- 924 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ben -XII- Bahanelerim
Az önceki, fevri öfkemin kurbanı zavallı bünyemin geçirdiği mide bulantılarına sebebiyet veren tansiyonu tavan ve taban limitleri arasında borsa depremi misali oynayan, pijamalarını giydirdiği gibi sıcacık battaniyemin saran kollarının beklediği yatağıma yığılan ben değilim sanki; keşkeler denizime dair yarattığım suni tsunami sürecinde...
Ani kararlarımla, ansızın büzüştürüp genişlettiğim beyin yoluma giden damarlarımın ahını ve üzerinde oluşabilecek hasar getirisinin bedelini ileride çekeceğimin bilincinde, bilinçsizce ve inadıma inatla, kendime kendimi acındırma turlarındayım şimdi.
Ne kadar köfte o kadar ekmek desturu ile zaman içinde gelişen olayların içinden geçen, yıkıp döktüğüm etrafıma yayılmış, ağlayabileceğim ve bulabildiğim, her bahane kırıntısını on bin beş yüz balon emiş gücündeki beyin süpürgemle ve oldukça büyük bir dikkatle, ziyan etmeden toparlıyorum.
Dikkat edin!..
Siz geçersiz bahane topluluğu ve seyirci rolündekiler...
Kendime dönmüş dalgınlığıma verip, arada sizi de süpürmeyim...malum içerden müzik sesi geliyor; duyamayabilirim çığlıklarınızı.
...
Ayaklarım üşüyor!...
Sinirlerimi ne zaman bozsam -tamirciyi bulana kadar, desem de aldırmayın siz bana-, vücudumun bana verdiği ilk tepkilerden biri olur bu. Sonra ellerim ve özellikle parmaklarımda üşüme ve uyuşmalar oluşur.
Sevgili doktoruma sorduğum zaman verdiği cevaba bakılırsa, bayanlarda oldukça sık görülen bir durummuş bu.
Bayanlarda dedim ama inanmayın! Kadınlarda dedi bana...
Kadın!...
Aklıma geldi işte birden ve yine öfkelendim...
Bahane arıyorum ya, diziliyorlar önüme; görüyorsunuz!... benim hiçbir suçum yok!
...
Hadi bakalım bahaneciklerim, buyurun içerisi loş ama boş!
Beyin evim olan kafatasımdaki aklım yine bıkmış benden, vurmuş kendini kırlara, dağlara...
Bol oksijen olan yer ve yüksek mevkilerde, yarının gerçekliği içinde, bana dair sistemli intihar süsü verilmiş cinayet planlarını; topladığı düzgün çalışan sadık köle nöronlarımı, çatlak ve hasarlı nöronlarımla gerçekleştirdiği mahkemelerce cadı ilan edip yaktığı söz meclisinden, bugünün resmi gazetesine yetiştirebilmek amaçlı, büyük bir acele ile kanun olarak geçirip, yürürlüğe koyma çabasında ki anarşist faaliyetlerde bulunmakta.
Bilmediğimi sanıyor safım, ama yanılıyor, biliyorum!...
Neyse...
Haydi...Önce hanginiz geleceksiniz bakalım sevgili bahanelerim?
Gerçi içerisi oldukça bakımsız, dağınık, havasız ve kirli...
Otuz beş senelik ömrümde benden habersiz, düşlerime düşen düşüncelerimin her birinin, şiir ve yazılarıma aktarmadan önce kullandıkları konuk evi imiş burası.
Bende yeni keşfettim.
Onca yıl kira bile vermeden gönüllerince kullanmışlar, bu aklına estikçe firari olan aklımın üzerine zimmetli beyin evi kafatasımın, çatlak kemik duvarlı dar alan evini.
Keyiflerince sürdürüp, süründürüp, süründürdükleri ile nice çılgın partilere, toplu intiharlara, devrimlere, evrimlere, sevişmelere, vedalara, ayinlere, kurban merasimlerine, cinayetlere sahne olmuş bu üç adımlık kapalı mekan da bensiz...
Ve benim haberim olmamış...
Hayır yani, bir komşu olsa etrafta, belki seslerden rahatsız olup, durumu bana ya da polise haber verirdi, ama o da yok işte.
