Kentsel Dönüşüm
Kentleri biz inşa ederiz, sonra kentler bizi dönüştürür ve sonuçta nasıl insanlar olduğumuzu inşa ettiğimiz kentler tayin eder. David HARVEY
Hepimiz birer çocuğuz aslında büyümüş ama büyüyememiş. Tek farkımız büyümemişlerden biz ‘oyunlar’ içinde oyunlar oynamaya çalışıyoruz küçük sokağımızın hemen yanındaki küçücük parkta. Hepimiz yabancıyız yaşadığımız dünyaya ve beraber yaşamaya çalıştığımız insanlara. Kimseyi tanımıyoruz, hiçbirşeyi tanımıyoruz. Öyle çok değişiyor ki her şey ve öyle bir aynılaşma var ki dünyada; artık insanların farklılıkları ortadan kalkmaya başlıyor. Robotlaşan insanlardan kurulu bir dünyaya alışmaya başlıyoruz. Yani düşünmeyen, sorgulamayan, gülmeyen,ağlamayan; sadece yapması istenen şeyleri yaparak aç karnını doyurabilen ve yapmaması istenen şeyleri yapmayarak elindekilerle yetinmesi gerektiği öğretilen...Hepimizi betonlarla dolu duygusuz kentlere sürgün göndermekteler. Beton ne kadar duygusuzdur bilir misiniz? Güneşin altında sıcak, karın içinde soğuktur. Beton hiçbir zaman size aşkı anımsatmaz üstünde yaseminler açmaz. Hayatı anımsatmaz üstünde karıncalar dolaşmaz… Bizi duygusuzluğa hapsetmeye çalışıyorlar. Yine de sağolun diyoruz…
Kentsel dönüşüm bozulma ve çökme olan kentsel alanların ekonomik, fiziksel, toplumsal ve çevresel koşullarının iyileştirilmesine yönelik uygulanan strateji ve eylemlerin bütünü olarak ifade ediliyor. Yaşanılan kentin ekonomik, toplumsal ve fiziksel koşulları dikkate alınmadan yapılan bu strateji ve eylemler orda yaşayan insanların değişmek zorunda bırakılması gibi bir durum ortaya çıkartıyor. Değişen ekonomik ve stratejik etkiler düşünüldüğünde, kentsel dönüşümün yapıldığı bölgelerde kentsel dönüşüm sürecinin ardından bir birbirine benzeme, tek tip olan kentlerin ortaya çıkması durumuyla karşı karşıya kalınıyor. Yani insanların kendi kültürel, ekonomik varoluş biçimlerinin tamamen ortadan kaldırılmasıyla, alıştıkları yerleşim ve yaşama biçimlerinin değiştirilmesiyle ortaya çıkabilecek sorunları ikinci plana atsak dahi kentsel dönüşüm adı altında yapılan şey kentlerin tektipleşmesi sorununu da getirecektir. Ülkemizde kentsel dönüşüm adı verilen projelerin hemen hemen tümü gecekondu mahallelerinde uygulanmakta, fiziksel olarak değişim düşünülmesine rağmen hiçbir projenin sonucunda doğması muhtemel bölgedeki kültürel, sosyal ve ekonomik sorunlar üzerine durulmamaktadır. Toplumların ekonomik durumları düşünülmeden , “dünyanın en sosyal projesi”, “Çocuk parkında oynayan çocuğunuzu evinizde televizyonunuzda AV kanalından izleyebileceğiniz kamera sistemi ile huzurunuzu maksimum, endişelerinizi minimuma indiriyoruz...”gibi sloganlarla kentsel dönüşüm reklamları yapılıyor.
“Bu alan (Ayazma) hazine mülkü üzerine illegal olarak yapılmış, ağırlıklı olarak tek katlı konutların bulunduğu teknik ve sosyal altyapı açısından herhangi bir donatısı bulunmayan, sosyo-ekonomik olarak da çöküntü bölgesi olarak kabul edilebilecek bir niteliğe sahiptir. “Ötekiler” olarak sayılabilecek bir nüfus profiline sahip olan bu bölge; kentin varoşunda kentle bütünleşememiş İstanbul Metropoliten Alanı içinde gelecekte en prestijli olabilecek bir alt bölgede son derece ilkel yaşam şartları koşutunda kente daha doğrusu yaşama tutunmaya çalışan bir alt bölgedir.”
