- 1229 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mutluluk
Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduǧu sözlüğe göre; mutluluk, “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlanmakta olup, şimdiye dek sayısız değişik tanımları yapılmış görece ve göreli bir kavramdır.
Bu kavramıda diǧer kavramlar gibi çok yönlü bir deǧerlendirmeyle farklı görüşleri birleştirerekte bir tanımlama yapabilme olanaǧı olduǧu halde görüşlerin bütünün birleştirici bir kavram olarakta algılanıp izah edilebilir. Dünya toplumlarının büyük çoǧunluǧunda ise mutluluk sevgi kavramında erişilen saadet olarak algılanır ve sevgiye eşdeǧer benzerlikle alınarak kabul edilir. Mutluluk kavram olarak maneviyata baǧlı olduǧu gibi maddi baǧlamdada kullanarak saadeti yakalamak uǧruna da gidilecek yol olarak görme seçeneǧini sevginin tabanı olarak belirlerler. Oysa toplumun her kademesinde mutluluk eǧitime, aile yapısına, sosyal çevreye ve kişinin kendi tecrübelerine dayanarak bir sonuca ulaşmak olanaǧına erişirler. Bazıları mutluluǧu maddi alanda, kimileride onu maneviyat dünyalarında arayarak kendilerini memnun etmeyi denedikleri gibi, bazende mutluluk bu ikisinin ortak noktalarda buluştuǧu alan olan maddi ve maneviyatın toplamı olarakta lanse edilebilir. Bir çok alanda olduǧu gibi mutluluǧun maneviyatla erişilebilecek bir olgu olduǧunu kabul eden yine Yunan – Antik Felsefesi’dir. Yine bütün dinlerin ortak nokta olarak buluştukları nokta ruhsallıǧın doyumunuda içine alan bu kavrama ulaşmak için maneviyat alanında biçilen boyutuyla da ölçülür.
Farklı dinlerde, görüşlerde, felsefede ve özlemlerde ele alınan ve öne sürülen teorilerde ise bazı sorulara ortak yanıtlar verilerek gerekli tespitler yapılabilir. Bu denemede mutlulukla ilgili bir kaç soruyuda sorarak onu açıklamaǧa çalışabiliriz. Bu sorulardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Mutluluk tanımlanabilir bir kavram mıdır?
2. Hangi faktörler bizi mutluluǧa ulaştırabilir?
3. Ya da bir insanı mutluluǧa eriştirebilecek förmüller varmıdır?
4. Mutluluk bir hayal midir?
5. Maddiyat mutlu olmada bir etken olabilir mi?
6. Huzur ve saadete erişmek mutluluktan mı geçer?
7. Mutluluk kişinin bir toplumda yaşarken diğerleri hakkındaki hareketleriyle ne derecede ilişkilidir,
8. Diğer insanlarla birlikte yaşamayan, toplumdan yalıtılmış biri mutlu olabilir mi? ...
Ve benzeri gibi sorular zinciriyle uzatılarak sürdürülebileceǧi gibi bir ana başlıkla da cevaplandırılabilir “mutluluk” kavramı. O halde sınır tanımayan bir kavrama her ne bakımdan olursa olsun, sınır koymak yanılmaktan başka bir şey deǧildir. İlahiyatçılar ve spiritüalistlere göre ise zaten dünyaya gelmek başlı başına sadece bir araçtır mutlu olmak için. Yani tekamül etmektir, amaç deǧilde araçtır. Bu saadete giden yol dünyevi maddelerle zaten elde edilemez. Bu alemde edindiǧimiz; gayri menkuller, para, altın ve başka kıymetli eşyalar bize sadece huzur verir. Bu dünyada edinilen servet ne mutluluǧun kapısına anahtar, ne de mutluluǧa giden yoldur. O halde bu görüşü savunanlara göre gerçek ve devamlı mutluluk manevi deǧerlere baǧlı olan yolda yürüyerek yaşamı sürdürmek demektir. Bu da ebediyete açılan kapının anahtarı olduǧu gibi ruhta bıraktıǧı hazlardır. Bu vazifeyi her kim kendi kişiliǧinde toplayıp bir bütünle huzur ve sevince erişerek mutlu olma halidir. Bu görüş bilimsel olarak ne rezonans bulmuş ne de aksi isbat edilmiştir. Kanımca insanın iç huzurunu yaratarak mutlu olması için şüphesiz bu yolda positif bir katkısı olan görüştür, ama sırf manevi beklentilerle mutluluǧu yakalamak ise iliziyondan başka bir şey deǧildir. O halde etkisi tartışılmayan teolojik ve felsefi bir görüş olmasına raǧmen mutluluk sadece bu görüşlerle izah edilemez ve edilmesine imkan da yoktur.
