- 1223 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YALNIZLIK (Denemeler adlı kitabımdan...)
YALNIZLIK
Yalnızım, zaten yalnızdım. Oysa şimdi daha çok yalnızım. Zaman, zaman anlayamadığım veya anlatamadığım, kendimce bir yere koyup, yorumlayamadığım bu duyguyu, inanıyorum ki, şimdi daha iyi anlıyor ve sanırım, kendimce daha iyi anlatabilirim. Yalnızlık, şimdiye kadar, ruhumda hapis kalmış ve zaman, zaman usumda oluşan duygular bolluğundan öte bir şey değil. O zaman ben, yalnız kalmak istediğim an, ruhumda hapis yatan yalnızlıkla, yalnız ve sessiz kalmak istemiştim. Hani ya, şimdi tüm bu imgeler...
Hararetle özlediğim yalnızlık. Şimdi evet, evet şimdi anlayamadığım, içindeyken kıymetini bilmediğim çokluk... Eşim, dostum, sırdaşım ve arkadaşlarım... Daha da öte ailem... Belki bu duygu, fazla romantik veya o yönde fazlaca fanatik olabilir. Ama inanın ben, bu satırları üzgün bir ruh halinde yazıyorum. Bu bir tür, sizle aramda görecelik sağlamayı ve iletişim kuracağım anlamını sağlamasın!... Zaten amacım da bu değil...
Peki, biz neden yalnızlığı ararız. Ve benim gibi sanırım bir çok dostum, neden yalnız kalınca hislenir veya duygulanır. Bence bu durum biraz da, toplumumuzun yapısından çok, tüm bireylerin kendine has özelliklerinden kaynaklanmakta... Belki de Tanrı vergisi. Kalıtım, soya çekim, ne derseniz deyin. Aklınıza da ne gelirse sıralayın. Ama şunu unutmayın ki; insan anatomisi, ne denli fanatik bir yapıya sahip olsa da, az veya bu duyguyu bir takım hususiyetlerde arar ve bulur. Ben, belki de bu atmosfer ve bu manevi duygusallık içinde olduğum için tüm bunları yazabiliyorum. Daha önce niye yazmadım, veya niye yazamadım. İşte size güzel bir soru... Ama bunu sizlerden önce ve elbette ben cevaplayacağım. Bence, acı bir gerçektir ki, hepimiz birer, ama birazcık psikopatız... Yani, ister inanın, ister inanmayın, ruhumuzun bir köşesinde ve saklı bir giz gibi yer alan, hasta bir ruh hali... Ve şu gerçeği unutmamak gerekir, psikolojik sorunları bünyelerinde çoğaltan insanlar, hep bu tür ruh halinin eseridir. Ve bu ruh halinin getirisinde, açıkçası psikopatlığın getirisinde, kaçınılmaz bir yalnızlık vardır. Bu nedenle, çevremizde, ruh hallerinde olan yalnızlığı dışa vuramayan, vurmayan insanları, alkışlar ve onları yanımızda görmek isteriz. Oysa, bu acı gerçek karşılığında, bu ruh halini bünyesinden atamayan bazı kişiler, yalnız olmaya, yalnızlık çekmeye ve sonucunda da toplumdan dışlanmaya başlarlar. Ama biz onları, küçüklüklerinden itibaren yaşadıkları travma türü, ruh hallerinden, ancak, zaman içerisinde aramıza alarak arındırabiliriz. Bu elbette zaman isteyen bir şeydir. Ancak, zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu nedenle, daha sonraki yaşantılarında, iyice yalnızlığa gömülmemesi için, bu insana kucak açmalı, onu dışlamamalıyız. Yoksa, toplumumuz için, sonuç çok acı olur. Sonra da telafi edilemez bir sonla, oturur, ağlarız...
Bir başka yalnızlık ve hemen en kötü yalnızlık olarak betimlediğim, yalnızlık... Bu düşüncelerimin yoğunlaştığı an, yaşadıklarımı düşledim... ve çareyi en acı yalnızlık olarak salt ayrılığa yükledim. Evet, en acı gerçek ayrılıktır ve bir daha dönülemeyen ayrılık... Okurun aklını daha fazla karıştırmadan, düşündüğüm ve yaşadığım, kim bilir hemen herkesin yaşadığı ölüm... İşte, kapımızı bu duygu çalınca...ister istemez yalnızlığa gömülürüz. Tüm sevenlerden, sevdiklerimizden ayrı, hele o sevdiklerimizi yitirdikten sonra, onları bir daha görememenin burukluğu... Sanırım, hasretlik bir yerde çözümlenebilir. Kişilerin, evliliklerin, dostlukların birbirlerinden ayrılmaları, tüm bunlar halledilebilir. Ancak, bazı ayrılıklar acı ve problemli olabilir. Ama inanın, tüm bu manevi yıkıntılar bile olsa, ölüm kadar yoğun bir travma yaratmaz insan bünyesinde... Yaşam boyunca, adeta ensemizde varlığını her an hissettiğimiz bu duygu... Bu dünyadan ayrılıp, bir daha dönememek... İşte bu çözümlenemiyor... Demek istediğim şu ki, sevgili okur, sevdiklerimizi ve bizi sevenleri şimdi sevelim, şimdi sevelim ki daha sonra akıtacağımız gözyaşları sahte olmasın...
