EVCİL DEMOKRASİ
Demokrasi nedir diye yurdum insanına sorduğunuz zaman, “halkın kendi kendini yönettiği bir rejimdir” cevabını alırsınız. Bilhassa ilk öğretim okulu ikinci kademe öğrencileri bu konuda çok ısrarlıdırlar.
Hayatımızda demokrasinin anlamı bu ezber cümleye sığdırılmaya çalışılmıştır ve bir şekilde başarılmıştır da. Bütün insanlar demokrasiyi malum ezber cümle ile ifade ederler. Ama gönül ister ki insanların tamamı olmazsa da büyük bir bölümü demokrasiyi gerçek anlamıyla kavrayarak uygulayabilsin. İşte o zaman insanlığın, insan gibi yaşamın nasıl bir şey olduğunu görebilirdik. Dünyanın belli birkaç yerinde demokrasi tam olmazsa da halkın katkısıyla yaşatılıyor. Bunun yanında birçok yerde de demokrasiden eser yoktur. Ülkemizde de demokrasiden bahsedilmektedir. Ama demokrasinin en önemli unsuru olan seçimin varlığı dışında yaşadığımız soyut(hayata geçirilmemiş) demokrasiyi destekleyen hiçbir şey göremiyorum. Bir toplumda demokrasi; ancak ilgili halkın özgür, yalan dolan propagandalarla kirletilip, darmadağın edilmemiş iradesi ve düzmece olmayan gerçek, sağlam temellere dayalı bilinci ile uygulanabilir. Aritoteles’in demokrasiye getirmiş olduğu yoruma bakılırsa halkın özgür iradesinin de tek başına yetmediği anlaşılmaktadır. Aristoteles bir ülkenin yönetiminin nasıl olması gerektiğini tartışırken, demokrasiden şöyle bahsediyor: insanları yönetecek olan kişi, o toplum içinde en üstün niteliklere sahip olan kişi olmalıdır. Demokrasiyi bu şekilde tanımlarken bahsettiği üstün nitelikli kişiyi tespit etmenin çok güç olduğunun farkındadır. İnsanların dürüst davranamayıp çeşitli hilelere baş vuracaklarından da endişe etmektedir. Dolayısıyla üstün nitelikli kişiyi seçmenin yollarını araştırır ve birden fazla kişinin aday olması gerektiği sonucunu çıkarır. Böylece toplum içindeki en üstün kişiyi hilesiz, sağlıklı bir şekilde seçmenin daha olanaklı olduğunu görüyor. Adayların nitelikleri açık seçik olmalı ve toplum yönetimi ile alakalı kişiler olmalıdırlar ki, toplumun hizmetine sunulmak istenen demokrasi laçkalaşmasın. Adaylar belirlendikten sonra seçime gidilebilir ve yönetici seçilebilir. Bu seçim sonunda da tek bir yönetici olmamalıdır der. Toplumun yararına yönetime katkısı olacak, yönetimde söz sahibi olacak ikinci, üçüncü ve topluma göre belki de daha fazla kişi ve ya grubun olması gerekmektedir. Şimdi de yüzyıllar evvel sözü edilen demokrasi ile günümüz demokrasisini karşılaştıralım. Çok uzaklara gitmeden toplumca şahit olduğumuz yönetimimize bakalım. İktidar, muhalefet, bağımsız adaylar arasındaki çekişmeler demokrasi gereği gibi görünse de aslında işlemeyen, laçka bir demokrasiye işaret etmektedir. Seçim dönemlerinde halk demokratik özgür bir seçimin tadını çıkarmak yerine, seçimi atlatmak için gün sayar. Seçim bittikten sonrada insanlar, iş olanaklarının artmasını beklerler (verilmiş vaatlerden dolayı). Seçim süreci başladığında insanlar yönetimde yer almak isteyen yani yüzlerle de karşılaşırlar. Kimi zaman bu onlar için yeni bir umut olur, kimi zaman da bu yeni yüzler onların dikkatlerini bile çekmezler. Seçim döneminde ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik bunalım(kriz) iktidar tarafında gündemden uzak tutulmaya çalışılır. Muhalefette bu durumdan istifade etmek ister. Sosyo-ekonomik sıkıntıların sebebinin hükümet olduğunu öne sürer ve bu durumu düzeltmek için başa geçmesi gereken kişinin kendisinin(ve ya partisinin) olduğunun söyleyerek kaostan yararlanmak ister. Seçimde aday parti ve ya bağımsız bireyler bütçelerine göre seçim kampanyaları düzenlerler, hiçbir masraftan ve konuşmalarında abartılı vaatlerden çekinmezler. Mevcut hükümet ise yapmış olduğu işleri ballandıra ballandıra anlatır. Sanki yaptıkları yirmi birinci yüz yılda yaşayan bir toplum için çok olağan üstü şeylermiş gibi. Bunu anlatırlarken de yönettikleri halka kendi mallarından, bireysel emeklerinden ödün vermiş gibi, büyük bir lütuf sunmuş gibi bir edayla konuşurlar. Hal bu ki yaptıkları, yapılması gerekenlerin çok altındadır. Sadece onlardan öncekiler, başında oldukları toplum için onlardan daha az yatırım yapmışlardır ve onlarda bundan istifade etmenin gayreti içerisindedirler. Halk ise bu süreçte canından bezmiştir sadece ve sadece bu kabusun bitmesini ister. Seçim sürecinin böyle cereyan ettiği bir toplumda kim halkın demokrasiyi kullanabildiğini söyleyebilir. Hemen hemen her seferinde halkın hüsrana uğramasının, ülkede ilerlemenin olmamasının sebebi ne olabilir? Bu gün dünyanın kaderini etkileyebilecek yöneticilerin kaçının vasıfları bakımından(üstün nitelikleri) bulunduğu makamı hak ettiğini söyleyebiliriz? Bunlardan kaçı işinin ehli? Hangisinin toplum yönetimi üzerine hümanist(insancıl), tutarlı, kural niteliğinde bir görüşü var? Ama bu hüsranların sebebinin demokrasinin gereği gibi işlememesi olduğunu söyleyebilirim. Eğer insanların tamamı, en azından büyük bölümü demokrasiyi tam anlamıyla özümsemiş olsa, böyle sonuçlarla karşı karşıya kalınmayacağını düşünüyorum. Bunu öğrenmenin yolu da toplumsal eğitimin yanında kişinin kendi kendini eğitmesidir. Yani kişi her zaman birilerinin tavsiyelerini, öğretilerini ve direktiflerini dinlememelidir, bireysel gelişimini okuyup araştırarak kendisi tamamlamalıdır. Böylece kendisini hangi vasıflara sahip kişinin yönetmesi gerektiğine kendisi karar verebilecektir. Bu sayede maddi(somut) birçok şeyin evcilleştirildiği gibi manevi(soyut) demokraside ailenin kapısının eşiğinden içeri girip sonsuza dek evcilleştirilecektir (demokrasi aile içinde başalr). Böylece demokrasi parçalara tesir etmiş olacak ve o parçalar bir araya gelerek bütünü(demokratik toplumu) sağlam bir zemin üzerinde kurmuş olacak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.