YAŞAM ŞERİDİM (3)
Dedemi hep yatalak halde hatırlarım.Ömrünün son yedi sekiz yılını yatalak bir şekilde geçirdi. Bu durumundan dolayı bir insanın ne kadar aciz duruma düşebileceğini, kendinden bile sıkıla bileceğini ve hiçbir zaman kendi gücü ve kuvvetine güvenmemesini ( ki kendisinin anlattıklarından çok hızlı bir yaşam sürdüğünü düşünüyorum.) öğrendim. Annem altına minderini serer, sırtındaki yastıklarını düzeltir, yemeğini yedirir hatta ve hatta altını bile temizlerdi. Ona rağmen yatalak yatmanın vermiş olduğu sıkıntıdan dolayı anneme bağırır ağza alınmayacak küfürler eder, sonra bir ara susar ve anneme: kızım bağırıp çağırmama bakma vallahi sen elinden gelenin en iyisini yaptığını biliyorum. Bu bağırıp çağırmam da yatalak yatmamın bana vermiş olduğu sıkıntı ve ıstıraptandır, der annemin gönlünü alırdı. Şimdi anlıyorum ki O, kendi vücudunun ruhuna vermiş olduğu ağırlıktan bıkmış, ruhun kendi fıtratında olan, hiç yaşlanmama ve hep aynı kalan isteklerine artık cevap verememesinden kaynaklanıyordu sıkıntısı. Dedemin yinede en çok sevdiğim tarafı çok sosyal olması ve kadirşinaslığından dolayı bir çok dostunun olmasıydı. Uzun süre yatalak yatmasına rağmen hiçbir zaman dostları kendini ziyaret etmeyi bırakmadılar. Ve ben çocuk aklımla gelenlerin bizim için geldiğini sanırken, Onun ölümünden sonra gelenlerin artık gelmemesinden anladım ki gelenler onun için geliyordu. Halen de bu olayı düşündüğümde dostluklarına gıpta ile bakarım. (Şimdiki yozlaşmış dostlukları görünce, dedemin “evladım akılsız dosttan sakının, gerekirse akıllı düşmana sarılın” öğüdünü unutamıyorum. Birde neden bu kadar dostu vardı sorusunu kendime sorduğumda sanırım en belirgin cevabı şuydu; dedem dostlarını çok iyilik yapardı. )
Dedemin öngörülü ve çok akıllı olduğuna inanıyorum. Babamla aralarında geçen bir olayı hiç unutmuyorum: Babam o zaman eve bir koltuk takımı almış getirmişti. Hepimiz çok sevinirken, kendisi ise sinirden küplere binmiş, bunu engellemek için elinden geleni yapmıştı (Ki dedem çok mert ve paraya asla değer vermezdi). O gün hiç birimiz bu karşı çıkışa bir anlam verememiştik, anneme koltukları alıp avludaki tandırın önüne koymasını, gelen kadınların üzerine oturmasını istemişti. Sonunda da isteğini yerine getirtip, babama koltukları geri verdirmişti. (Sanırım çoğunuz bu olaya belki bu gün bile bir anlam veremeyeceksiniz, ama O sanki o günden hepimizin düşeceği “konfor” hastalığını fark etmiş ve bu hastalığın toplumun tüm yapısını değiştireceğini sezmişti. Bence tüm karşı çıkışı bundandı. Bu olaya sonradan yeniden değineceğim.)
Ninem denince aklıma gelen ilk şeyler, temizlik, saflık ve sessizliktir. Onu hepimiz çok seviyor ve sayıyorduk. Ki dedemin ikinci eşiydi ( Bir rivayete göre üçüncü.Kendisini hiç görmediğim ninem öldükten sonra, yolda karşılaştığı güzel bir dilenci kadına evlenme teklif etmiş ve evlenmiş. Kısa bir süre sonra dilenci kadın onu terk etmiş.) Geçmişe baktığımda ninemden öğrendiğim en büyük şey, bir yere veya şeye birden fazla talipli varsa, orada kavga ve çekişme vardır. Taliplilerin önyargılı olabileceğini, birbirlerine iftira edebileceklerini ve birbirlerine adaletsizce saldırabileceğine de yine ondan öğrendim. Ninem sıcağı çok seven bir kadındı. Özellikle kışın minderini sobanın arkasına koyar saatlerce otururdu. Abdest almak ve namaz kılmak için kalktığında evin kedisi hemen onun yerine geçer sobanın arkasında yatardı. Ninem döner dönmez onu alır bir kenara fırlatırdı.Ve bu pis kedinin evimizde ne işinin olduğunu sorardı. Hepimiz buna çok gülerdik. Çünkü kedimiz çok temizdi ve onu çok seviyorduk. Kedimizde bunu fark etmiş olacak ki hepimize sokulurken ondan hep uzak dururdu. Bu sürtüşme kedimiz ölünceye kadar tüm kış boyunca sürerdi. Bu olay bizi hep eğlendirdi.