Örneğin ben, küçük yaşta bir ebeveynime hasret kaldım. Çünkü, babamın işleri nedeniyle ve ailenin küçük oğlu olmamdan mıdır bilemem, babamın ilgisi ve şefkati, bana karşı çoktu... Bu nedenle, diğer kardeşlerim arasında bile, bazen, bazı kardeşlerim tarafından kıskanılırdım. Bu nedenledir ki, hâlâ, kısa süreli olan ayrılıklara bile tahammülüm yoktur. Çünkü, bir çocuğun, annesinden ve ailesinden ayrı kalmasına gönlüm razı olmaz... Ancak, elbette ki bazı şartlar, bu dediklerimin dışında gerçekleşiyor. Ama ben yine de, ayrılıklar karşısında, yaşamın, adeta bir tür travmasıyla karşı karşıya kalan çocuk, çocukların, iç dünyalarında yaşadıkları yıkımları az-çok bilirim. Ki, tüm bunların yanı sıra yetim kalan çocuklar... Ve inanın, bu ayrılıklar sonucunda, bazı çocuklar, adeta yetim kalan bir çocuğun duygularını yaşıyorlar. Bu düşünceye acımasızca diyebilirsiniz, ama inanın o, küçücük bedenlerde, o küçücük, henüz yaşamı tanımayan ve duygusallığı ağır basan, beyinlerde, yaşam şartları öyle travmalar yaratıyor ki...
Gerçi... fiziki objemiz, bıraktığımız iç dünyamızın dışında, çevremize neşe saçan, duygusallıktan uzak, bunlara benzer görünümlerimizin yanında, maddi olarak da bazı standartlarımızın varlığından söz edebiliriz. Ancak, o güleç yüzün arkasında, adeta bir tür maske yüzün varlığından bahsedebiliriz. Bu nedenle kişilerin görünüşlerine pek bakmamalı... Oysa, geçmişinde yaşadığı travmaları, gelecek yaşamlarında üzerlerinden atamayanlar, toplumla pek barışık değillerdir. Ve burada düşündüğüm analiz (katılır mısınız bilmem...) geçmişleriyle barışık olamayanların, daha sonraki yaşamlarında, adeta bir ruh hastası kimliğinde olmaları dikkatimi çeker. Hatta, toplum için hasta bir ruh haline dönüşen bu insanlar, zaman içinde (ki ayrılıkların çok olduğu toplumda) kendini çevresinden soyutlayan, yalnızlık mahkûmu, o günlerin sorunlu aileler nedeniyle, bu günlerin bir bakıma hasta diye nitelendirebileceğim çocukları, bugün sanki bir tür yarı deli, şizofrenlik bir yaklaşım göstermekte ve inanın her an kavgaya, ya da münakaşaya hazırdır... Hatta bu olgu öyle gariplikler içerir ki, her an en sevdiğini bile kırmaktan çekinmez... Oysa, tüm bunların yanı sıra, yani yalnız kaldığında, yalnızlığına ve kötü huyuna kahrediyor ya...