Malum, merkezden uzak kırsal alanlarda -yüz elli beş alo- jandarmaların sözü geçiyor.
Sessiz koca ak ovada yalnız, kırmızı damında baykuşları öten, çiçekli kır evi...
İşte evin durumu böyle...
Ani bir kriz oluşmamış ve sizleri konuk olarak kabul edeceğimi önceden bilse idim, hazırlık yapar ve toparlardım ortalığı biraz.
Börek açar, çörek yapar, meyveli kek, çikolatalı kurabiye pişirirdim sizlere.
İdare edin artık(!) beni...
Bir fincan kahve ile yetinin. Mümkünse Nescafe® için...
Tembelim bu günlerde, Türk kahvesi yapamam!
Israr ederseniz eğer, bilin ki; pişirirken taşırır ya da kahvem bayatladığından dolayı köpüklü olmazsa, içine tükürürüm fincanın.
Ben sade içiyorum. Sütsüz ve şekersiz. Siz şekerli isterseniz, katrandan yapılmış sakarin atacağım içine; babamın meşhur lafını tekrar edip, çınlatarak kulaklarını...
‘’Katrandan olur mu şeker, cinsini döllediğim cinsine çeker!’’
Olmadı ya baba, bilemedin... gördün mü bak!...
Katrandan da oluyormuş şeker...
Neyse...
Ben bahanelerime döneyim yine...
Sevgili bahanelerim...
Değerlisiniz benim için çok. Ben unutmadım, siz de asla unutmayın!...
Çünkü sizleri en son damlanıza kadar, kullanmak gibi bir niyetim var.
Ne de olsa sizlerin ardına saklanıp, istediğim şımarıklığı yapabilme hakkına sahip oluyorum sayenizde. Bu durumu görmezliğe gelerek, sizlerden sağlayacağım menfaatlere sırtımı dönmemi beklemeyin benden.
Kim olsa aynısını yapardı...
Benim diğerlerinden farkım ve eksiğim ne ki?
Ha... Vicdan mı?
Onu tatile yolladım!
Ağzına kirli çoraplarımı soktuktan sonra, gri koli bandı ile güzelce kapatıp, dün adlı yeşil sandığıma kilitledim onu. Üzerinden beş tur geçirdiğim kol bileğim kalınlığındaki zincirlere yedi mor asma kilit vurdum. Beş senelik yeşil pasaportuna vize de gerekmiyor nasılsa... Zaten bu memleketin çocuğu da değil o! Uyruksuz puslu bir kedi gibi düşünün işte.
Pardon! Düşünmeyin. Düşünmek sağlığıma zararlı...
Anlayacağınız; bir aydan önce dönmez...
Neyse...
Bu kelimeden oldum olası nefret etmişimdir!
Sessizlik lütfen...
Sevgili misafirlerim, sevgili bahanelerim...
Şimdi, sizlerin huzurunda, huzursuz, şirret yandaşlarımla gerçekleştirdiğim, ruhsuz sevişmelerimi payla aştığım yatağımda; cin misali açmışım gözlerimi, duyumlarımı ve öfkemin yelkenini, salıyorum kendimi rahatlamak adına, kel kelimelerimin akım çöplüğü orgazmına...
Dinlemiyor musunuz beni?...
...
Size sesleniyorum!...
İyi, peki...
Siz bilirsiniz!...
Aslında...
Siz bilmezsiniz değil mi?...
Pek iyilerimin toplamının kansere yol açtığını?
Kör ve paslı neşterim elimde, yuvarlak sokak köşe başlarında, sevgi yumağı görüntümün ardına saklanmış, kanserin kangren yaratmış azanızı kesmek için beklediğimi...
Sorun değil! Devam edin siz bensiz...
Nasılsa bir yolunu bulur, bulaşır ve ulaşırım; paylaşım adı altında okuturum bunları sizlere ve anlamaya çalışan sizleri gördükçe zorlayabilmenin verdiği o dayanılmaz hafifliğin rüzgarında kanatlarımı çırpmadan, kaz gibi uçabilmenin keyfine vararak, kendi şeytanımın tatminin gereksizliğinde, beynimi tuzlu ve buzlu derin sularda boğulma korkusunu yok ederek boğmanın mutluluğuna erişebilirim.
Zeynep Tavukçu 19/5/7