- 445 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 23
23]Yani çok çok açken, çöpten ekmek toplayıp yiyen bakış ile tok iken çöpten ekmeğe yiyene bakışla; ’ö,ö,ö,ö çöpten de, ekmek yenir mi?’ diyen bakış, hiç uyuşturulur mudur? Bir seyir olarak, bir düzlem ve bir gerektirme olaraktan, bu örnek, yukarıdaki kangren tartışması ile eş anlamlıdır. Oysa şimdiki şartlar değişmiş, köprünün altında çok sular akmıştır. Kişiler, şimdiki doygun haliyle, çöpteki ekmeği elbetteki hijyenik bulmayacaktır!
Açlık şartlarının koşulunu, bugünle; bu gündeki karnı tok oluşla, ancak böylesi absürtlükle yargılar ve hiçbir şekilde anlayamaz oluştur! Bön kişiler bu günkü iğfal edilmiş olan öfkesinden bakarak ’keşke kurtulmasaydık!’ demenin gözü dönmüşlüğünü ortaya koyabilmektedir. Oysa kangren olmuş durum, o günkü sorunun ta kendisidir. O düzlem içinde ve o zamanda; esarete razı olmayıp, savaş yapmaktan başka da hiç bir yolunuz yoksa, kangren bacağı feda etmek zorundasınızdır.
Ülkemizde pek çok liberal aydın, karanlıkçı bir bilmemenin ya da bilinçli bir konjonktürsel işbirlikçi oynamanın aktörlüğünü yapmaktadırlar. Olay ve olgulara bakışları çoğu kez ya kof görüşlülükleridir ya da şaşırtma verişleridir. Tarih bilinci demek, tarihi olayları yer zaman bilincine göre bilmek ten çok genelci anlayışla sentez tutumlaşmalara varabilmektir. ’Keşke kurtulmasaydık’ argümanlı karamsar, iğfaller, bu tür kimi yobaz liberallerin marifetidir. Hem de; dillerinden düşürmedikleri hak, hukuk, özgürlük demelerinin şaşırtmaları altında.
Bir olgu ve olayın; kendi koşullarında, kendi sosyo ekonomik, reel konjonktürsel politiği vardır. Olgu ve olayların iç ve dış şartı belirtmelerim bu bağlamda çok önemlidir. Bizim coğrafyamızda 1914 yılına değin gelişen dış konjonktürsel oluşmalar ‘Osmanlı gerçeğinin’üzerine kotarılmıştı. ‘Egemenci Osmanlı oluşması’ bitirilmiş toprakları pay edilmiş son Osmanlı bakiyesi iştahın odağındaydı.
Osmanlının içindeki birçok farklı din, dil, ırk ve milletlerden oluşuyor olmasının yıkılmasına ilişkin geliştirilmiş olan plân, program ve stratejilerdir. Gelişmiş emperyalist ülkelerin dünya egemenliğini aralarında yeniden ve yeniden paylaşmasıydı. Osmanlı mirasına emperyalistlerin çöreklenmesiydi. Bunlar böyle görüle ve böyle anlaşılmalıdır.
Bu stratejilerin ana temeli de Osmanlı’nın Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar gibi enerji alanlarındaki egemenliğinin yıkılmasına ve bunun paylaşılmasına yöneliktir. Hatta Asya koridorlarına sızılmasıdır.
1920 ve 1923 yılarında coğrafyamızın kendi konjonktürsel stratejileri çökertilmiş bir Osmanlı bakiyesinden nüveleşen oluşmanın boğulmasına yönelik girişmelerdir. Elbette buna karşı verilen iç dirençli cevaplar da bir demokratikleşme siyaseti olmayıp, bir oluşmanın güç koyan karşı gücüne güç konuşla gerçeklenmesine denk düşen siyaset ve politikaların yol araçları olacaktır.
Oysa demokrasi, bir düzlemi, düzeyi tutturmuş olan referansın yol enstrümanıdır. Siz olmayan bir düzlem işleyişinin mücadelesi içindesinizdir. Halbuki bir nüve; önce kendini geliştirmeye değin olacak konumlamanın ve özgecil, bencilliğe değin, belirmelerini taşır olacaktır.
Sözün gelişi iç şartlarda 1920 ve 1923 yılları arasında gelişecek olan genç cumhuriyetin kendisini dinamikleştirir oluşmaları karşısında, dış konjonktürsellikler de buna karşı, kendi dinamiklerini ortaya koyacaktır. Bunu görmez, bilmez olmak, aydının affedilmez tavrıdır.
Bu bağlamda ve sözün gelişi Anzavurlar ayaklanması ve daha sonraki Şeyh Sayıt ayaklanmaları, dış konjonktürün yararlanmasına açıktı. Ve bu ayaklanmalar, tehdit olan konjonktürce desteklenmeye pek uygundurlar. Üstelik bu isyanların tertibi yuapılırken insan hakları soslu savunmalarla ve güya ayrılıkçı kesimlerin "kendi kaderini kendilerinin tayin etmeleri" bağlamındaki, emperyalistlerin oyun içinde oyun olan destekçi düşünmelerine de çok uygun gelişmelerdir!
Emperyalistlerin bu karşı iç isyanları sözüm ona insancıl kaygılarla destekler olmalarının nedeni; hem emperyalizmin karşısına dikilen, "kuvvacı milli direnci çökertme" amaçlarına pek uygundur, hem de daha sonraları genç cumhuriyeti içte çökertme amacına çok uygundu da ondan. Emperyalizmin bu türden "kendi kaderini kendilerinin tayin etme" destekçiliği, emperyalizmin işine geliyorsa, o öyledir.
Oysa ki tüm Dünyada "Kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme" senaryosu, emperyalizme kol kola olmayıp, aksine direkt emperyalizme karşı olan bir ilke eylemselliktir. Oysa milli mücadelenin güya karşı iç isyancılarına tanıdıkları bu "kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme haklılık ve hukukunu", aynı emperyalistler, "kuvvayı milliyecilere" hiç tanımamıştı! Nedendi acaba?
Direnç emperyalizme karşıydı da ondan, emperyalizmin işine gelmiyordu. Bu nedenle ve esasen de hiç bir emperyalizm, hiç bir geri ülkelerin kendi kaderlerini kendileri tayin etme hakkını sağlamazdı. Bu hal emperyalistlerce "kendi bindiği dalı, kendisinin kesmesi olurdu." Bu tanım zaten emperyalizme karşı oluşun dirençleşmesidir. Oysa Kurtuluş Savaşındaki, yeni iç milli mücadele başlatacak oluşmanın, kendi kendine bir emperyalist güç olması olanaksızdı. Oysa genç mücadele, kendi kaderini kendi tayin etmek isteyen, kendi başının kaygılarına düşmüş bir dinamiklikti.
Böyle olunca iç isyanları genelde ve işgal altında emperyalistler yönetir. İşgal ettikleri ülkelerin iç şartları içindeki durumlarına göre ve emperiyalistlerin kendi algılarına göre; bu durumları ya desteklenir bulurlar yâ da kösteklenir biçimde görmektedirler. Kuvvacılara karşı olan iç isyanlar da, emperyalizme karşı oluşan, "yeni ve bilinçli bir direncin" oluştuğu noktada boğulmasına yönelik bir dış destekli çapulcu isyan girişmesidirler. Bir iç isyan, ister yararcı amaçlı olsun, isterse zararlı amaçlara değin olsunlar, görünüş yüzleri daima halkın onamasına yöneliktir. Her oluşma, meşruiyetlik eksenleşmesi içinde, olmak zorundadır.
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.