Mutluluk hakkında o kadar çok ve çeşitli görüş vardır ki, biz burada bunları toplamaǧa kalksak sanırım kapasitemiz yetmeyecektir buna. Ama önemli bir insanın hayattan aldıǧı hazı memnuniyete dönüştürerek mutluluǧa bir adım daha kendini yaklaştırmasını da bilmesi gerekir. Atatürk’e göre “mutluluk” “Kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. (…) Bir insan böyle hareket ederken “benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı bilecekler mi” diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar hizmetlerinin bütün nesillerce bilinmemesini tercih edecek karakterde bulunanlardır.” (M.K. Atatürk, Atatürkçülük, 1937,100 ve 1937,5-277. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1984) Bu küçük alıntıda mutluluk felsefi bir görüşün kalıcılıǧını içererek bize mutluluǧun sadece kendi çıkarlarımızı koruyan ve kollayan egoit bir mutluluk deǧilde, toplumun bütününü kapsayan sosyal bir bilincin yayılarak bütün bireylerin mutlu olmasını çaǧrıştıran ilerici bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçekci görüş sosyalliǧi açısından en deǧerli olan bir tanım olduǧu için kabullenmesi de her düşünce ve ideoloji sistemlerinde kabul edilecek bir genelliǧe sahiptir. Keşke herkes böyle düşünerek yaşasaydı, Atatürk’te Türk Milleti’nin ve dünyanın kapitalizm ve emperyalizm hastalıǧının bulaşıcı egoiziminden dünyayı kurtarabilirdi... Bu aynı zamanda üniversal refahın mutluluǧa uzanan bir yoluda olabilirdi.
Hal böyle iken devri alemde dönen dümenler, hokkabazlıklar, sahtekarlıklar, dolandırıcılık, riyakarlık, rüşvet, gasp, zenginlerin devletinin yapmış olduǧu remi hırsızlık insanları eşitsiz bir yaşam tercihine zorladıkları için mutlulukta resmiler tarafından engellenilen ulaşılması zor olan bir ilizyon olarak kalmaǧa devam ediyor. Oysa resmi sistemler var olan güçlerini ve enerjilerini toplumun refahını artırıcı projelere yatırarak yatırımlara yönelseler ve bunu hayata geçirebilseler buna ulaşmak o kadar kolay da olacaktır. Herkese eşit bir eǧitim, oturabileceǧi bir konut, çalışabileceǧi yetenekleri ve güdülerini tetikleyici bir iş verildiǧi zaman huzur ve saadetin toplamı olan “mutluluǧa” giden yolda kendiliǧinden kazanılacaktır. Bireyleri mutlu olan bir toplumun mutsuz olmasına imkan yoktur. Ama bu kesinlikle bireycilik bazında altyapısı oluştrularak yolla saǧlanabilecek bir yöntemdir.
