Puslu Zirvelerde Kartal Sesleri ( Bölüm 1 )
Puslu Zirvelerde Kartal Sesleri
Tan yeri ağardığında yaylada hayat başlamış demektir.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte çadırların önündeki ocaklıklardan tüten dumanlar yayla ortamına daha bir mistik hava katardı…
Torosların dik yamaçlarında dolaşıp,yayla havasında tan yerinin ağarmasını seyre durmak ayrıca bir güzel olurdu.
İşte yine öyle bir gün…
Sabahın ezanı henüz okunmamıştı.
Alaca karanlıkta kalkmıştım.Serin yayla havasında uyuyamamış olmak bu olsa gerek.Daha ilk günden bir direnç gelmişti sanki vücuduma.Çukurova’nın hantallığını üstümden atarcasına dinç,bir o kadar da isterik bir hal almıştım.
Bu heyecan ve istekle hazırlanıp,aşağı indim.Avlunun bir köşesinde, gecenin şafağında yaldır yaldır parlıyordu ak küheylan.Şöyle bir sırtını sıvazlayıp,hey gidi ak küheylan hadi bakalım senle şöyle bir Torosları turlayalım deyip bir güzel yerleştirdim eyerini...Ve bir çırpıda binmiştim…
Sabahın seheri,serin yayla havası,at sırtında Torosların dik yamaçlarında turlamanın tadını çıkarayım istedim.Sanki hava da pus vardı …Anadolu’da söylenir ya…kurt puslu havayı severmiş “.İşte bende kurt misali, pus varmış yokmuş dert etmemecesine hazırlandım.
Ak küheylanı sürdüm Torosların eteğine doğru.
Oduncuların gide gele aşındırdığı patika yollardan bir yel gibi geçiyordum ak küheylanın sırtında.Kıvrım kıvrım aştıkça,daha bir aşılır olmuştu dik yamaçlar.Öylesine bir, gerisin geriye dönüp bakayım istedim.İstedim, çünkü ovanın uçsuz bucaksız ,doyumsuz halini hafızama kazıyayım,kim öle kim kala dedim…
Durmuştum.Daha şafak sökmemişti.Ak küheylan da dik yokuşlar çıkmanın verdiği yorgunluk olsa gerek derin derin soluyordu.Ben hemen boynuma astığım fotoğraf makinemle resim çekebilmek için hazırlık yapıyordum.
Ova,uçsuz bucaksız bir halde pusla kaplıydı…Alaca karanlıkta birkaç kare resim alıp,soluklandıktan sonra yola devam…Daha da yükseklere çıkacaktım.Bu sabah gün doğuşunu, Torosların zirvesinden, puslar üstünden seyredecektim.
Patikalar aşıp da zirveye vardığımda şafak sökmüştü.Etraf aydınlanmış,fakat gün henüz yüzünü göstermemişti…
Çukurova’nın ala sıcağından sonra,Torosların zirvesinde güneşi karşılıyor olmak benim için tarifsiz bir hazdı.
İşte.Zirvedeydim.Ak Küheylanı pınar başındaki çınar ağacına bağladım.
Şöyle bir etrafıma bakındım. Etraf o kadar sessiz,o kadar huzur dolu ki tarif edilemez.
Ala şafakta o sessizliğin ahengine bir ok gibi saplanan ses…Evet …uzaklardan bir kaval sesi işitir oldum.O yöne doğru kısık gözlerle baktığımda, sürüsünü otlatan çobanı gördüm.Bana doğru geliyordu.Yaklaştı.Yanında çoban köpeği.Köpek ki sorma gitsin.Sivas kangal dediklerinden...
Selamlaştık.
-Adının Süleyman olduğunu söyledi…
Hal hatır sormadan sonra, hayırdır beyim sabahın bu saatinde işin nedir bu puslu dağ başında dedi.Bu arada Süleyman köpeği birkaç işaretle olduğu yere çöktürdü.Köpek Süleymanın talimatlarını harfiyen yerine getirmişti.
Yaylaları,soğuk suları,Torosların serin havasındaki gizemi özledim bre Süleyman dedim.
Abası sırtında kıs kıs güldü.
O gülerken bende ; Süleyman köpek iyi seni dinliyor dedim…
- Dinler beyim dinler.Gece onunla,gündüz onunla dağ, bayır gezer dururuz sürünün peşinde.O bana ben ona alıştım gayri dedi.
Yaww beyim kızma amma buraların neyini özledin ki…
Bak aha, buralar aynı .Her yer daş,gaya,ağaç,kuş böcek…Neyini özlüyon ki dedi…
İçimden sende haklısın dedim.
