- 1018 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Selvi Dalında Bir Kelebek
„ Metamorfoz Bir Replik „
Günümüzde ölümle başa çıkmayı beceremiyoruz.
Daha doğrusu çok iyi biliyoruz, bizden yeteri kadar uzakta olsun yeter.
Hayatımızda ölülere yer yok.
Ölümü aramıza almayarak, yaşamın en mistik yanını da yaşamımız dışı bırakıyoruz.
Bilmeyerek yaşıyoruz
Herşeyin aynı kalmasını istediğimiz veya çoğu zaman herşeyin aynı kalacağını
sandığımız bir yer olarak algılıyoruz bu evrensel düzlemi.
Ölüm bizi değiştirebilir ve biz asıl değişimden çok korkuyoruz.
Bütün varoluşumuzun bir metamorfoz olduğunu unutarak, mezarlıklara konmayan
bir kelebek olarak kalmak istiyoruz.
Oysa sürekli bir reinkarnasyon durumundayız, yazgımız bu sürekli değişimler
olduğundan ötürü canlıyız.
Unutarak yaşıyoruz.
Mesleğiniz ne?
Buldum!
Siz bir Visajistsiniz. Ölüme güzel bir yüz veriyorsunuz yani bir sanatkársınız.
Kosmetik ürünlerinizle uzaklaştırıyorsunuz zamanı insanların suretlerinden.
Fevkalade bir çözüm ama maalesef yalancı. Mumyalanmış kelebeklerin uçamadığını,
size kimse söylemedimi?
Gülebilirmiyim?
Hem size hemde ölüme karşı en etkin olan şeyin gülmek olduğunu söylediler bana.
Mesleğiniz ne?
Taşçı, İmam, Hemşire, Marangoz, Nakliyatçı, ne güzel meslekler bunlar.
Hepsi ölümle elele.
Siz efendim!
Taşa adımı güzel yazacakmısınız? Lütfen kendinizi fazla zorlamayın arabesklerle,
yüzyıllar sonra başımda un ufak olacak o mermer sütun ve tozlarını çocuklar
ananelerinin gözlüklerinden silecekler.
Siz İmam efendi!
Tatlıyı seversiniz, mevlüt şekerimden avuçlayabilirsiniz, merhumun dileğiydi diyerek.
Bırakın çocuklar takkenize gülsünler, az ciddi adamın namazını kılmadınızmı? Bir iki dilenciyle beraber. Hoşnut kalın ve hoşnut bırakın hocam, öldüğünüzde bu cami dolacak.
Unutmayın hocam, hocaya gülen çocuklarda adam olacak, gavur deyimiyle metamorfoz
denen şey bu işte.
Hemşire hanım, aidsli hastanız iyi bir insandı değil mi?
Bir nevi aşık olmuştunuz ona, papatyadan ördüğünüz tacı onun başına taktığınızda,
seyretmeye doyamıyordunuz mutluluğunu, yaşamı nasıl da güzel gösteriyordu gözlerinize
değil mi?
Siz şanslı bir insansınız, yaşamın mistik havasını soluyorsunuz, ölümle öpüşmek hergün
ve yarına çıkmak yine de, gerçek yaşamın ortasındasınız.
Size, bir çiçeğin solduktan sonra ne olacağını veya olabileceğini anlatmama gerek yok.
Bembeyazın nasıl kankırmızıya dönüştüğünü de biliyorsunuz.
Rengarenk yaşıyoruz.
Siz bir an uzmanısınız, yoksa nasıl bileceksiniz bir ağacın yaşını.
Bana söyleyebilseydiniz keşke tabutum olacak ağacın şimdi nerede boy verdiğini.
İçine gireceğim ağaçla gidip şimdi sırlaşırdım.
Biliyorum bir marangozsunuz sadece, bir müneccim değil.
„ Eskiden, sırlarını hiç kimseye açamayan insanlar, bir dağa çıkarlarmış.
Dağın tepesindeki bir ağacın gövdesine bir delik açar ve bütün sırlarını bu
delikten içeri fısıldarlarmış. Sırlaşmaları bittikten sonra ağacın gövdesindeki
deliği toprak ile sıvar ve böylelikle anlattıklarının başka bir canlı tarafından
duyulmasını önlerlermiş.“
Sırlarını öbür tarafa taşımak dedikleri aklıma geldi. Benim sırdaşım nerede?
Acaba o ağacın dalları, duyduklarını göklere anlatmazmıydı?
Allah bilir.
Anlatırdı, hem de nasıl anlatırdı.