Yukarıdaki alıntı, Küçükçekmece Belediyesi’nin Tepeüstü-Ayazma Bölgesi Kentsel Dönüşüm Projesi için bastırttığı 2004 yılı tanıtım kitapçığından.
Bugün kentsel dönüşüm denilen şey binlerce insanın yıllardır yaşadığı evlerinin, sokaklarının, mahallerinin yani kendilerini rahat hissettikleri yerlerin beton yığınlarıyla doldurulmasıdır. Bu insanlar hayatlarını bu şekilde kazanan, hayallerini, aşklarını, günlük hayatlarını bu adaptasyonla yaşayan; kültürel ve ekonomik açıdan başka bir dünyada yaşamaları halinde hem kültürlerinin hem de bu düzenin uygun gördüğü birtakım insanlardan olmadıkları için; kendilerini bu zor hayatta var eden ekonomik güçlerinin yok olması durumuyla karşı karşıya kalma ihtimali olan insanlardır. Yani beton yığınları arasında, hiç yaşamadıkları dört duvar apartmanlar içinde yaşamaları çok zordur. Bizim bu kimseden habersiz; komşuluk kültürü olmadan, kendi kaderine terk edilmiş insanlar topluluğu olarak yaşadığımız dünyaya alternatif olarak yaşadıkları hayata devam edebilmeleri, kendi hayatlarını kendi istedikleri ve alıştıkları şekilde devam ettirebilmeleri onların içinden çıkan ya da bu durumun vahametini gören bir takım insanlardan ziyade, asıl onları evlerinden, bahçelerinden alıkoymaya çalışan yönetici ve geçer söz hakkı olan insanlar tarafından garanti altına alınmalıdır. Çünkü yaşanacak durumun sonucu sadece bu mağdur insanların değil bütün insanların ve dolayısıyla yöneticilerin de sorunu olacaktır. İlerde yaşanacak durumda buradaki insanlar ekonomik güçleri yetmediğinden kiracı olarak büyük bir yük altında yaşamaya devam etmek kalorifer, kapıcı vs türü aidatların ödenmesi için uğraşmak zorunda kalacaklardır. “Ben küçükken Allah yukarda derlerdi. Ben de yukarıya bakar ve Allah’ın ev sahipleri olduğunu sanırdım!”sözü bize ev sahibi olamamanın yarattığı etki ve endişeyi hatırlatmalı.
Bu kültür birikiminin, bu yaşayış biçiminin getirdiği renklerin siyah beyaz olmamasını, betonarme yapılarla oralara doldurulacak günümüz magazin, İnternet, savrukluk ve bencillik kalıbıyla yoğrulmuş insan modelinin yerine, hayatın ta kendisini yaşayan, hayatın renklerini televizyondan değil de ağacın yaprağından, gökyüzünden, topraktan geldiğini bilen insanların yaşamlarına devam etmelerini , eğer gerçekten bir dönüşüm gerekiyorsa burada yaşayan insanların fiziksel ve kültürel sahiplikleri yerine, onların ekonomik olarak gelişmeleri için değişimler yapmak, ülkenin kriz ve sermaye altyapılı patron hegemonyasındaki ekonomisinin dönüşümüyle kentleri yaşanacak yerler yapıyoruz diye insanları yaşayamayacakları yerlere sürmek yerine, insanları yaşayabilecek hale getirmek için onlara çalıştıklarının, emeklerinin hakkını vermek, eğer sonra gerekiyorsa onların yaşadıkları yerleri değiştirmeyi ikinci planda düşünmek daha mantıklı olacaktır. Yani asıl görüntü kirliliğini yapanlar görünmesi gerekenleri gizleyenlerdir...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.