Hisseme düşen dünya (X)
Acı ve keder, vadeye kadar olan hayat mücadelesinde düşünen insan için, bina ettiği ömür sarayının inşasında en çok kullanılan malzeme olabilir. Zayıf karakterin kolayına gelen, vakıadan (olan-bitenden) şikayet etmektir. Haşa, başa gelen menfi (olumsuz) haller için hiç hak etmediğini söyleyenler, Yaratana sitayişte bulunanlar, hemcinslerinin elinde bulunan mal ve güzellikleri kıskananlar, çekemeyenler hatta daha ileri giderek kendinden üstün varlığa sahip olanlara zarar vermeye çalışanlar, küfredenler, isyan çıkaranlar, bölücüler ve bozgunculuk yapanlar olabilir. Bunların hiç birinden değilim! Bu gün, dün ve daha önceki günlerden takiple gergefine koyduğum nakışların gösterdiği olarak, nasibime düşen manzaraları göreceğime inanıyorum. İkmal ettiğim, edebildiğim kadar mükemmelliği tadıp yaşayacağım. İhlas, samimiyet derecem her ne ise o kadar lezzet alıp haz duyacağım, mutluluk emarelerinden ve avam kabiliyetim kadarda acı ve ıstırap duyacağım, mukadderatın tecellisi olan hüzün getirilerinden. Yani ben evimi, bahçemi düzenleyip süslediğim gibi yarın ve daha ertesi günlerimin getirisini (bir manada!) kendi cüz-i irademle süsler şekillendiririm.
Bir alem veya bir vakit veya bir sayha tasavvur ediyorum; Köşe başlarını bileklerinin gücüyle veya metezoru ile zaptetmiş yada rast gele tezgah kurmuş kişilerin tasallutunda, arı kovanı misali işler vaziyette. İnsanlar çeşitli istikametlere, hızlı yavaş, dolu boş koşturur vaziyetteler. Satan alan, doğruya hile katan, havadan atan tutan ve deveyi hamutu ile yutanlar! İklim hangi karakterde ise o manzaranın müdavimleri o havayı soluyup sürdürmek için yarışır olacaklardır. Hırsızlar, çaldıkları malları kontrolden masum vakitlerde, dürüstlük taklidi yaparak ve avazlarının çıktığı kadar bağırarak pazarlama gayretinde, kelepir tutkunları ise ihtiyaç sandıklarını ucuza doldurma çabasında olacaktır. Orada olduğum kadar o mesafelerin kokusunu ciğerlerime çekeceğim tabidir. Kirli çamaşırlarını bir badem gözlünün çok özel eşyaları gibi satmaya çalışan şarlatanın edebiyatı, onun gözlerine bakarak dinlediğimde, ondan onun çabası doğrultusunda etkileneceğim kaçınılmaz bir gerçek olacaktır. Tanıdık simalar, aşina olduğumuz semboller, aşk ettiğimiz şahsiyetler günün yorgunluğundaki molada oturmuş, Allah’ın işine akıllarınca fikir yürütürler..
Yürümek kadar yürümesi gerektiği halde, hal böyle olunca, sürünmek tabi değil midir? Bir ton su ile banyo yapanın susuzluktan, bir ekmek almak için 10 ekmeği mıncıklayanın nezafetten ve gelirinden vergi vermeyenin devletten şikayetçi olması ne fena şeydir! Babil’in medeniyetinde sadece asma bahçelerine önem verdiler. Önemsemedikleri ayrıntıların kesbettiği manzara onları bir çırpıda yuttu! Halbuki insan önemsemesini bilen ve önemsenmesi gereken nadide varlıktı. Yüreğinde hasıl edemediği sevgiyi, marifeti, feragati ve fedakarlığı başkalarından görmeyi alışkanlık ve mizaç haline getirenlere, yedek yüzüm olsa “dostum!” diyebilirim. Laneteyn bir ihtimamla, bol kazanç umduğum çalışmalarım bana lisanı haliyle, (af buyurun.,) tükürük atar da ben üzerime alınmam. Neticelerin faturasını şuna buna veya kadere çıkarır, ilimden irfandan ahkam keserim. Oysa ki, nihayetinde kaderin zembereğini kuranda, hasbelkader yine benim. Vurulmaması gereken yer ve zamanda, kuru bir dala bir fiske vururum. Düşen tane yuvarlanır, yuvarlandıkça tomarlaşır, tombullaşan top devasa bir kütle haline dönüşerek önüne gelen hadiseleri harap haline dönüştürür.