Oysa nedir mutluk diye sorulduǧunda; ne deǧildir ki diyerekde cevap verebileceǧimiz bir tanımıda içerebilir. Gönül rahatlıǧı, dirlik ve düzenin iç dengelerimizi koruyarak eriştirdiǧi bir kavram olduǧuna göre; huzur, bahtiyarlık, saadet, gönül rahatlıǧı, iç huzurla elde edebildiklerimiz ve edeceklerimizle orantılı olan hedeflerimiz arasında yer alan birinci bir tercihdir. Eǧer isteklerimiz, hedeflerimiz ve olabilecekleri olanlarla dengeleyerek yaşayabilmeyi deniyorsak mutluluǧa adaylıǧımızı koyarak onun sevgisini kazanmışız demek. Bu da bize hedeflerimizin deǧil, yapabildiklerimizin başarısıyla elde ettiǧimiz bir sonucun hediyesi olacaktır sevinmemeiz için. İnsan olarak arzularımızın sonu olmadıǧına göre, sonu olan arzuları tercih ederek yaşamamız bize mutlu olmamızı da kendiliǧinden müjdeleyecektir. Buradan şu sonuca da varabiliriz. Kanaatkâr ve iteatkâr olmakda mutluluǧa sahip olmanın koşullarını içeren bir divan gibidir. Orada oturularak dışarıdan gelen kuş seslerine kulak verilerek dünyadan en azından birkaç saatliǧine geçirilen huzurlu bir öǧle sonu gibidir, günün yorgunluǧunu atan. İnsan doǧası gereǧi istisnai durmlar dışında yanlız yaşamadıǧına göre çevresiyle barışık, ruhsal doyumunu sevgi ve huzurla besleyerek doyuma ulaşmasıda mutluluǧun ana faktörlöerinden birisidir. Yeni spritualistlerin kurucularından bir olan Dr.Bedri Ruhselman’a göre ise mutluluk “İnsanın hakiki mutluluğunun ilk kapılarını açan sevgi, merhamet, şefkat ve yardım duygularıyla beslenir. Ünlü pesimist Alman düşünürü Schopphauer’e göre ise mutluluk; “Engelleri aşmak, varoluşun en büyük hazzıdır; bunlar ticaret ve iş yaşamındaki maddi şeylerde de olabilir, öğrenme ve bilimsel araştırmadaki düşünsel şeylerde de olabilir; bu engellerle savaşmak ve onları yenmek mutluluk verir”. Burada mutluluk çok yönlü bir boyutla ele alınarak incelenmek istenmektedir. Kendisi mutluluǧu bilimde bulmaya çalışan ve hayatın bir elem merkezi olduǧunu savunan bu felsefeci aynı zamanda bu sözüyle kendisinide aşacak bir cesarete imza atmış olmaktadır.
Ünlü bir Antik – Yunan düşünürü olan Aristoteles, ahlak alanındaki temel eseri olan Nikomakhos’da; mutluluğun ruhun mükemmele uygun etkinliği olduğunu söyledikten sonra şunu ekler: “... Şayet birçok mükemmellik varsa bunların en iyisi ve en yetkinine uygun olan etkinlik en mükemmel olanıdır”. Bu noktada ortaya çıkan soru, ruhun hangi etkinliklerinin en mükemmel olduğudur; Ahlaksal olan mı yoksa anlığın etkinliği mi? Bu soruya ilişkin çözümlemeler Aristoteles’in Etiğinin IL, VIL, ve X. kitaplarında ve Politika’nın VII. kitabında yer almaktadır. O halde mutluluk bütün olumsuzluklara inat positiflilikle yüklü olmak, positif düşünerek iyimserliǧi en iyi şekilde koruma santıdır. Arzuların, beklentilerin ve güzelliklerin sonu olmadıǧına göre kötülüklerin kalbine huzur saplayabilmektir mutluluk. O bir uzun zincirin halkalarından birisidir. Huzur ve saadetin hem çocoǧu hemde torunudur sürünerek büyüyen. Konusu yaşamı en zor anında bile sevebilme becerisini gösterip gözyaşlarıyla yoǧurmaktır yüreklerde bir tebessümle... O öyle bir sevdadırki olmadıǧı yerde ölesiye aranan, yokluǧunda varlıǧının kıymeti bilinmeyen birisi gibidir, olmadıǧında özlenen. Nizamiyede nöbet bekleyen bir askerdir hergün şafak sayan özlemle sevgiliye ulaşmak için. Tipi yaǧan karlı ve puslu havalarda sıcak sobabaşını özlemektir.
