- 754 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LİMONATACI / ARDAHAN ÖYKÜLERİ (20)
Sarı rengi mavi renk tamamlar....
Yaz günü, ışık tonuyla; kış günü ışık tonu aynı mı?
Sarf zannediyor olunmamalı!
Yaz günü ışığının gam’ı şiddetlidir. Rock müziği makamı gibi.
Kış ışığı grisatrdır, sanat müziğimizin makamı gibi.
Sonbahar renkleri pastel gamdır, makam olarak disko müziğe benzer, hafif veya yüngül ...
İlkbahar da renk çiçeklerin taze bendeleri yepyenilikten heralde keskin bir makamdaki gam da: Beethoven’ın " İlk ilkbaharı" senfonisine benzer.
Dört mevsim de dört renk makam-ı renk saltanatı vücudiyet bulur.
Keza gün içinde de ışık aynı renk lezzetinde değildir...
Yaz sabahı renk tonu, makamı, gamı mavi ile başlar..
Seherden sonra ışığın dik inme açısı 90 derece iken zaman öğlendir ve renk ismen: Sarı sapsarı sarııscaktır.
"Makam mı ? "
- Queen ’in " Show must go on’ undan " daha beter daha Teneberistik gamdır.
Güneş zevalına doğru... Renk gamı: turuncudan mora ve boşluk gibi karşıtı olmayan renge oturur gam.
Gam pasteldir. Makamı : " RAP" gibi yalın ve hafif çünkü bitiş yok gibidir de ondan; ha varmış ha yokmuş anlaşılacağı...
Zülali ne der ?
" .... DERYANIN DİBİNE DALINCA DALGIÇ
KARANLIKTA YANAR SANARSIN TURUNÇ
YANAR ZİYAN VERİR AŞIK KARARİ
DÖNER ZİYAN VERİR AŞIK KARARİ...."
ZÜLALİ’de,
ŞENLİK’te RENK bilgisi olağanüstüdür!
Bu: Mevlana’da da böyledir!....
" Bütün renkler tek bir renkten gelmedir, der. O da beyazdır; Beyaz da ışıktır. Renk ışıktır; Işık renktir. Beyazdan doğan tüm renkler elvandır. Elvansa ışıktır." der.
Mevlana’yı iyi analiz eden, ağzını değil gözünü açarak çözen GOETHE ’de: Modern dönemin renk teorisini klasik dönemlerin bitişinde; çok çabuk kavrayarak çözmüş ve yeniyi kurmuştur.
Modern dönemlerin sonunda ise artık renkler HOLOGRAM tekniğine kadar geldi...
Renkten açılan bahis ile: Ardahan’da yıllar önce yaz aylarında limonatacılar vardı onları aklıma getirdi....
Buzlu limonata arabalarının, satılan limonataların resmi fotoğrafı var mıdır? Olsa da onun üzerinden yad ediversek!...
Nesneler alemindeki körler gibiyiz. Körler fil’i tarif etmişler ya: Kör tuttuğu nesneyi bilmiş onu anlatmış.
Bizim de aklımızda kalan sanıyoruzki en doğrusu bu. Halbuki ne arar! Gerçek ne çetin, ne menem zordur ki!
Temmuz sıcağının, biçin sıcağının karşıkoyan buzlu soğuk limonatalarını yapan tek satıcı Yeni Mahalle’den Ali Rıza Ağabeyin babasıydı, adını hatırlayamıyorum. Babadan oğula Ali Rıza’ya geçti meslek, onlar da bir müddet yaptılar.
Kıştan hazırlanırdılar. Torun Rıza’nın bana anlattığı: Kış’ın Kura Nehrinden buz kırdırıp kestirir, buz ambarında stoklar, yazın limonata arabalarında limonatanın soğuklamasında kullanır limonatayı satardık ....
İki çift öküzün çektiği buzlar boyut olarak 1,5 x 3 metre kalıbında idi hemen hemen...
Öküzler zincire bağlanık halde buzu süründüre süründere çekerdi...
Zeki Kocamemi’nin bir resmi vardır, nakliye kolunu anlatan tablo ile buzu çeken öküzlerin yokuşa kapaklanması, figür olsun form olsun sanki aynı...
Bizim Alabalık dere yokuşunda buz çeken öküz koşum takımı... Derede ki evimiz, Yenimahalleye gidişin, tek yolun başıydı, bu yüzden müşahadem kendiliğinden...
Köprü tek idi mecburen Yenimahalle, Şükrü Hocaların kavağındaki köprüden geçerdi... Çok zengin gözlemleri yapmak işten bile değildi. Mahallenin insanları da üstelik bir gevher misali insanlardı...
Köprü çarpuk çurbuk bir geçit yolu kadar bir köprüydü. Köprünün başında başlayan yokuş kış oldu mu kış olimpiyatları yani.
Öbür mahalle çocukları gelirdi.
Kaymağa kızakla patenle kayakla leğen’e binip kayanlar bile .... Onlarca çocuk cıvıl cıvıl seslerinden önce aşağıya yetişen kızaklı çocuklar.
Kızak’ı yok, kızağın arkasına, sürücünün ayağına yapışıp baştan aşağı ayağın üstünde dumuşuk hep ikinci gelen çocuklar... O ara at kızağı çıksın da ne verdiyse Allah asılan asılana çocuklar... Zirveye erdin mi dönmesi kolay; iki ayak iki iz oluğuna ayağın geçirip buzlanmış zemin den Fırjjjjjjjjjjj! inen çocuklar!
