- 634 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YİĞİDİ ÖLDÜR, AMA HAKKINI VER!...
YİĞİDİ ÖLDÜR, AMA HAKKINI VER!...
Öncelikle yazılarıma, şiirlerime ve tiyatro eğitim alıştırmalarına, zaman içinde bir yerlere gitme, orada bulunan bazı söyleşi ve toplantılara katıldığımdan, bu tür açıklamamı yapmam gereken, değerli dostlarıma ince bir selamımla, onlara ve bu yazıyı okuyan arkadaşların hepsine merhaba...
Kimi sözler vardır, aklımda yer ettiği gibi, usumda onlar için adeta bir açıklama yapmam gerekir gibidir...
Hani derler ya; “Yiğidi öldür, ama hakkını ver!...” , anlamakta zorlandığım bir söz. Yiğit bir insan, ne denli olursa olsun, böyle bir sonu hak etmez... Hem, böyle bir insan, şayet hak ettiği ölçüde bir oluşum kazandıysa, onu öldürmek için neden uğraşılsın?...
Ve tüm bunların yanı sıra, olgun bir insanın getirisini, kalıtlarını biraz paylaşmak istiyorum;
Zaman durmadan geçiyor. İnsan gençliğinde, kendisine hemen hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşıyor... Kimi insan, bu yaşamdan bir pay alıyor. Olgunluk yolunda, kendince biraz ol-sun yaşam yolculuğunda, adımlıyor. Kimi insan ise, nasıl olsa bugün yaşıyorum ya, diyor. Böylece sürdürüyor yaşamını kendince, ama çocuksu... Biz diyoruz ki, olgunluk denen duy-gunun, mutlaka insana çarpacağını ve onu bir gün, esareti altına alacağını... Ama bu duygudan nasibini alamayanı, bu çarpmasını, adeta hastanelik eder, atar bir köşeye... Peki, öyleyse ol-gunlaşma yoluna nasıl düşmeli. Evet, güzel bir soru. O zaman böylesine güzel bir soruya da, kendimizce bir yanıt vermeli.
Bence bu yaşamın bir konusu. Doğa, zaten bir ölçüde bunu hallediyor. Nasıl mı? Öyle ki; olgun olmayan insanları, zaten olgun olan insanlar, kendilerince oluşturdukları her tür, ka-tegorilerinin içine almıyorlar. Çünkü olgunlaşamayan bir beyin, nasıl olsa bir gün kendilerini, üzeceğini çok iyi biliyorlar. Böylece olgunluktan nasibini alamayan zavallılar, elbette o konu-da biraz olsun yetim kalıyorlar. Dönüp dolaşıyoruz. Derken, adeta bir zanlı arıyoruz. Açıkça söylemek gerekirse “suçlu”... Bunun yanıtını ise uzaklarda aramayıp, suçlusunun biz aydınlar olduğunun sonucuna varıyoruz (burada çoğul kullanmam, cümleyi tamamlamam içindi. Elbet-te kendi adıma söylüyorum.). Maalesef, olgun görünen biz aydınlar... Ama diyorum ki, otsu olanlara, yani bir dostunun bile olgunlaşma önerisini kabul edemeyenlere, aydınlar ne yapabi-lirler ki...
Sanırım olgunluk, sadece, salt bir kelime olarak kalmaktadır günümüzde... Sinirleri gergin, bunalımlı bir beşeriyet kategorisinden güzelce elde edilmiş bir olgunluk belki ama, kolay ve çabuklukla elde edilmiş bir olgunluk. Dolayısıyla, bu olgunluk insanların elinden, aynı kolaylık ve çabuklukla kaybolur ve yiter gider... ben, bunu akmakta olan bir çeşmeye benzetirim. Şöyle ki; insan, eğer bu çeşmeden bir bardak su almak istiyorsa, tasını mutlaka bu çeşmenin altına tutar. Hatta tutmalıdır da... oysa kimi insan, akan çeşmeyi bile kapatır. Bir başkası da olgunluğu, ağacın dalında, düşmesini bekleyen elmaya benzetir. O, düştüğü vakit, mutlaka toprağa karışacaktır. Fakat karışmazdan önce, yani toprağa düşmezden önce, ki, daha dalındayken bile bazı elmalar, olgunlaşma yolundadır...