Yaprakları dudak dudak açar ve her geçen buluta bir sır verir ve bütün sırları
taa yıldızlara kadar taşıtırdı.
Kökleri dil dil olur ve yağmur sularından başlayıp, derelerden denizlere ve
okyanuslara kadar dökerdi o insanın sırlarını.
Kul duymazdı ama kainat bilirdi o insanın sırlarını.
Kainat bilir insanlığın sırlarını, yaşamın sırlarını.
Nakliyatçı beyefendi, siz bilirsiniz taşımanın ne demek olduğunu.
Bir şeyi bir yerden başka bir yere götürmek nasıl bir olaydır, siz bilirsiniz.
Değişmeden, göçmeden, taşınmadan yaşayamayız, siz bilirsiniz.
Düşünmeden yaşıyoruz.
Yediğimiz bir elmayı bile nasıl değiştiriyoruz vücudumuzda, duyduğumuz bir
müziği ruhumuzda, ögrendiğimiz bir sözü dimağımızda, sürekli değiştiriyoruz.
Yaşamı aktarıyoruz bizden sonraki yaşamlara.
Öğretileri, terbiyeleri, değerleri, sevgiyi ve kini, herşeyi aktarıyoruz sonraya.
Artık ölümü alalım aramıza, yaşam yalnız kalmasın.
Selvi dalında bir kelebek, kimseyi korkutmaz.
Bu korku neden?
1)
Görüntüler, arkalarındaki gerçeği görmemizi engellemekten başka ne işe yarar?
2)
“ Ağzından midesine bir hortum indirdiler, koluna bir bant bağladılar, ateşini,
tansiyonunu, nabzını ölçüp, nefes alış verişini dinlediler, yüzüne bir maske takıp
oksijen verdiler, ayak başparmağına bir nabız oksimetresi taktılar, vücudunu
makinelere bağladılar, damarına bir tüp yerleştirdiler, isimleri ve yan etkileri tam
bir muamma olan ilaçlar yutturdular, bunun kendi hatası olduğunu hatırlatmak
için kınayan gözlerle baktılar ve sonunda daha beter vaziyete düşmediği için ne
kadar şanslı olduğunu söylediler. Gerçi o „şanslı“ hariç her türlü sıfatı yakıştıra-
bilirdi kendine.“
3)
„O bizi, bize göz kırparak, ölüme götürüyor. Ölülerin nabzını yokluyor, ateşine ölçüyor
ve bütün görevlerini tamamladıktan sonra yaşamın poposuna bir şaplak vurarak, bize
hoşgeldiniz diyor. Mevlütler, ayinler, her dinde kendine göre bir veda ve sonrası yeni
bir bayram yeri.
Yeni bir başlangıç.“
Başka bir dilde, Die totenmesse ist ein Fest, ein Abschied, ein Neubeginn.
Başka bir dilde, The requiem mass is a festivity, a farewell, a new beginning.
Ölüm, başka bir dilde yaşamak.
Kelebek olduktan sonra başka bir kelebek olmak.
Başka bir çiçeğe konmak. Başka bir ağaçla sırlaşmak Başka bir bayram yeri
Başka bir başlangıç. Ölüm bu.
Yaşamadan yaşıyoruz.
1) Elif Şafak – Araf
2) Elif Şafak – Araf
3) Jan Fabre – Requiem Für Eine Metamorphose
YORUMLAR
YAZINIZ DEĞİŞİK VE USLUP SON DERECE ETKİLEYİCİ...AMA ÖLÜM SORGULANMAYA YER VERMEYECEK KADAR AÇIKTIR...REENKARNASYON UYDURMASINA DA ANCAK BU DÜNYAYA SIKISKIYA BAĞLANMIŞ HATTA TAPMIŞLAR İNANIR.HEM KİM İSTER ÖLDÜKTEN SONRA TEKRAR DÜNYAYA GELMEYİ..TEKRAR TEKRAR AYNI ACILARI YAŞAMAYI...EBEDİ DURAĞIMIZ BELLİ.VAD'EDİLEN GERÇEK KIYAMETTİR..VE MAHŞER GÜNÜDÜR...BİZ KELEBEKLER GİBİ OLAMAYIZ...ONLAR DA AZ ÖMÜRLERİNE RAĞMEN İNSAN OLMAK İSTEMEZLERDİ ZATEN.ÇÜNKÜ BİZİM YEMEK MASASINDAN KALKTIKTAN SONRA ÖDENECEK AĞIR BİR HESABIMIZ VAR...