Hoşuma gitmeyen latifelerin sebebi olarak, hep iki yüzlülüğümü, samimiyetsizliğimi kendime gerçek bahane olarak yakıştırıyorum. Daha iyisine layık olsa idim, daha lütufkar zamanların sülalesinde hayat sürüyor olurdum. Öngörülerim, bilinçaltı şuur kalıplarım hep kendimi öne çıkarmayı, fark edilen, aranan biri olmayı, ayrıcalıklı muameleyi arayıp tercihlerine koyuyor ki, koyuyorsa ve “vah bana!” yazıklar olsun.. Hangisi Benim: Doğruyu keyfine göre şekillendiren, ahlak ve edep değerlerini içinde bulunduğu duruma göre değerlendiren, maneviyatını asaletinden alarak çıkarı yönünde adaleti ve hakkı tarif ve tedarik eden, saf ve sevecen görüntülü sinsi şeytan mı? Yoksa gerçeğin tokadı yüzünde şakıyınca veya üzerine bir vebal atılınca dili tutulup konuşamayan, kendini savunamayan, lehindeki delilleri karartılan, ancak Rabb’ini vekil tutabilen sade bir kul mu? Azınlığın keyfine haiz veya bireysel emeller uğruna güdülen siyasetler, yapılan propagandalar ve edebiyat, insan eksenli (insanlığın saadet ve huzurunu kast eden) ideolojilerden olmayıp, şerre matuf, zulmü ihtiva eden, ifrat-tefrit aşırılığından ilhamlı bedbaht gayret ve çabalardır.
Orta yerdeyim; Meşke gidende gelir benden buse alır. Keder yolcuları da uğrar, nefeslerimden solur, yatılı kalır. Yol çatındaki binanın neferi olan her zat, her halükarda yürek hırsızlarına aldanır! Sineklerin ısrarlı konma isteklerine karşılık, kibarca, “müsait değilim!” dercesine elinin sallayan şikayetsiz güruh, şemsin ultraviyole ışınları ile cilalanır. Hastalıklar hastalarının adreslerine son sürat ilerlemekte, yol almakta. Eğer adresini şaşırmış bir illet varsa, korkarım sahibi yanında da olsa sahiplenmez, oda bana kalır! Oyunu kuranlar bozar hep ki, o kadarla da kalsa yine iyi, oyunun ortasında yeni kurallar koyarlar, kazanmak yine kazanmak, yeniden kazanmak, hep kazanmak için. İçimde hicret havası ile dolaşır gezinirim. Yüküm omuzlarımda, nefsim beni yanılttı mı yoksa; Göçebe çardaklarında konakladığımızı söyleyerek? Şimdi ve daha sonra bir hilal görme sevdasına sırtımızı siyah-beyaza vererek göğün koyu mavilerine baktık, gözlerimizi kısarak. Başkalarının Tanrı dediği, bizim “Suphanallah” diye andığımız “Yüce Yaratan!” bizi kollar mı? Hayır! Ecelle aramızdaki mesafeye (elhamdülillah) rüşveti ve iltiması koymadık, koymayı da düşünmüyoruz sayılır.
Aklı fikri olan, (kendimden başka) hiçbir yaratılmışa sitemim yoktur! Hak dedikçe haksızlığın nakşettiği şamarlardan yiyor isek hakkımızdır, eyvallah.. Yapmadıklarımız ve düşünmediklerimizle mesul tutuluyorsak, yangına körükle gitmiyor isek, yakışıksız yakıştırmalara muhatap oluyorsak, gonca iken daha gül olmadan soluyorsak, esenliğe eteğimizi açtıkça Huda’dan gelen çileye doluyorsak hakkımızdır, hayra yorarız. Halk edilen erdemin kırıntılarından gönül sarayları kurar, Âraf meralarında düşleniriz. Düdenler ve şelaleler vardır rüyalarımızda. Mülk edinmek ve şöhreti sahiplenmek için değil yarışmak, yarışanları seyredenlerden olmak bile aklımıza zarar verir. Zira biz eksik yaratılmışız! Kayda alınan eksik ve noksanlığımız, kıyamette, herkes hakkını aldıktan sonra, rütbe mesabesinde kıymetlendirilerek takılır omuzlarımıza, diyerek ümit ve temenni ediyoruz. Bitkilerin bitmekte zorlandığı doruk, işgalcilerin itibar etmediği yazı, baharı kıt arazi, tahiyyata oturduğumuzda, dizlerimizi koyacak kadar düz ve birde şükür secdesine vardığımızda alnımızı alacak kadar, bir avuç arazi.. Şükretmek için ne kadar çok sebep var., “Hisseme düşen dünya..”
(hayat devam edecek.,)
Mehmet Sani Özel
21.05.2007