Olsun be Süleyman…
Bizde bu toprakların yetiştirdikleriyiz dedim.Süleymanın da resimlerini çektim şafak sökerken.
Gün ilk ısıklarını yansıtmış,Torosların zirvesinde gün aydınlığı bir başka hissedilir olmuştu.Şahanın suyu öylesine berrak, öylesine özüne akıp gidiyor ki gün doğuşunda,sanki bu dağ başında taşa,toprağa,uçan kuşa ben hayat veriyorum dercesine…
Ben elimde makine gün doğuşunda Torosların ahengine dalmış,birbirinden ilginç kareleri yakalamayı arzularken,Süleyman da elinde kaval içli içli yanık bir türkü söylüyordu…
O kavalını çalarken ben kendimce mırıldanıyordum…” Bizim yaylalar oluklu olur,Akan sular balıklı olur,Kız gelinden kıymatlı olur … diye…
Gün doğmuştu artık.
Yükseklerde güneşin aydınlığı…Aşağı ova da ise bir uçtan bir uca pus çökmüştü…
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte,zirvelerin hakimiyim dercesine puslu ovanın en yükseğinde süzülen kartalları gördüm…
O kartalları görünce daha bir heyecanlı hale gelmiştim.Bunu fark eden Süleyman ;
- beyim onlar kartal…
- çok yüksekte süzülüyorlar…Yeter ki gözüne kestirsin avını… Bir alçaldı mı avına doğru…Hiç kaçarı yok almadan yükselmez…
Torosların zirvesine sanki onlar hakimdi…
Öylesine vakur bir süzülüşleri vardı ki…görmeye değer…
Puslu ovanın semalarında dolaşmak onlar için hem heyecan, hem de hırs olsa gerek…
Günün ışıklarıyla birlikte av peşine çıkmışlardı sanki…
Ben de uçun bakalım zirveler sizin,uçun uçabildiğiniz kadar dedim…
-Süleyman da ,beyim her gün doğumunda bir başka olur bizim buralar dedi…Önce Süleymana,ardından Torosların heybetine,şöyle bir de ovaya baktım,baktım ve haklısın Süleyman haklısın…
Bu topraklarda ne mutlu ki bizler yaşıyoruz…Bak her anın hazzı,mutluluğu bir başka oluyor dedim.
Ve bir süre daha kartal süzülüşleri eşliğinde,puslu ovanın Toroslara olan aşkını dinledim Süleymanın kavalında…
Gün artık epey yükselmişti…
Ovadaki pus yükseklere doğru yekin etmiş,gökyüzünün mavi atlasında küçük bulutçuklar oluşturmaya başlamıştı…
Yükseklerde süzülen kartallardan çıkan sesler daha bir hırçınlaşmıştı…
Tam o esnada avını gözüne kestiren kartal, Şahanın yamaçlarına doğru süzülmeye başlamıştı…Bense meraklı gözlerle kartalı takip ediyordum…
Süleyman ise hiç oralı değildi…
Kartal yamaca öyle bir daldı ki…O hızla tekrar yükseldi…Pençesinde salınan yılanı tek hamlede yakalamış,tekrar gökyüzünün mavi atlası altında süzülüp avını parçalayacağı ıssız bir yer bakınıyordu adeta…
Benim kartalı izlediğimi gören Süleyman ise beyim ben alıştım artık…Her gün bir başka tarafını görür oldum bu dağ başının…
Öyle ürpertici gelmişti ki …Oysa Süleyman için sıradan bir şeymiş gibiydi…
İçimden Toroslarda var olabilmek için Torosların dilini bilmek gerek diye düşündüm…
Çünkü Süleyman biliyordu ki bu kadar rahattı…
Ben tam bunları düşünürken,Süleyman,beyim sabahın bu vakti geldin,şimdi açsındır,ben sürüyü toparlayayım da birlikte oymağa doğru gidelim,ben sürüyü yataklayım,sonra da çadıra geçeriz dedi…
Peki Süleyman peki dedim…
Dağılan pusun oluşturduğu top top bulutçuklar gökyüzünün mavi atlasını beyaza çalarken,bende ak küheylanı çözüp yularından çekmeye başladım…
Süleyman sürüyü toplamış,toplarken de karabaş yardım etmişti…
Zirvenin serinliğinden,yamaçlara doğru salınmıştık…Oymağa yaklaştığımızda karabaş gür sesi ile geldiğimizi işaret verircesine birkaç kez havladı…
Süleyman sürüyü yatakladıktan sonra elinde kaval,sırtında abası,yanında karabaşıyla birlikte geldi.
