmaǧa başladıǧı dönemi içerir. Belkide bir genç insan olarak ilk bunalımlarını, sevdasını, vurdumduymazlıǧını, başkaldırısını yaparak çevresinde varolan her şeyi olumlu ve olumsuz açıdan sorguya çekecektir. Kendisinin artık büyüme çaǧında olduǧunu, yeni telkinlere ve uyarılara ihtiyacının olmadıǧını her seferinde açıkça beyan edecektir. (Buradaki gerçeǧi bende kişisel olarak doǧruluyorum. Çünkü uzun yıllardan beri çocuklar ve ergenlik çaǧındaki gençlerle çalıştıǧım için bunun hergünkü tanıǧı olarak yaşamaktayım). Ondört veya onbeş yaşındaki bir genç kız veya delikanlı; “bırakın beni, ben artık ondörtyaşındayım. Bir çok şeyi biliyorum, sen kendine bak, artık yaşlanmışsın, senin fikirlerin düne ait, biz her şeyin daha iyisini biliyoruz” diyerek çıkışlarına her gün tanıklık etmekteyiz.
Bu ve buna benzer söylemler bizlere gizemli bir çok ipucunuda vermektedir, çocuklar ve gençlerin iç dünyaları hkkında. Peki bir genç kendi iç kalesinde nelere sıǧınabilir kendi dünyasını bulmak için? İşte bu soru cevaplandırılması en zor olan sorudur aslında. Ama gözlemler ve bilimsel verilerin de yardımıyla yine de bu ve benzeri sorulara cevap verme gücümüz olacaktır. Burada somut bir delilden yola çıkarak Tim Kretschmer’in kişiliǧini büyüteç altına almak istersek konuya biraz daha yakından bakma fırsatı bulabiliriz. Tim Kretschmer 17 yaşında bir gençti. Okuldaki başarı grafiǧine bakarsak günümüzdeki Almanya Orta Öǧretim okul sisteminde ortalamasının altında bir başarıya sahip olduǧu için okuldan ayrılarak babasının fabrikasında çalışmak zorunda kalan bir gençtir. Ama bütün bu eksikliǧine raǧmen onu başarısızlar kategorisine yerleştirmek bilimsel bir eksiklik olacaktır pedagoglar için. Yoksa bir kaç yıl önce yine Almanya’nın Erfurt kentinde eyleme geçen Robert Steinhäuser (Steinhoyser) den çok farklı bir eylemdir. Çünkü Robert Steinhäuser gerçekleştirdiǧi eylemini kendi tembelliǧinin öfkesi sonucu pratiǧe dökmüştü. R. S. anne ve babasına büyük bir yalanda söylemişti; “ben lise bitirme (olgunluk) sınavlarına gerekli özveriyi çalışarak gösteriyorum diyerek. Yine T. K. Almanya’nın Emden şehirinde ki olayı gerçekleştiren Bastian Bosse gibi görünürde kafayı sıyırmış bir psikopat da deǧildi. Ama burada durum gizli bir kafa üşütüklüǧünün var olduǧunu T.K’nın resimlerini inceleyerek görmek imkanımız olacaktır. İçe dönük, çevresine ısınamayan, aile ve eǧitim hayatının vermiş olduǧu o soǧuk, ya da olamyan kişilik tanımlamasını yapma imkanımız kolaylıkla saǧlanacaktır ilk etapta.
Winnenden’deki saldırıyı yorumlayan sosyolog Roland Eckert, şiddet olaylarının farklı bir boyut kazanmasını beklediğini söyledi. Saldırganın belirli bir baskı altında olmadığını anlatan eden Eckert, “Herhangi bir nedene sahip olmadan da benzer saldırıların gündeme gelmesi beklenmeli. Ölüm ve yaşam üzerine söz sahibi olmak bazı kişileri heyecanlandırıyor” diye konuştu. Sosyolog Eckert, içinde bu tür psikolojik güdüleri barındıran kişilerin toplum içinde canlı bomba gibi aramızda dolaştığını kaydetti. Bu tür kişilerin otomatik silahlara erişiminin engellenmesi gerektiğine dikkat çeken Roland Eckert, bunların şiddet içerikli bilgisayar oyunlarından da uzak tutulması gerektiğini belirtti. Eckert, “Söz konusu kişiler şiddet içeren bilgisayar oyunlarını kendilerine model olarak alıyor, fantezilerini besliyorlar” dedi. (Alıntı)
Tim bir arkadaşına katliam günü yazdıǧı internetteki kendi sitesinden şu açıklamayı yapmıştı: “Bu lotarya yaşamdan sıkıldım artık. Herkes bana gülüp, dalga geçiyor. Hiç kimse potansiyelimi görmüyor. Benim burada silahlarım var. Yarın erkenden eski okuluma gideceğim ve şöyle bir güzel ızgara yapacağım. Belki de kurtulurum. Kulaklarını açık tut. Bernd, yarın benden haber alırlar. Yerin ismini unutmayın: Winnenden. Ve şimdi polise ihbarda bulunmayın, korkmayın, sadece oyun oynuyorum” diyerek içsel tepkisini azamı güvendiǧi bu arkadaşına ileterek aslında bir eyleme geçeceǧinin de haberini üstü kapalı olarak iletmiş bulunmaktadır.
hasan hüseyin arslan, nisan 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.