Müzik...
Evrenin en eski sanatı. Öyle ki; henüz yeryüzünde insanoğlu yokken, müzik vardı. Belki armoniden yoksundu ama doğanın kendine has bir ritmi de yok değil. Bu nedenle müzik doğanın sanatıdır ve insanoğlu sadece onu taklit ederek ya da ondan esinlenerek oluşturabildi kendi sanatını. Rüzgârın titrettiği bir yaprakta, içinden geçtiği bir kamışta veya bir böceğin kanat çırpışında rastlarsınız en doğalına. Doğanın kendini ifade etme biçimlerinden en içtenidir, kulağınıza fısıldadığı müzik. Ve doğanın bir parçası olarak yaratılmış, insan ruhunun da en temel gıdasıdır.
Yanlış gıdalarla beslenen bir vücut nasıl ki zamanla verimden düşer, hastalık kaplarsa; ruhunda yanlış beslenmesi onu çürümeye götürür. Popüler kültürün etkisi altına aldığı dünyada, üç aylık sözde sanat ve sanatçıların (üstelik bu sanat dedikleri olguda, beğeninin tamamen şekle ve vücuda indirgendiği) günümüz toplumunda oluşturduğu çözülmenin nedense kimse farkına varamıyor. Belli ki bu paketlenmiş ve tüketime hazır bir şekilde sunulan kültür kutularında, yapımcıların bir hayli kazancı olmalı ki; göz göre göre sanatı metalaştırmaktan dolayı gram vicdan azabı çekmiyorlar. Üstelik bu kazancın sadece ticari bir kazanç olmadığı da bilinmeli. Oysaki derler ki; Şeytan bile her gece başını koyduğunda, gözyaşlarıyla ıslanırmış yastığı. Bu türlü bir vicdan sadece parayla boğulamaz.
Sanat için tarih boyunca çeşitli esin kaynakları atılmıştır ortaya. Batının cehalet dönemi ortaçağda, Şeytan’ın oyuncaklarından sayılan sanat, o yıllarda Doğu için Allah’ın kullarına kendinden verdiği bir meziyet kabul ediliyordu. Kanunun mucidi olarak bilinen Farabi, aynı zamanda bilindiği gibi “taşma felsefesi”ni ortaya atan düşünürdür. Sanat dolu bir ruhun zihninden başka bir düşüncede çıkamazdı zaten. Farabi’nin taşma felsefesinde anlattığı üzere, evren Yaratıcının kendinden bir parçasını kâinata aktarmasıyla oluşan zincirleme bir reaksiyonla oluşmuştur. Allah kendinden bir parça verdi kâinata, fakat hiçbir şeye sığamayan bu parça her oluşturduğu maddeden taşarak bir diğerini var etti. Ta ki, evrenin tamamı meydana gelene dek. Bilim adamlarının, evrenin genişlemeye devam ettiğini söylemesi aynı zamanda Allah’ın kendisi için ufacık bir parçasının, bizler için ne boyutlarda olabileceğinin de kanıtıdır.
Konuyu fazla dağıtmayalım, bu ilahiyatçıların ve fizikçilerin ortak konusu. Yani doğa; Yaratıcının bir küçük parçası, O’nun bir nevi sureti oldu. Dönelim sanatımıza, bu durumda sanat doğaya olduğu gibi insana da Allah’tan taşma bir meziyettir. Öyleyse sanata ne kadar yatkınsanız Allah’a da o kadar yakınsınızdır. Böylesi önemli bir eylemken sanat icra etmek, şimdilerde sanat ve sanatçı diye bizlere sunulanları görmek insanın ağırına gidiyor
Bunu yüzyıllarca evvel şu anki komşu topraklarında yaşayan düşünür Eflatun bile fark etmiş olsa gerek ki, o zamanlardan uyarmış bizleri. Sanatın başıboş bırakılamayacağını, otokontrolü sağlayamıyorsa, bir şekilde dışarıdan da olsa kontrol altına alınması gerektiğini aktarmış çağının insanlarına. Elbette zevklere ve beğenilere hükmedilemez, fakat zehir de tadı hoş diye içilemez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.