Sanatın Nesnelliği ve Bilimin Genel Geçerliği Üzerine…
Tek tek ele alındığında her bilimsel parça kendi disiplinleri içinde özel parçacıklar olduğu gibi, her biri kendine özel sanat eserleri de topluca evrensel bir olguyu meydana getirir.
Bu fenomen, sanat anlayışlarından ekonomi politikalarına, felsefi görüşlerden inanç yasalarına kadar pek çok hayati kavramın özünü teşkil etmektedir. Ama yine de en uç noktalarını eko-politik süreçlerde ve bunun sosyo-kültürel-sanatsal faaliyetlere yansımalarında görmekteyiz. Bu yazımı kaleme alırken çok yakın bir arkadaşımla yaşadığım olayın sonrasında bir dergide okuduğum edebiyatçının fikirlerinden oldukça etkilendiğimi belirtmeliyim.
Yaşadığım olay tam bir ironiyken okuduğum yazı ise akla gelebilecek her türlü fikir ya da düzene aykırılığıyla bilinen biriyle ilgiliydi. Bu yazıda belki biraz karmaşık gelebilir size. Çünkü konu insan icraatları ve eserleri. Yani milyarlarca zihin yapısı, milyarlarca dünya.
Yaşadığım ironi ilginçtir ki bunu anlatırken ismini veremeyeceğim arkadaşımın ve kendimin dünya görüşlerini bir parça deşifre olmasına neden olacak. Yazmak da zaten kendini deşifre etmek değil mi ki? Her şeyin birbirine girdiği artık + veya – diye bir kutbun kalmadığı dünyada yaşadığımızı da bir nevi gözler önüne serebilmeyi ümit ediyorum.
Olay bir müzik eseri ve bunu seslendiren sanatçıyla ilgili. Bana göre eser bir başka ülkenin müziklerinden çalınmış, kendi ülkesinde popülist ve yapay kültür hizmetkarı biri tarafından sunulurken, arkadaşım ise doğal bir hakkı olarak beğenisinden dolayı buna karışamayacağımı dile getirdi. Bu iddiası kafamda şimşek gibi çaktı. Haklıydı beğenilere karışılamazdı. Fakat işin ironisi şuradaydı ki, ben pek çok şeyin özelden genele gittiğine inanan, sanatın özelleşmesini kaldıramaz olmuşum. Oysaki toplumu var eden bireylerdir. Gelelim arkadaşıma, kominal uygulamaları savunan, sosyalist yapıları destekleyen bu arkadaşım ise bana popülizmi yani insanların beğenisinin özgürlüğünü savunur bir hale büründü.
Oysaki bende lise yıllarımda hümanizm, sosyalizm emekçilik hayalleri görmüştüm. O zamanlar sanat ve kültür faaliyetlerinde çok daha katı fikirlerim vardı. Bireysel hazlar için sanatın kullanımına karşıydım. Oysaki yaşam insana özgü ve özel. Her bir insan kendi dünyasında yaşar. Hiçbir kimse bir diğeri için yaşayamayacağı gibi, hiçbir insanı da kendi için yaşamaya zorlayamayız.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakarsak, bir zamanlar uğruna kendimizi adadığımız düşünceler ne kadar da yozlaşmış. Kominal yaşam diyen sözde sosyalistler pop ve rock müzik konserlerinde, başkalarına benzemeyi utanç sayarak, kendine özgü tarz sahibi olabilme uğruna burunlarına, kaşlarına kadar taktıkları demir halkalar ile geziyorlar. Kimsenin kimseye benzemediği bir kominalite(!)…
Peki ya bireyselcilikten yana olduklarını iddia eden kapitalist sanatseverler. Ekonomideki kapital para ise sanattaki de fikirdir. Farklılıklar sanatı geliştirecektir elbette. Bu kesim ise popülizm peşinde tek tip insanlar olma yolunda hızla ilerlemekte. Artık sosyalistler bir diğerine benzemekten utanırken, kapitalistler farklı olmayı toplumsal rahatsızlık saymaktalar.
Çok eski bir teori yine geçerliliğini korudu ki, sosyalistlerin sağladığı eşitlikte kapitalizminkinden farklı olmadı; sefalette eşitlik. Konu parada olsa sanatta…
YORUMLAR
YAZDIKLARINA KATILMAMAK MÜMKÜN DEĞİL.Her insan
kendisi için yaşarmış. Şimdi şöyle bir geçmişi değerlendiriyorum da bazı ideolojilerin peşinden bu insanlar
için boşuna kendimizi tüketmişiz.Çok bedeller ödemişiz de
toplumu bir milim bile değiştirememişiz.Yazının içeriği
bugünkü değerlerimizin ne durumda olduğunu anlatıyor.Kutlarım sizi.Saygılar sunuyorum efendim...