Beyim çadırlar aşağıda…
Gidelim dedi.
Birlikte çadırlara doğru yürüdük…
Yaklaştıkça çadırlardan dumanlar yükseliyordu…
Süleyman yukarıdan sesleniverdi…
Halil emmi ,Halil emmi hooo…ordamısın…
Çadırın içinden seslendi…Buradayım Süleyman buradayım ….
Halil emmi misafirimiz var bak hele bir dedi Süleyman.Ağır ağır başında şapkası ayağında kara şalvarıyla çıktı dışarı Halil emmi…
Şöyle bir baktı,elini de alnına götürüp güneşe siper ederek…
Hoş gelmişsiniz bakim,kimdir bre misafirimiz Süleyman dedi…
Süleyman da valla emmi ,şahanda gördüm sabahın ığırcık garanlığında…
Bende şahana doğru çıkayım dediydim…
Birde baktım ki bizim Haydar Emminin oğlu Ökkeş.
Elinde makine resim çekiyordu...
Biraz sohbet ettik,gün doğunca da çadırlara inelim dedim…
Halil emmi de eyi etmişsin Süleyman eyi etmişsin oğlum dedi…
Ayak üstü bütün bunlar olup biterken ufaklıklardan birisine el edip ak küheylanı teslim ediverdi Halil emmi…
Sıkı sıkı da tembihledi …Eyi bağlayın çözülmesin haa dedi…
Etrafı şöyle bir kolaçan ettim göz ucuyla…
Hemen her çadırın önünde ayrı bir telaş ayrı bir çalışma vardı…
Halil emmi sesleniverdi...
Avrat,Hoo,Hatçe hatın…
Bak hele bak..Misafirimiz var.Bizim Süleymanla şahanda karşılaşmışlar…şöle bir kahvaltı hazırlayın da yesinler dedi…
Hatçe teyze de tamam herif tamam ,şimdi hazırlarım.siz haymanın altına geçin gari dedi.
Halil emmi,de haydi bakalım geçek haymaya doğru dedi.
Süleyman da ,ben şu abamı çadıra bırakam,geliyom dedi.
Halil emmi ile birlikte Haymanın altındaki çardağa yerleştik.
Çardaktan hem çadırların o tarafı rahatlıkla görebiliyor,hemde uşsuz bucaksız yeşilliğiyle Kırksu vadisini seyrediyordum…
Vadinin yeşilliği gözlerimi alıp, ıraklardaki Acadağın yalçın kayalarına yaslıyordu…
O Acadağ ki Karacaoğlana yarenlik etmişti vaki zamanında…
İşte karşımda Acadağ,ve dilime dolanan o karacaoğlanın sözleri dökülüverdi dilimden…
Sevda bir yana sıla bir yana
Dertliyim derdimi söyletmen bana
Alemi verseler değişmem ona
Bedelde cenneti tutar Acadağ
Ben bu dizeleri mırıldanırken,Halil emmi de yaww evlat sen nerelere daldın gettin bakim dedi…Bende heç deme Halil emmi heç deme…
Şu gördüğün Acadağ var ya karşıdaki…
Hee…gördüm nolmuş ki dedi…
Halil emmi o acadağ işte Karacaoğlana yarenlik etmiş vakti zamanında…
Karacaoğlan acadağ için türküler söylemiş dedim…
Halil emmi derinden bir aboo çekip deme yahu…
Demek Karacaoğlan bizim ellerde dolaşmış öyle mi dedi…
Sakalını sıvazlayan Halil emmi kafasını bir o yana bir bu yana sallayarak hayretini gizleyemiyordu.Ben usulca Arka tarafıma doğru dönünce o heybetiyle,erişilmezliğiyle de deli höbek dağını görüyordum… O da zirvedeyim , çiğşar vadisine hakimim ben dercesine duruyordu…
Hayırdır Deli Höbek için de var mı bir şeyler dedi…
Bende güldüm...
Olmaz mı Halil emmi,Deli Höbek Torosların nazlı gülü,başlar tacı,Bizim göz bebeğimiz dedim.
Gamalak,mezda,çınar,meşe ağaçlarıyla kaplı olan vadinin en üstündeydik.Yeşilin bin bir çeşidini görmek,ve doğanın envai çeşit sesini duymak mümkündü…
Biz Halil emmi ile laflarken Süleyman geldi.