Demek ki, olgunluk zamana bağlı. Ama, ya bu zaman zarfında boş verir, adam sendeci-lik yaparsak... o zaman ne yapmalı... O zaman da bu yola hiç çıkmamalı!... çünkü bu yola girince, yarı yolda kalacağımız kesindir.
Kimisi de derki; İnsanın, belirli olmasa da bir eğitimden geçmesi gerekir. Ben buna karşıyım... Neden, diye bir soru usunuza gelebilir. Yanıtım, şayet, bu olgunluk, olgunlaşma süreci, eğer bir eğitime bağlıysa, bunca aydınların yaptığı cahilliğe ve bunca cahilin yaptığı olgunluk örneklerine ne demeli... Öyleyse, insanın olgunlaşması, bence ferdin içinde, her an, adeta fışkıracak bir töz, bir tür cevherdir... Oysa bu töz, insanoğlunun içinde, benliğinde yoksa, o insan, olgunluk yolunda ilerleyemeyecektir!...
İnsan, ne için yaşar?... Belki, bunu konu ile göreceliği yok gibi. Oysa çok yakından ko-nu ile eytişim sağlıyor. Meselâ bazı insanlar, bunun farkında bile değiller. Yani neden dünya-ya geldiklerinin ve neden yaşadıklarının... Kimi insan, parayla-pulla-şöhretle usunu bozmuş-tur. Kimi insan, istikbâlle... kimi insan ise, daha değişik ve birbirleriyle ilintisiz olan neden-lerle... Ama, aklını bozduğu mutlak bir şey vardır yeryüzünde... Diyelim ki olgunluk, tüm in-sanlığa bir hizmet, bir tür hürmettir... Fakat bu tür insanların aklını çelen başka konular var-ken, hiç hürmeti veya hizmeti, o taptıklarından başkasına yapar mı?... Ama ya insanlık, ya insani, ulvî duygular... Ve ona, ancak gülerek cevap verebileceğim...
Çağdaşız, çağdaşız diyoruz. Nerede bu, bulan gören var mı? Evet, sanayileşmek, maki-neleşmek, teknolojiye adım adımda olsa yaklaşabilmek yönünden, deniliyorsa doğrudur!... Fakat ya insanlık yönünden. O yönden de ne kadar çağdaşız... bu soruya yanıt veremeyebiliriz... Oysa, yine de şunu inkâr etmemek gerekir. O da günümüzde bile, insanlığa ve insanca duygulara değer veren fertler vardır. Böyleler, hayattayken yaşamdan, yaşamaktan adeta zevk alırlar. Hatta ayrılmak bile istemezler. Her konuyu incelerken, hatta bir çocuğun ona ağabey demesini unutmuş olsalar bile, olgunlukla yaşama görecelik bir ilinti gösterirler. İşte böyleler, yaşamla olan samimiyetlerini, onlara sunulan güzelliğin farkına vararak, doğada ki salt, yaşama haklarının vazgeçilmez birer savunucusudurlar. Ve bu duygu, onlarda kalıcıdır, değişkenlik göstermez. Ve bu duygu, başkaca bir kimse tarafından asla soyutlanamaz...
Ne mutlu ki onlara, çürükçül beyinlerin, usların kokuşmalarını önlüyorlar. Ne mutlu ki onlara, insanlığı, adeta unutanlara birer hatırlatma yapıyorlar. Ama, en güzel yanı da bir zor kullanarak değil, yani bir tür metazori değil...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.