Takdir edilmesi gereken bir öǧrencidir bütün derslerinde güzel bir karne getirerek ebeviyenlerinin hasretini gidermek için gece gündüz bir çalışmanın ürünüdür. Evet, o bir paylaşımdır “yarin yanaǧından başka her şeyi”. Bir bedende can deǧil, candan da önce gelen canandır sevilmek için, saadete varıp, huzura sarılmak için sessizce uyumaktır, küçücük ümitlerle yaşamaktır. Sürekli akan duru, kireçsiz bir pınardır daǧların baǧrından süzülüp, killi bir yerde yumuşak bulduǧu bir ovanın en uygun yerinde akan. Bu akış öyle bir akıştır ki asla kurumak bilmez. Deyim yerindeyse mutluluǧun peşinde olmak, onu yardımcı organlarında desteǧiyle destekleyerek hazzın tadını yaşayıp yaşatmaktır. Bu yüzden bazen insan kendini bazen olaǧanüstüleştirerek kendini mutlu hisstemeside bazen bundan ileri gelmektedir. Oysa onun matematiksel bir formülü yoktur. Her bilim adamı, düşünür, felsefeci ve gözlemci onu kendi yaşadıklarından yaratarak bir çokyönlülük misyonu biçmişlerdir mutluluǧa... Her insan da onun peşinde koştuǧuna göre o programsız programını ruhsal bir aygıtla ruhsal olmayan maddiyatın toplamından elde edilebilen nezakettir yaşanılması gereken. Oysa bu ilkesel olarak programlaştırılabilir, ama uygulamada çıkan sektelerden dolayı içinde yaşadıǧımız dünyayla bizi çelişkilere düşürerek elimizden alır yaşamadan. Bu yüzden mutluluǧu “iyice birikmiş gereksinimlerimizin daha çok ani bir tatmini olup doǧası gereǧi yanlızca kısa dönemli bir görüngü olarak yaşamak mümkündür”. Freud mutluluk için bu tanımlamayı yaparken, insanın mutlu olmasının imkansız gibi bir durum olduǧunu belirtiyor, ama başka yerlerde mutsuluktan korunmak için çeşitli yöntemlerin olduǧunu isbatlamaǧa çalışıyor: Mutlu olmak için, yani bir insanın iç güdülerini tatmin etmesi için acı çekmesininde altını çizerek izah etmek istiyor. Yaşamsal olan bu koşullar; istenilen bir yaşam şeklinin azami adalet ve güveni saǧlayarak beklentiler doǧrultusunda olması, iş yaşamının azami yaşamsal standardları saǧlayarak kalitenin korunması, sosyal çevrenin eǧitilmiş olması, konut barınma ve beslenme koşullarının ruhsal saǧlıǧımızı koruyarak bizi tatmin edici boyutlarda olması ve bunların da üzerinde olan sevgi kavramının toplumun bütün kademelerine yayılarak, kollektif bir mutluluǧun yaratılması, mutlu olmanın, ya da en azında ona ulaşmak için başrolü oynayan bir sanatçı olarak sahneye çıkması demektir. Ancak günümüzde insanlık sahip olduǧu teknik donanıma raǧmen mutlu olmayı başaramayan, güvenlik, adalet, sosyal, ekonomik ve toplumsal sorunlarını çözemeyen yıǧınların yaratıldıǧı toplumu üretmiştir. Bu da uygarlık yolunda adım attıǧını sanan insanlıǧın aslında tersinden bakıldıǧında mutsuzluǧunun kanıtını gözler önüne sermektedir. Ama bir insan ne kadar çok yönlü olmak isteyip kendini geliştirmek isterse o kadarda mutsuz olabilir. Sanırım günümüz insanının en büyük problemi kendini bilmeden bilgiyi öǧrenmeǧe çalışmasıdır. O halde medeniyet mutlu olmak için bir etkendir, ama mutlak bir çözüm deǧildir. Bütün bunlara karşın sanatın her alanı, acımızı, mutsuzluǧumuzu bir nevi olsun dindirmede bir başlangıç olabilir. Kısaca, insan mutlu olmak için içgüdülerini doyurması gerekmektedir. Şayet insanlık bunu başarabilirse toplumsal, bunalımları, baǧımlılıkları ve kinleri yoketmeyi başarabilecek potansiyelide yaratacaktır. Çekilir bir hale gelen yaşamda zavallılıǧımızı yenecektir.