Ne o ben yokken nasıl geçirdiniz vaktinizi dedi…
Bende ne olsun Süleyman,Halil emmi ile Acadağı konuşuyorduk dedim…Süleyman da hee bilirim orayı,geçenlerde kaybolan tayları aramaya gittiğimde dolaştım dedi…
Sohbetimizin en koyu anında elinde sini hatçe teyze çadırdan çıka geldi.Süleyman bir koşu hatçe teyzenin elinden siniyi kaptığı gibi çardağa getirdi.
Sen yorulmayasın hatçe anam, yorma kendini dedi.
Hatçe teyze de süleymanın ardından gelip çardağın bir ucuna ilişiverdi.Eee oğlum hoş geldin bakim,kimlerdensin sen dedi.
Bende hoş bulduk hatçe teyzem deyip elini öptüm,baranlılardan Haydar ağanın oğluyum deyince bildim bildim oğlum,anan baban nasıl diye hemencecik soruvermişti can havliyle…
Hatçe teyzemle babamgil uzaktan akraba da sayılırdı aslında…
İyiler teyzem iyiler,ben sabahın ala şafağında yola çıktığımdan haberleri yok,Sabah kalktıklarında göremeyince şaşırmışlardır,ama ak küheylanı göremeyince anlamışlardır dolaşmaya çıktığımı…
Hatçe teyze ile bir yandan hoş sohbetler ediyor,bir yandan da tereyağlı çökelek böreklerini sıcak sıcak isli çay eşliğinde götürüyordum.Torosların zirvesi,serin yayla havasında böylesi güzel bir kahvaltıyı uzun zamandır görmemiş olmanın verdiği iştahla üç beş götürmüştüm börekleri.
Bu arada yeni yetişen nesil pek bilmez.Eskiden yaylalara göçenleriniz,veya yaylada yakınlarını ziyarete gidenleriniz varsa bilirler.Ocaklık başında küle bulanmış,dışı simsiyah olmuş çaydanlıklarda demlenen çayın tavşan kanı olduğunu…
Hele ki hava da serinse, o is kokan çayın sıcaklığı serin yayla havasıyla birleştiğinde,her yudumda Torosların kokusunu çekmiş olursunuz sinenize…
Ve her yudumda ayrı bir haz alır,tadımlık lezzetin doyumsuzluğunda içmiş olduğunuz çayın yıllardır unutulmaz anılarınız arasında yer aldığını görürsünüz…
Birde vardır ki çobanın kahvaltısı vakit zamanında hazır olmaya görürsün,o çoban ki ne kükrer ne kükrer…Kahvaltısı gecikmiştir çünkü…
Ama bizim Süleyman öyle değildi.Sessiz,sakin,ağır başlı haliyle yaylanın sevilen takdir edilen yiğidiydi.
İşte tam böyle düşünceler eşiğinde, benim iştahla börekleri yediğimi görünce Halil emmi, yahu evlat sen bayağı bir açmışsın diye takıldı.Bende yok Halil emmi uzun zamandır yayla havasında taze çökelekli tereyağlı börek yemediğimden görünce dayanamadım işte bire dedim.O çökelek börekleri ki,yağları cıkır cıkır akıyor, sıcaklığı eller yakıyordu.Henüz yeni sac üstünden alınmış,dumanı üstündeydi tabiri yerindeyse…
Hatçe teyzemde,herif sana ne çocuğun yediğinden lokmasını mı sayıcın bire dedi.Gülüştük tabi...
Süleyman da sabah kahvaltısını ediyor,arada bir bizim sohbetimize karışıyordu…Halil emmi ile kaş göz işareti yaparak birlik olup,hatçe teyzeyi kızdırmak için,ökkeş abi valla sen olmasan biz börekleri sıcak sıcak hayatta göremezdik haa diye takılıyorlardı...
Hatçe teyze de aman sizde işiniz yok mu sizin,benimle eğlenip duruyorsunuz.Hangi gün soğuk yemek yediniz de şimdi böyle diyorsunuz dedi.
Böylesi hoş sohbetler eşliğinde yayla çardağında serin serin yapılan kahvaltı sonrası hatçe teyze elinde satırı diğer çadırlardan çıkan kadınlarla birlikte koyun yatağına doğru yola çıkmıştı.
Süleyman arkalarından seslenerek,bekleyin hele bende geleyim de Mehmet dayımın koyunun birisi hastaydı,ona bir cigerağrısı yapayım bari dedi.
İsli çaydanlıktan doldurduğumuz tavşan kanı çayı yudumlayarak Halil emmi ile koyu bir sohbete dalmıştık.
O dağ senin,bu bağ benim konuştukta konuştuk.
Halil emmi biraz geçmişi anlattı.Bende biraz bu günü…
*******************
ERARENG
Mustafa ARSLAN
15.11.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.