- 1068 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PAPATYA
PAPATYA
Hani uslarda bir tango vardır; “Papatya gibisin beyaz ve ince...” . Bu tangonun sözlerinde olduğu gibi, bunu, hani bazı nazenin kızlar için söylerler... Oysa ben, gerçek papatyadan söz etmek istiyorum.
Geçenlerde, ışıltılı ve güzel bir günde yorgun bedenim, gayet yavaş ve ağır adımlarla, yolumun üzerinde bulunan bir parktan geçiyordu. O an için, yorgunluktanımdır bilemediğim bir tür duygu yoğunluğuyla, ayaklarım, sızlandığını hissettirerek, orada bulunan banklardan birine oturmamın gerekliliğinden yakındı, sanki... Bende, eve gitme vaktimin ol-duğunu düşünerek, henüz erken olan zamanımı, bu bank üzerinde ve bu güzel yeşilliğin içinde biraz olsun, rahat bir nefes alırcasına, geçirmek is-tedim. Ve güzelce, biraz da serin bir yer bulup, oturdum. Parkta, öyle çok insanlar, hani kalabalık denilecek kadar yoktu. Birkaç kişi, birileri ve adeta sessizlik hakimdi, bu güzelim yeşilliğin sırlı dünyasında...
İşte, böylesi bir yaz sabahında, yeşilin, güzel çiçeklerle buluştuğu, adeta bir renk cümbüşü olan doğanın burada ki keşfimde, ki ancak park-larda böylesi güzellikler yaşanılıyor bilinciyle ben, oturduğum bu bank üzerinde, düşüncelerimi bu yönde yoğunlaştırmıştım. Ve bunları usumda düşünürken, önümde, topraktan, özgürce sıyrılmış, güzel bir papatyayı gördüm. Fakat bu papatya, şimdiye kadar gördüklerimin aksine, gözüme o denli güzel ve görkemli geldi ki, beni, kim bilir... nedendir ama böylesi bir güzellik çok duygulandırdı. Boyunun ince uzun, yapraklarının zarif ve ince, hele çiçeğinin rengi bir başkaydı sanki... Uzunca bir süre seyrettim, bu güzel ve sanki bana bir şeyler anlatan papatyayı... Sonra, hemen yanı başında, yine toprağı yarmışçasına ve yine özgürce, adeta topraktan fışkırırcasına çıkan diğer bir papatyayı fark ettim. Bana, o an için, kim bilir belki de yanında olduğu için, sanki annesi gibi geldi. Sanki, o küçük ve güzel olan papatya, diğer papatyanın küçük bir çocuğuydu. Belki de bebeğiydi. Ve bir an için bu papatyalar, bana, insanların aile ortamlarını anımsattı nedense...
Sıcaklık, artık iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Ortalık, adeta sıcaklıktan dolayı kavruluyordu. İşte o zaman bu güzelim park, bu güzelim esinti daha çok aranıyordu... Bu sıcaklık karşısında, sanki insan teni kavruluyordu. Toprağın kurumuş olması ve orada bulunan çiçeklerin susuz kalabilmiş olmalarını düşleyerek, hemen oturduğum banktan kalk-tım ve oralarda bulunan, parkı sulamak için bulundurulan bir su vanasın-dan, pet şişeme, alabildiği kadar su doldurdum. Doldurduğum bu suyu, az olacağını bilsem de, elimden geldiğince, bu iki papatyaya taşıdım. İçimde, bir şeyler yapabilmişliğin verdiği büyük bir huzur vardı. Bir an için bile olsa, rahatlamıştım sanki...
Suyu bedenlerine iyice sindiren papatyalar, sanki, sıcaklığın verdiği rehavet ve tedirginlikten uzaklaşıvermişlerdi. Kim bilir, belki de bana öyle geldi... Ve bu güzel papatyalar, daha bir güzellikte oldular. Ve sanki, yüzüme bakıp, bakıp bana teşekkür ediyorlardı... Sonra, oturduğum bu bankta yine düşüncelerimle baş başa kaldım. Ve dedim ki, insan için şu doğa nasıl gerekliyse, canlı için de su o denli gerekli diye...
Ve düşüncelerimin yoğunluğunda, kendimce konuşurken, papat-yaya ; “Sen, papatya...hani yüzyıllardır, insanlığın hemen hepsine ve her istediği zamanlarda, istek ve hizmetindesin. Bazen duvak olur, gelin başı süslersin. Bazen ise maalesef, yerinden koparılıp, fal olursun genç sevgililere, güzel yapraklarını saydırırcasına... ama bazen de hünerli eller-de, bilime yardımcı olur şifa dağıtırsın, tüm insanlara, hastalara, hastalık-lara güzel papatya...
Bir ara düşüncelerimden sıyrıldım. İleride, salıncaklara binmiş, annelerinin yanında ve huzur içinde sallanan, oyun oynayan çocukları gördüm. Parkın biraz ilerisinde bulunan boş bir araziyi kendilerine, oyun alanları da pek olmayan çocuklarımız, kendilerince icat ettikleri bu arsayı, caddeye yakınlığına pek umursamadan top oynuyorlardı.
Bu garip ikilem beni bir hayli düşündürdüğü gibi, çocukların ba-ğırmaları karşısında, zaten az olan şehir gürültüsü, bu seslerle iyice artı-yordu.
Ve ben, böyle düşlerken, ileride, kendilerince top sahası ilan ettik-leri arsada oynayan çocukların topu, fırlayarak parka girdi. Top, hızla benim yanımdan geçerken, az önce seyrettiğim, duygularımın yoğunluğu-nu bir an için arttıran bu iki güzel papatyanın, güzelliğini sergileyen o güzel boynu, o görkemli güzelliğini taşıyan o ince, narin boynu, kendileri-ne bir oyun sahası bile bulamayan, oyun çağının o güzel çocuklarının, sa-halarından fırlayan topla kırılmış oldu... Ben bu duruma kendimce üzülür-ken, diğer ve genç olan papatyanın yerinde olduğunu, sağlam olduğunu gözlemledim. Ve benim için bir teselli oldu.
Parkta oynayan, annelerinin ilgisi üzerlerinden eksik olmayan o çocuklar, elbette annelerine düşkündüler. Ve anneleri de onlara... Oysa, kim bilir, boynu kırılan papatya, diğer papatyanın annesiydi...
Biliyorum, bu düşlerimin hayali yine bir başka ortamda yine kuru-lacak, ama kurduğum düşler yine bozulacak ve elbette bozulan bu düşle-rin hesabını kimse vermeyecek...
Hani kimilerimizin dediği gibi, çiçekler, hele papatyalar maalesef hissiz değil. Onlarda birer canlılar ve onların da kendilerine göre bir dün-yası var. Ve bizler...kim bilir bu hayalleri, bu düşünceleri daha ne kadar saklayabileceğiz... Ve benim kurduğum imge, belki o an için dağılmıştı ama, sanki, annesinin boynu kırılan, diğer papatya, kurduğum düşümde hâlâ ağlıyor gibiydi... Ve sanki üzüntüsünü, annesinin boynunu kıran ço-cuklara hissettirmemecesine... Ama yine de ve sessizce hüzün dolu gön-lüyle ağlıyordu...
Mustafa GÖKÇEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.