Buradan şu sonucada varabiliriz istemeden; bu görüşe göre mutluluk, çalışma ve eǧtimle kazanılabilecek bir olguda olabilir.. Burada anlatılmak istenen; bir tür eğitimle belirli erdemleri kazanarak kendimizi mükemmel zihinsel ve pratik etkinliğe vermemiz durumudur. Bu durumda eğitimin üç öğesi söz konusu olmaktadır: Doğumla gelen, eğitimle edinilen ve akıl yürütmeyle öğrenilen. Bu belirleme aynı zamanda mükemmel etkinliklere ulaşabilmenin yolunu da göstermiş olmaktadır. Bu belirlemeyi bir soru daha ekleyerek açmak istiyorum. Hangi tür erdemler geliştirilmek durumundadır? Bu soruya Aristoteles’in verdiği yanıt, iyi yaşama yol açacak tüm erdemler şeklindedir. Bu konuda Aristoteles’in uzun bir listesi vardır: Cesaret, Ölçülülük, adalet, doğruluk, dostluk, haksızlığa karşı koyma, espri yeteneği, ruh yüceliği, vb. bunlardan birkaçıdır. Bu felsefeciye göre; “zihinsel erdemler öğretim yoluyla kazanılabilir. Bu nedenle zaman ve deneyim gerektirir. Diğerleri ise yalnızca öğretimle gerçekleştirilemez. Alışkanlık kazandırma ya da uygulama yoluyla öğretilebilirler. Yani, ahlaksal erdemler alışkanlık kazanma sonucu ortaya çıkar; belirli duygu ve istemleri denetim altında tutmakla gerçekleşir. Oysa insan için en yüksek ve gerçek mutluluk, kuramsal bilim ve felsefede anlığın hiçbir kayıt ve sınırlama altında kalmadan yaşama geçirilmesinde yatar. Ahlaksal erdemlerin doğası ise ’altın orta’ ya da bir tür dengedir. Bu nedenle doğru eylemler kendilerine göre değil aşırılıklarına göre değerlendirilebilir. Bu noktada Aristoteles’in erekçi mi (teleologist) yoksa deontologist mi olduğu tartışılmaktadır. Bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak O’na göre öfke, para harcama, yemek yeme gibikonularda kişi iki şekilde yanılabilir; aşırıya kaçmak ya da eksik davranmak“. (Alıntı)
Ve bu nedenle doğru yol ölçülü olmakta yatmaktadır. Her bir erdem için iki kusur söz konusudur. Ancak „altın orta“ herkes için aynı değildir; görecelik vardır. Söz gelimi, „öfke“ meselesinde erdemli davranış kızgınlık ile kayıtsızlık arasında bir orta yoldur . Tehlike karşısında cesaret erdemi atılganlık ile korkaklık arasında bir orta yoldur. Bu, ünlü „altın orta“ doktrinidir. Ancak gerçekten bize ahlaksal mükemmel eylemin ölçütünü vermekte midir? Öyle görülüyor ki, iki aşırılık arasında orta noktayı bulacak matematiksel bir formül söz konusu değildir. Aristoteles‘in bu konudaki yakıaşımı şudur: „...Herhangi birşeyde ortayı bulmak güçtür... herkes kızabilir... ancak doğru kişiye, yeterince, doğru zamanda ve doğru bir şekilde kızmak kolay değildir...“ (Ethics, II, 9, 1109a.) Başka bir deyişle, „ortayol“un ne olduğunu anlamaya çalışarak doğrunun ne olduğunu bulamayız; doğru’nun ne olduğunu anlayarak „orta yolu“ bulmak durumundayız. Burada doğru eylem matematiksel bir formül ile değil geometrik bir orantı ile belirlenmiş bir „ortayol“dur. Başkabir deyişle, ahlaksal mükemmel eylemde benim ölçüm başkasıdır; söz gelimi, sindirim güçlerin normal insanın ki gibiyse alman gereken besin miktarı da normal insanın gereksinim duyacağı miktarda olacaktır. Konu çocuk olduğunda cevap için öğretmenine gidebilir, ancak öğretmenin ölçütü nedir? Nasıl bilmektedir? Zaman zaman Aristoteles’in verdiği yanıt şöyledir; „iyi insan“ doğru olanın ölçüsüdür; yani, iyi insanın doğru olduğunu düşündüğü şey doğrudur. Belki de böyledir ancak o zaman ilk önce ’iyi insan’in kim olduğınu belirlemek için bir ölçütümüz olmalıdır ve problem de burada yatmaktadır.