Bir fayka katındaydık, site site elimizi kolsuz faykanın koltuk altından içeri takardık, üşüdüğümüzden fırtığ burunnan dudağımızı dar bir PİST’le bağlıyordu. "Kayabilsek fırtığın üstünde de kayacak değin çocuktuk " çocuklar!...
Ardahan bülbül’ü adını biz vermekte; oda almakta beis görmüyor.Allah’dan Ardahan’a vergili " Kargalar"...
Yokuş da her kış buz çeken öküzleri ayamdan tarassut ettiler.
Gördükleri: Cıvıl cıvıl çocuk sesleri, kızakla kayakla yarışan çocuklar, gençler sevinçte ve oyundaydı... kargalar: çocukları, kız çocuğunun da patenle kaydığını gördü.
Anlamak namına hiç birşeyi hiç bir zaman anlayamadılar. Çünkü oyun du bu oyun.
Oyun da amaç yine oyunun kendisidir. Küçük hızekler altına balya demiri çektirirdi ki çocuklar: Uçsun! Ki göz göremez haten gözün ögünden geçsin getsin! İki kalas’a üsten kayış bağlayan ayağını burya takdı mı ayağını kırsa da gene kayacak imkanı yoktu! İlla ki, zirveden aşağı uçsada köprüye gelecekti! Zirveden aldığı fileyi aşağıda sahibine veren genç kurulur da kurulurdu, daha... Beş, altı çocuk ardarda zincir gibi dizilip ayaklarına yazdan kalan pilaçları geçirip kaya, kaya inecekler... Devrilen mi!.. Uçan mı!.. Ağız üstü kapanan mı!.. Ne ararsan?..
Kargaların yukarıdan bakıpta göremedikleri, Kavak ağaçları "Hayat" duvarlarının çeperinden yükselip uluya çıkmaklıkları, kavaklar beyaz baş yaşlı adam taklidi yapan " Dodo dodo gezdiren çocuk kisbetinde." söğütlerde de hal kalmamış, kış kışlığını; kuş kuşluğunu yapacak illam! Söğütler beyaz karlarla gofret gibi kat kat. Emma! Güzel kar, beyaz tek renk, monokromatik bir lavi den daha güzel hele bu sulu boyayla ve de mavi ile çalışılmışsa.
Manzara bu idi. kül döken kadın buzda yürüyecek kocasının düşüpte bacağını kırmasın diye külden çizgi çizdi resm-i yol kayırdı ki er’i düşüp kılçasını zadını kırmasın! Hatt-ı zatinde kırsa da aklı başına gelse diye bir defe sadece bir defe düşünmüştü !...
....Manzara: Kış günün de yokuştan aşağı inen yolu, kar, buzla karık.
Çocuk, insan eğlentileriyle hayat bulan, hayat veren kışın ve onun sıcağıydı deyip bahsi sıcağın Mal Meydanında limonata satan, içen Ardahanlılara çevirelim...
Ayrıca...
NE DER SEFİL ŞENLİK ? Görüp bakalım ,
" SİN SEHERDE SEYRE ÇIKIF SITKI GÜZAR KIRMIZI
MÜBAHİ GONCA BEZASLAN ÇİM LALİZER KIRMIZI
YAKUTU AHMER MİSALLİ LEYSE BUSER KIRMIZI
NARINCI GÜLGEZİ ELVAN HER NAKŞİ MÜNAKAŞŞA
TAZE TER EBRÜŞÜM GİBİ TERTER ESER KIRMIZI"
Şeref Taşlıova’nın bir konferans da sorduğu "Şenliğin" bu dizeleri ... Eğer kim çözerse! Helal olsun demiştir!
....Yukarıda BÜYÜK ZÜLALİ şunu demeğe getiriyor; En çok ışık, Empresyonistlerin de kabul ettikleri üzr-e TURUNCU renktedir. Claude Monet’in dominant rengiydi. Gözdesiydi... " Karanlık bir yer de deneyin!" diğer renklerden çok turuncu mübarek sanki bir alatirik gece güneşi adeta.. ZÜLALİ BÖYLE BÜYÜK; BÖYLE BİLİMPERVER !....
Deryanın dibine dalınca dalgıç
Karanlıkta yanar sanarsın turunç
.........................................
Mal Meydanında öğlen saati sıcaklayan kasketini geri kaldıran terleyen hararetleyen, parası olan olmayan herkes içiyor.
Kasketinin tereği kırık, başı açık, hasır foterli çocuk, kanayaklı her kim, limonatayı kana kana içiyordu.
Kim ise " Babasının heyrine " mavi limonata arabasını açık büfe yapmış herkeşe içirtiyordu. Damacana’nın büyüklüğü iki adam kolların sarsa anca erişir. Millet kan’a içti.
Kana kana ben de içtim. Cam sarı narıncı renkten; birden bire beyaza döndü. Geriye kalan kasanın mavi rengiydi maviş: Açık desem benzemiyordu. Tam olarak turkuaz gibiydi az sarı çok beyaz ile karılı bir Akdeniz deniz mavisiydi...
Akdeniz Nire !..
Ardahan Nire !..
Baban rehmet emice içürtdün, susuzluğumuzu geçürtdün, baban ruhuna degsin.
Birlerce herif, kadın, çocuk, ergişi, kanayaklı, ecük, cücük:
- Baban rehmet emice! Limonata ne datliydi... Allah rehmet etsin!
- Sizinde geçmişize rehmet yeganım! Bişe degül !...
YALÇINER YILMAZ
24/04/ 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.