KUŞ SEVDASI
Her insanın hayatında vazgeçemediği, bir türlü bırakamadığı tutkuları vardır. Benim de kanıma işleyen, bilinç altıma yerleşen, hastalık derecesinde bırakamadığım bir tutkum olmuştur. Bu tutkum “Kuş sevdasıdır”. Yani güvercinlere duyduğum aşırı sevgi. Ne zaman başladı tam olarak bilemiyorum. Ben beni bildim bileli bu sevda başımda hep duman duman esmiştir.
1960 yılında Nevşehir’deki köyümüzden, Ankara’ya göç ederken yanımızda bir sepet dolusu güvercin de vardı. O zamanlar benden büyük iki ağabeyim bunlarla meşgul oluyordu. Daha sonra bu hastalık bana sirayet etti diyebilirim. İlkokul ve ortaokul yıllarımda babam “Derslerine mani oluyor, sana güvercin beslemeyi yasak ediyorum” diyerek karşı çıktıysa da bir türlü beni güvercinlerden soğutamadı. Hatta bu aşkım kara sevdaya dönerek devam etti. Lise birinci sınıfı da başarıyla geçince artık babam da güvercin beslememe itiraz etmedi. Vesselam artık güvercinler bütünümde bir yarım oldular, hatta damarlarımda dolaşıyordu bu kuş sevdası.
Öyle güvercinlerim oldu ki Ankara’nın; Etlik, Yenimahalle, Keçiören semtlerinde tüm kuşçular tarafından tanınan şöhretli kuşlarım vardı. Ne bileyim güvercinlerle yatıyor, güvercinlerle kalkıyordum. Hatta rüyalarımı bile taklacı güvercinler süslüyordu. Yürürken gözlerim havada, kulağım güvercinlerin kanat seslerindeydi. Ömrüm dalya dedi, şimdi olmuş güvercinler düşlerimden çıkmıyorlar. Belki de şu anda Aydın Öğretmen Evine kuş cenneti, sevdiklerime de çeşitli kuş isimleri takmam, bu bilinç altındaki “Kuş Sevdamdır”.
1975 yılının bir Temmuz sıcağında ilkokulun bahçesinde oturmuş kuş muhabbeti yapıyorduk. Tam o anda tepemizde bir güvercinin takla atan kanat sesleri duyuldu. Herkesin gözü havaya dikildi. Evet bu bir taklacı iyi cins arap, yani siyah bir güvercindi. Belli ki mahalleye gelen yabancı bir kuştu. Hepimiz büyük bir dikkatle başladık kuşu izlemeye. Kuş acayip oynuyordu. Öyle taklalar atıyor, öyle fışkırışlar yapıyordu ki hepimiz hayran kalmıştık. Sonunda kuş takla atmaktan bitkin düştü ve kendisini okulun çatısına attı.
Yaz tatili olduğu için okul kapalıydı. Kimsecikler de yoktu. Okula girmek, çatısına çıkmak imkansızdı. Ama ben mutlaka bir yolunu bulup bu çatıya çıkıp, bu kuşu yakalamak istiyordum. Okulun önünde bir bayrak direği vardı. Üç katlı okula bu direk çok yakındı. Direkle okulun arası bir buçuk, iki metre kadardı. Bu direkten okulun çatısına çıkılabilirdi. Ama bu işi mahallemizde “Kedi” lakaplı İsmail’den başkası yapamazdı. İsmail her gün belki beş kez oyun oynar gibi hiç korkmadan bu direğe tırmanır, oradan okulun çatısına atlar, tekrar direğe atlar bir kedi çevikliği ile türlü numaralar yapardı. İsmail benden birkaç yaş küçüktü. Benim sözümü dinlerde “Hadi İsmail şu direkten çatıya çık, o kuşu yakala, bana getir. Ben de bu iyiliğinin altında kalmam” dedim. Ama İsmail büyük bir inatla çıkmayacağını söyledi. Ben ne kadar ısrar ettiysem, hatta yalvardıysam İsmail’i ikna edemedim. Ama çatıdaki kuş da mutlaka benim olmalıydı.
Hiç düşünmeden direğe kendim tırmandım. Güvercinlere olan kara sevdam beni tam yirmi yaşında bayrak direğine tırmandırıyordu. Kendim bile şaşırdım, başarılı olmuş, direğe kolayca tırmanmıştım. Bir anda kendimi direğin tepesinde buldum. Direği biraz yaylandırdım, çatıya doğru eğildiği anda kendimi kiremitlerin üstüne attım. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Bitkin halde duran zümrüt arap güvercini kolayca yakaladım koynuma koydum. Buraya kadar her şey normal hatta da çok da kolay olmuştu. Nasıl çıktığımı hiç hatırlamıyorum. Sanki o anda ben sarhoştum, beni bir güç ışınlayıp kiremitlerin üstüne atmıştı.