Şimdi soruyorum sevgili okur, ama lütfen samimi duygularınızla ve benliğinizle hareket ederek, bu tür soru, sorulara yanıt verin... Böyle (zavallı diyebileceğim) insanları kim bu duruma getirdi?... Nihayet o insan adeta bir tür meczup oldu... Kendi kendine konuşan, kendi kendine gülen biri oldu çıktı. Böyle olduysa suç kimin?... Kim onu bu hale koydu?... Maalesef bu tür soruların yanıtını vermekte güçlük çekeriz. Şimdi, vereceğim yanıta lütfen dikkat edin. Evet, belki bizler o sınıra yaklaşmadık, yaklaşmayalım da... Ancak, acı ama gerçek olan şu duyguyu da usumuzdan çıkarmayalım, gülerek baktığımız o deli, aslında bizzat kendimizdir... Kim bilir; belki ben, belki sen, belki de o... Ama mutlak olan şu ki, birisi... Böyle olduğunda da, ona, gülmek yerine, elimizden geldiğince yardım elini uzatmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken en çok, manevi yardımdır. Çünkü o, yalnızken, yalnızlığa itilmiştir. Bu sözün belki bir anlamsızlığı olmuştur. Yani ne demek yalnızken, yalnızlık... Bu tür duygular olmasa bile, insan zaten yalnızdır. Çünkü insan, düşünen bir varlıktır. Kısaca hemen her insanın bünyesinde var olan yalnızlık duygusuna, çevremizden uzaklaştığımızda ister, istemez bizlerde katılabiliriz. Ve bu olumsuzlukların varlığında, sürekli bir çaresizlik kuyusuna düşeriz... Bizler, sağlıklı düşünerek bu kuyuya düşmemeğe çalışırız belki ama, bu kuyuya bir şekilde düşmüş insana gülmek yerine, ona yardımcı olmalıyız. Ona, güldüğümüz, onun duygularıyla alay ettiğimizde, o insana ne denli zulüm ve işkence etmekteyiz... Lütfen, bu yanlış duyguların, yanlış esrikliğin esiri olmayalım... Ve o insanı maalesef, yalnızlığa daha çok itmekte oluruz... “Boş ver, derdine ben mi çare bulacağım...” gibi, olumsuz düşüncelerle hareket edip, “bana ne” demek bize yakışmaz... Hem zaten, bu tür olumsuz düşünceler ve kendi egomuzun bencilliğinde kalan, kısır düşünceler değil midir bu tür zavallı insanların, toplumumuzda adeta mantar gibi çoğalması... Ve tüm bunlar, yaşanılan bu esriklik, değil midir ki bu olumsuzlukları çoğaltan, psikolojik sorunları olan insanları bir araya getirmek... Çünkü, şu gerçeği unutmamamız gereklidir ki, biz Oyuz...
Süreç içerisinde elbette hemen her insan çile çekmiştir. Elbette bazılarımız, hayatın inişli, çıkışlı yollarında, çektikleri çilelerin yanı sıra, belki de ezilmişlerdir de... Ama ben, inanıyorum ki, birazcık da olsa, hepimizin içinde sevecenlik duygusu kalmıştır. Bu düşüne biraz olsun espri katarak devam etmek istiyorum. Kısaca belirtmek istediğim, kimimizin beyni erken sulanarak, daha ilerisinde delirmedi. Yalnız kalınca; üzülmek, ağlamak, hırçınlaşmak, hele isyankâr olmak bizlere yakışmaz... Ancak, şu sitemimi yapmadan da geçemeyeceğim, bizleri bu hale, psikolojik bunalımlara, bu pesimist yaşantılara düşürenler utansın... Peki... kimler? ; Anamız ve babamız mı?... Hayır, çünkü onun da anası, babası vardı. Öbürünün de vardı... daha da ilerlersek... bunun sonunu pek bulamayız. Elbette onlarda bizlerin bulunduğu ortamlarda bulundular. Onlarda, kendilerince amaçlara yolcuydular ve o uğraşların, o an için büyük olmasa da potansiyelindeydiler... Peki, bizleri bu durumlara koyan kim? Bunun cevabı bence çok basit. Nasıl mı? Öyle ki, biz...evet biz... Hemen her şeyi yapabilen, yaptığını da bir çırpıda yıkabilen biz... bizler... İşte bu nedenledir ki, birbirimize yardımcı ve hoşgörülü olmalıyız. Kardeşçe, dostça ve arkadaşça, ama samimi duygular içeren bir arkadaşça birbirimize sarılmalıyız. Ve böyle ulvi duygularla birbirlerimize davrandığımız zaman, birbirimizi, hatta yalnızlığa itilmişi, yalnızlık çeken bir dostu, kibirsizce bulunduğu durumdan adeta çekip, çıkarmalıyız. Ve böylece onu da kendi dünyamıza, kendi safımıza dahil etmeliyiz...
Unutmamalı ki yalnızlık, yalnızlığa bir ölçüde yakın durmak ve yalnızı terk etmekle doğar... Büyür, gelişir ve nihayet çıldırtır... Belki de, hassasiyet karşısında, çarpık duygularla karşı karşıya kalan insanı öldürebilir. Acıdır ki, onmaz yaralar açar düş dünyamızda, bunalımlar sonucu nice yaşamlar son bulmuştur...
Ve bende bir gün mutlu olabileceğimi şimdiden hissediyorum...