Görülen o ki, izlenecek orta yolu ya da yapılacak doğru şeyi belirlemede hiçbir ölçüt ya da ilke bulunmamaktadır; bunu kişi ancak her bir özel durumda bu tür sezgi ile, ahlak duygusu ile ya da tecrübe ve eğitimle kazanılan mükemmellik duygusu ile söyleyebilir. Önemli olan doğru ya da soylu olanı yapmada zevk duyma eğilimini geliştirmektir. Şayet insan tüm tercih ve eylemlerinde bu eğilimi gösterirse kendisi ve eylemleri tam olarak doğru ya da iyidir. Kuşkusuz insanlar ve eylemleri salt doğru olanı yapmaya çalıştıklarından dolayı ahlaksal olarak mükemmel değildir; aynı zamanda gerçekten doğru olanı yapıyor olmaları gerekir. Başka bir deyişle, iyi niyet kadar bilgi de gereklidir. Burada kanımca ortaya çıkan sorun ölçen, biçen, hesaplı bir akıl tutumunun önerilmesidir. Bunun ise gençlerden çok orta yaşlılara uygun olduğu da düşünülebilir. Fedakarlık, kahramanlık durumları söz konusu olduğunda bu ilkenin yeterliği tartışmalı olmaktadır.
Özetle, insan yaşamının amacı ve buna nasıl ulaşılabileceği sorunu sadece Aristoteles’in veya Freud’un temel sorunu deǧildir. Bu vb. sorulara konuyla ilgilenen uzmanlar binyıllardan beri cevap aramalarına raǧmen, henüz o „sihirli formülü“ bulamamışlardır. Her bilim dalı kendi konusu olduǧunu düşünerek mutluluǧu kendi yorumlarıyla yanıtlamaǧa çalışmışlardır. Bu da, bu yolda alınan en güzel mesafedir. Yani yaşamın menüsüdür bir başka deyimle. Büfeye baktıǧınızda seçebileceǧiniz yemek çeşididir bir bakıma mutluluk ve mutlu olmak. İnsan sürekli düşünüp kendini yenilediǧine göre gelişimide kendi ellerindedir. O sadece ulaşılması gereken bir hedef olarak karşımızda duran yüksek bir daǧın tepesine tırmanmak demektir, tırmanmamız gereken. Ama mutlu olmanın binlerce yolu olmasına raǧmen, bunlardan en önemlisi düzenli bir aile hayatının olmasından geçtiǧini asla unutmayın. Kapitalizimin bütün kirli manevralarına inat paylaşılan sevimli bir evlilikle kurulan aile yaşantısının mutlu olmak için bir bazis olduǧunu bütün bilim dalları kabul etmektedir. O halde yaşam mutluluk kaynaǧınız olsun diyerek, huzurlu günler diliyorum.
Hasan Hüseyin Arslan, 20.03.2009, gece saat 01:47’de