Şimdi ne olacaktı, ben yüksekten çok korkarım. Bende yükseklik korkusu var. Yüksek bir binadan aşağıya doğru bakamam. Bu yükseklik korkuları rüyalarıma girer. Direğe doğru gelince aşağıya baktım. “Aman Allah’ım ne kadar da yükseklere çıkmışım”. Üstelik bayrak direği de sanki okuldan uzaklara gitmiş, aradaki mesafe iyice açılmış gibi geldi bana. Bu okul bu kadar yüksek miydi ? Kızılay’daki gökdelenden bile yüksekmiş. Buradan tekrar direğe atlamak intihar etmek olur diye düşündüm…
Aşağıya inmek için başka bir yol aradım ama bulamadım. Kiremitlerden çatının içine açılan kapak içeriden kilitlenmişti. Tekrar çıktığım direğin hizasına geldim korkarak bir direğe bir aşağıya baktım. Aşağıda mahallenin tüm kopilleri toplanmış koro halinde tezahürat yapıyorlardı. “İnemez, inemez, inemez…” diye. Bu sesler benim asabımı iyice bozdu. Moralim un ufak olmuştu. Kısa zamanda kafamın içinde korkunç senaryolar yazılmaya başladı. “Ben buradan inerken direği yakalayamaz düşersem, ya ölmeyip sakat kalırsam… Ya da inemem babamlar gelir, itfaiyeye haber verirler, tüm mahalleli buraya toplanırsa. Ben o zaman rezil rüsva olurum”… diyerek kısa zamanda beynimden neler geçti neler.
Ama çok şükür bunların hiç biri olmadı. Allah beni korudu, gözümü kapattım, kendimi bayrak direğine doğru attım. Direği kucakladım, öyle bir sarıldım ki anlatamam. Zaten direğin tepesinde çok durmadım. Son sürat aşağıya kaydım, kendimi yerde buldum. Çok sevinçliydim, ölmemiş, sakat kalmamıştım. Üstelik çok iyi bir taklacı arap güvercinim olmuştu. Kısa zaman içinde yaşadıklarımı, daha doğrusu iç dünyamda hissettiklerimi bu satırlarla ifade etmek mümkün değil. Ben o an bu dünyadan başka bir dünyaya yolculuk ettim desem yalan olmaz. Bu yaşadıklarım rüya olamaz, olsa olsa bir kabustu. Neyse kabus sona erdi,ama benim kuş sevdam bitmedi…Bitmeyecek de
Bu okul bizim evimizin tam karşısında, balkonumuzdan okul, bayrak direği ve okulun çatısı çok iyi görünür. Zaten bu okulla evimizin arasında sadece bir yol var. Yaz tatillerinde Ankara’ya gittiğim zaman evimizin balkonunda çayımı yudumlarken okula, özellikle de bayrak direğine bakarım. Bakarken ürperti ve korkuyla irkilirim. Yaşadıklarıma yaptıklarıma kendim bile inanamam. Büyük hayret ve şaşkınlıkla kendi kendimi sorgularım. “Aman Allah’ım ben hangi akılla, ya da akılsızlıkla bu direğe nasıl çıktım, niye çıktım. Deli olan deli böyle bir şey yapmaz ki. Şimdi milyon verseler çıkar mıyım ? Asla çıkmam, istesem de çıkamam ki. O zamanlar bir çılgınlık yapmışım” diye düşünürüm.
Vesselam aşk insana neler, neler yaptırıyor. Benim güvercinlere olan tutkum, aşkım, kara sevdam bana böyle bir çılgınlık yaptırdı. Bazen mazi bahçesine dalarım, gülleri toplamak için değil, koklamak için. Bu gülleri koklarken çizgi ötesinde yaptıklarım, yaşadıklarımın hepsini de ben yapmadım ki. Aşka düşen Cuma denilen haşarı bir çocuk yapmış. Ben onları yapmam, yapama ki. Ama burada bir şeyi daha itiraf edeyim. Ben ömrümün muhasebesini yapınca şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Ben hiç büyümedim ki, on iki, bilemediniz on beş yaşın üstüne hiç çıkmadım. Hep aşklarımla sevdalarımla yaşadım. Hep çizgini ötesinde oldum. Hep gönlümün sesini dinledim, aklımla barışık olmadım. Çocuklarımın tahsilleri dışında aklımla verdiğim kararlar çok azdır.
Peki yaptıklarımdan, yaşadıklarımdan pişman mıyım ? Asla pişman değilim şimdi tekrar o günlere gitsem yine aynı şeyleri yapardım. Ben hayatı bir masal, bir şarkı gibi gördüm. Kendimi de bu masalın kahramanı gibi hissettim. İyi ki yapmışım, iyi ki yaşadım. İyi ki böyle yaşamışım. Bu gün bile anlatacak çılgınlıklarım var. Kuş sevdası yüzünden bu başıma gelenlere “çocukluk işte” diyemem çünkü ben o zamanlar tam tamına yirmi yaşındaydım. Benim yaşıtlarım, emsallerim başka güvercinlerin peşinden koşuyorlardı. yuvalarının dişi kuşlarını bulup evlenenler hatta baba olanlar bile vardı…
11 Temmuz 2006
YORUMLAR
Ah be üstad bu hastalık bende de var dediğin gibi kara sevda gibi
vaz geçilmiyor gerçekten bende de taklacı güvercinler var
en iyilerinden ama beyaz merakım ban başka
araplarım da var ön tebe ayna kuyruk bol taklalı ve uzun fişekli
şu an 40 teneye yakın var böyle işte üstad
mezara kadar sürecek her halde bu hastalık saygılar selamlar
Benimde güvercinlerim vardı 7 tane isimler vermiştim ellerimizden yerlerdi eve dahi girerlerdi tabağa az yiyecek kordum yerlerdide.
..Teker teker kayboldular 3 tanesi gelmişti bayramda hediye almış gibiydi sevindimdi onlar geri gelince..
Ama sonra 3 de uştu gelmediler ne oldu onlara bilmiyorum Bembeyaz olan kartopuma şiir bile yazdım ..
Güvercin ve martılarla geçen zamanım en güzel anlarım benim ..
Güzeldi yazınız kaleminiz daim olsun ...