Hisseme düşen dünya (IX)
Günler uçucuna eklenirken, güzelliklerin çoğu ayak altına düşerken, asılın önemi astarın fiyakasına kurban edilirken hangi tavrı takınmalı? Cebimizdeki yedek yüzlerden hangisini ne vakit ve hangi durumlarda kullanacağımıza dair sanal samimiyet dersleri mi almalıyız? Kıyamet çağının davranış bilimlerinde kim erken davranırsa haksızlıkta haklı olacağına dair inanç ve kabuller mi geçerli oldu? Peş peşe sorular soruyorum kendi kendime. Hakkınızı tepelemekte mahir ve geçmişte uygulamalı örneğini vermiş (sözde) bir dostunuz, arkadaşınız fark edilmek arzusuna binaen kalkıp, “hayırdır bir selamı da mı çok görüyorsunuz?” derse ne buyurursunuz? “Nevrinizi alamadım değerli arkadaşım!” derseniz dahi kusurlu addedilir, yok “ben sizi her gördüğümde alakadar olmak içimden gelmiyor!” diyecek olursanız nezaketsiz ve kaba tarif edilirsiniz. Başkalarının güldüklerine gülmeyenleri, suratlarını “mahkeme duvarı gibi!” asık tutanları garip karşılamışımdır, bir boy. Neden sonra, samimiyet serüvenlerinin faklı yorumlandığından, yüz hatlarındaki çizgilerin asaletini bozmakta zorlandığını anlamış oldum, belki..
Yürürken el ele tutuşulan veya tutulma zarureti olan anlar olur. Feraha çıkıldığında avuçlarınızdaki sıcaklığın, henüz elini tuttuğunuz kimsenin kalp atışlarından gelen elektriğin vermiş olduğu, heyecan ve tolerans olduğu anlaşılır. Vefa teamüllerinin gereği veya getirisi olarak, bir defa dahi olsa içten gelerek elini tuttuğunuz kimseden güven, emniyet hissi alır ve ondan sadakatinizin doğru yansımalarını beklersiniz. İlerleyen zamanlarda bu beklentilerinizi göremediğinizde, estetiğinizin sabote edildiğini, samimiyetinizin hafife alındığını ve önemsizliğinizi idrak etmiş olabilirsiniz. Zira hüzün, gönülden gönül e, doğru yansımaların kırılmasından husule gelen ışık saçmalarıdır. Arkasında kontrolsüz, aykırı, nezaketsiz, şuursuz güç olan göndermeler, buyur etmeden yüreğimize oturmaya kalkarsa, bu bizim itidalimizi bozar ki, beklemediğimiz yerlerden gelen zararlı elektrik huzmeleri, üzüntülerimizin artmasına neden olur. Kuşkusuz, günün her sayfası kusursuz hayatı okumaz bize ancak efkarımızı kuşatan asudelikler bekleyip gördüğümüz ve gönül verdiğimiz seslerin ruhsal benliğini bize sırtı dönük gösterince kedere ve kuytuya esinleniriz.
Hayattan çok şey isteyenler olabilir! Acaba bizde mi öyleyiz? Hayır! Toplu menfaatlerin sunulduğu mekanlarda, kimsenin önüne geçmiş olmayayım diye sıraya bile girmekten ar eden insanları gören gözlerim ve işiten kulaklarım beni “iki arada bir derede!” bırakır. Hangisi olmalıyım; Uzayıp giden kuyruklara, bir uyanıklık örneği göstererek aradan katılan ve sözleriyle adalet misalleri vererek dürüstlülüğü savunan kimsecikleri gibi mi, yoksa kaderine razı, kulvarını korumaya çalışırken dağıtılandan hissesine düşecek hiçbir şey kalmayan en alttakilerden biri mi? Gözleri ne kadar iri öfkenin! Aklına koyduğunu (güya) kaptırınca, önündeki bütün kalp atışlarını ehemmiyetsiz ve yok sayarcasına, omurilik beyninde onlarca canlıyı katleder. Aklımın uzandığı yerlerde iki türlü iktidar var. Birisi elit tabakanın diğeri ileri zeka ürünü arsızların tekelinde. Kamu yararının keyfe keder kullanıldığı zamanlarda, sanki bu iki kirli el ve bu ellerin parmakları vardır. Kitaplardaki, aklıselimin marifeti ders olarak görülse dahi, uygulanmakta samimi bir duruş sergilenmekte gerekli hassasiyet, sanıyorum gösterilmemektedir.
