- 756 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
PET ŞİŞE
Onur BİLGE
Dışarıdan geldim. Hava kararmış. Çocuklar kurstan henüz dönmemiş. Üstümü değiştirdim, tam oturacağım, tekrar giyindim.
Dördüncü kattaki Mine’ ye gideceğim. Kapıyı kilitledim, otomatiğe bastım. Hızla merdivenleri çıktım. Kapılar hızla, sırayla gözümün önünden geçti. Baktım ki; son kat karanlık. Otomatiğe tekrar basarken, birkaç basamak yukarıda beşinci kattaki hanım, bir çuvala odun doldurmaya çalışıyor:
“İyi akşamlar!”dedim.
“İyi akşamlar!” dedi. “Otomatiğe basma, yanmaz. Buranın ampulü yok. Hayrola?”
“Mine’ye geldim.” Tam, açık kapıdan içeriye:
“Mine!” diye seslendim ki:
“Orası benim evim.” dedi kadın. Işığı yanan yere baktım, gerçekten başka bir ev...
“Bir kat fazla çıkmışım.” dedim ama midemde bir ağrı!
Nefes nefeseyim. Kendimi hala genç sanarak, bir solukta çıkmışım, beşinci kata. Bir kat indim, zile bastım, ses yok. Bir daha... Karşı dairenin kapısı açıldı, yaşlı bir teyze göründü:
“Mine’ye mi baktın anam? Yok. Gel, buyur.” dedi.
Hem arkadaşımı bekleyecektim, hem biraz dinlenecektim, hem de buraya taşındığımdan beri hiç ziyaretimize gelmeyen bu komşuyu utandırmış olacaktım. Eşi de, kendisi de kapıdan “Hoş geldiniz.” demişlerdi. Bir defa su çıkarmasına ben, bir defa da odun çıkarmasına kızım, yardım etmiştik. Birkaç kere de selamlaşmamıza rağmen beni tanıyamadı. Kabul edip, içeriye girdim.
“Sen Mine’ nin neyi oluyorsun?” dedi, misafir odasına geçerken.
“Komşunuzum. Birinci katta oturuyorum. Kızları tanıyorsun ya.”
“Sen onların annesi misin? Haaa! Hadi, burası soğuk, amcanın odasına geçelim. Baban yaşında, ne olacak? Gel!” dedi.
Bence de mahzuru yoktu. Kapısını çaldım, girdik. Amca yatağında oturuyor. İyi giyimli, üstünde gömleği, yeleği, ayağında üç kat çorap, altında eşofman... Yorganı ayakucunda katlanmış duruyor. Biraz hal hatır sorup, konuştuktan sonra, sobanın neden bu kadar yandığını sordum. İçerisi hamam gibiydi. Yavaş yavaş midemin ağrısı geçmeye başlamıştı ama oturulacak gibi değildi. Ter bastı. Kapıyı açmalarını isteyemem, balkona çıkamam. Yaşlı adam:
“Üşümüyorum, ayaklarım buz. Hiç kızmıyor.” dedi.
“Yorganın altına soksana.” dedim.
“Orda da buz... Bayramdan sonra oğlana söylüycem, Ankara’ya, beni o puröfösüre götürsün. İyice bi bakıtsın. Böyle olmaycak.” dedi. Hanımına.
“Pet şişe yok mu? dedim.
“Yok anam, ne arasın bizde pet şişe? Kola mola içtiğimiz yok ki!”
“Kavanoz da mı yok?”
“Yok.”
“Bir sürü kavanoz vardır sende, birini boşaltsana!”
“Yok anam yok, kavanoz da yok. Attım hepsini...”
“Ütü de mi yok?” Kahkahayı bastı.
”Yok valla, ütü de tamirde.”
“Amca, boşa bu kadını! Bundan hayır yok sana.” dedim.
Tam yarasına dokunmuşum. Bir başladı... Bereket, hanımı alışmış, aldırış etmiyor.
“Kalp var mı sende?” dedim. Yokmuş.
“Şeker var mı?” dedim.
“O var işte!” dedi.
“Ayaklarına çok iyi bakmalısın. Çünkü şeker hastalarının ayak damarları günden güne zayıflar, iyi çalışmaz, ayaklara kanı götüremez. Vücut kanla ısındığı için, ayakların üşüyor. Damarların ayaklarına, onları ısıtacak kadar kan taşıyamıyor. Doktor ne yapsın? Yürüyüş yap. Ayaklarını hareket ettir, damarların çalışsın. Dıştan ısıtacaksın.” dedim.
Onun ayakları üşüdükçe rahatsız oldum. Bir an önce gitmek istiyordum. Onlarınsa canları sıkılıyor, benimle arkadaşlık etmek istiyorlardı. Bu arada Mine’ nin bakkaldan geldiğini, onlara da ekmek aldığını öğrendim, kalktım.
“Bugün bizim misafirimizsin. Ona da başka zaman gidersin.” dediler.
Biraz sonra tekrar geleceğimi söyleyerek ellerinden kurtuldum. Hanım daha arkamdan bakarken Mine’nin evine girdim.
“Üç gündür arıyorum, yoksun. Nerelerdesin?”
“Evdeyim. Akşamları nadiren çıkıyoruz. Sana rastlamış.”
“Pet şişeye sıcak su yapsana! Amcaya götüreceğim.”
Hemen mutfağa doğru yürüdü. Ben de arkasından… Su oluncaya kadar ayaküstü konuştuk. Sonra birlikte yaşlılara gittik. Yorganı hastanın ayaklarından beline kadar örttüm. Pet şişeyi ayaklarının ucuna koydum. Arkasına bir yastık... Bir yastık da camdan tarafa... Balkon camından soğuk geliyordu, sağ tarafına. Başını dayayabilmesi için yastığın altına bir de destek koydum. Ayakları ısınmaya başladıkça, neşesi yerine geldi.
“Sen daha önce nerdeydin? Neden gelmedin? Ben bu ayaklarımdan neler çektim! Allah razı olsun! Oh be! Hah şöyle! Fırın gibi oldu, fırın!”
”Gördün mü, bak, sen neden düşünmedin bunu? Habire sobayı yakıyosun. Bizde beş kiloluk bidon yok mu? Ona doldur, buraya böyle koy!” diye sataştı, hanımına. Daha ne dualar...
***
Onur BİLGE
YORUMLAR
Vakit bulduğum zaman, okumak istediğim yazarların, kaçırdığım yazılarını mutlaka okumalıyım derim.
Bu gecemi, Onur Bilge'nin en az 20 güzel eser diyebileceğim nitelikteki yazısına ayırdım. Ancak bu "Pet Şişe" isimli öykü beni gerçekten de çok etkiledi. Tamamen halk diliyle yazılmış. İçindeki kişiler halktan seçilmiş. Kişilerin battaniyesi, sobası, hastalık çeşitleri sağımıza solumuza bakındığımız zaman halkın içinden.
Karşı komşunun, komşuya da ekmek alışı çok güzel işlenmiş. Espriler mükemmel...
Kısacası çok beğendim. Takibinizdeyim.
Kaleminizin başarıları daim olması dileklerimle Sn. Bilge.
Saygımla.