Denize ulaşmak isteyenin bir derenin akar suyunu sabır ve metanetle takip etmesi yeterli olacağı apaçık bir gerçekken, yolu kısaltmak için dağları tepeleri aşarak gündeliğimizi zora sokar zahmet çeker ve en önemlisi çektiririz. Dengemizi mizanda gösterebilmek uğruna bin bir türlü hile yoluna baş vururuz. Huzuru hak etmek için bu ve buraya kadar vaaz edilen ayrıntılar önemli değil mi? Küçük küçük güzelliklerin biriktirildiğinde bir dalga, bir ekseri güç olacağı muhakkaksa, küçük sayılan ayıp ve aykırılıklarında menfi yönde bir güç olacağı mutlaktır. Kişi, bir zaman aralığında her gün on tane çöp toplayıp bir yere yığsa ve nihayetinde üstüne kurulup ateşi verse, “yandım Allah!” diye bas bas bağırır. Dolayısıyla yapıp ettiklerimizle biz nereye gidiyor ve hangi gerçeğe yaklaşıyoruz! Af buyurun; Edepsizliğin ayyuka çıktığı anlarda terbiye telkin etmek ve akıllı olmayı savunmak ayıp ve aykırılık sayılabilir! İşte o zamanlar zor zamanlardır. Dost, arkadaş bildiklerinizin gözlerine bakarsınız da, ne tutunacak bir kuru dal nede bir ışık görebilirsiniz. Israrlı bir hakkı savunma duygusu, sizi mekanı dar eden zamanlara koyar.
Evladın Anne Babaya yakınlığı vardır ta ki, müktesep hakların gasp edilmesine kadar işlerliğini korur. Koyunun saflığı, onun alması gereken iklim ve gıda yeterliliğinde süreklilik kazanır. Tabiatın, yaratılışın idrakimize sunduğu hayat emareleri, temiz çevre ve erdemli nesillerin idamesi, ancak var olanın iyileştirilip çoğaltılmaya çalışılması ile kemal bulur. Ne var ki, önemsiz addedilerek veya “bir defadan bir şey olmaz!” diyerek çalınan her değer, yeniden kazanılması yüzyılları gerektirecek bir süreci gerekli kılabilir. Hukuk, yaratılışın tabiatında var olan doğallıktır. Onu bozanlar aynı zamanda, kendi geleceklerini uzun veya kısa vadede, ihlal etmiş olurlar. Aklı kullanma mahareti tevdi edilen varlık insan! Ne kadar basiretli ve adaletli olursa o kadar dünya yaşamaya değer ve mamur olacaktır. Endüstriyel aktivitelerin ifası veya gelişen kentleşmenin gerekliliği ve sair sebeplerden ötürü, yapılıp edilecek imar ve inşaatın yer seçiminde ve şeklinde elbette ki, diğer canlı türlerinin hayat hakları göz önüne alınıp korunup kollanmaya çalışılmalıdır. Misal olarak, nesli tükenmeye yüz tutmuş, canlı türlerini düşünmemek mümkün mü?
İçinde demir döven, beşeri kaygılarla yanardağlar gibi lav püskürten, sellerin önünü kesmek için set olmaya çalışan insanlar garip tezahürleriyle anılır ve dahi devre dışı kalmış ucubeler gibi karşılanır. Her türlü israfın tavan yaptığı, eğlence ve zevk alma yollarının envai çeşidinin denendiği, delilerin akıllı yerine konduğu, ırkların efendilikte sınırlandırıldığı kabul ve inançların benimsendiği, insanın ve insanlığın hunharca katledildiği dünyanın efendilerine, bu vicdansız ve hayasız düzenden pay almak için göz kırpanlara ve aynı zamanda kendilerini insan diye vasıflandıranlara binlerce, milyonlarca kez yazıklar olsun. Okunacak bir şey yok! Diyenlerin acaba okuduklarını alıp koyacak hafıza kayıtlarının olduğu iddia edilebilir mi? Oyunda joker kullanır kumarbazlar! Peki gümbürdeyerek akıp giden zamanın sarmalında bizlerin birbirimizi istismar ederek, kalplerimizi kırıp hüzün doğurarak, husule gelen her fırsat aralığında çalıp çırparak, medeniyet koşusunda dereceye girenlerden olmak için mi yarışıyoruz? Yarının hükmü bu günden yazılıyor! Temiz nefes sevdalıları, kirli havanın kapsama alanına girince uyansalar, hem çok geç hem de çok yazık olur..
(devam edecek.,)
Mehmet Sani Özel
18.05.2007
YORUMLAR
Aklı kullanma mahareti tevdi edilen varlık insan! Ne kadar basiretli ve adaletli olursa o kadar dünya yaşamaya değer ve mamur olacaktır.
Ben bu gerçeklere yorum yapamam.
Yüreğiniz sevgiyle kalp gözünüz hep açık kalsın.
Devamını okumak için sabırsızım.
Saygılar.
..ceynan..
ceynan tarafından 5/23/2007 9:09:13 PM zamanında düzenlenmiştir.