Karşı Pencere Işıkları I
Günün tüm yorgunluğu üzerimde. Odanın perdeleri henüz takılmamış tek penceresi yalnızca içerideki karmaşayı yansıtabiliyor. Gerisi karanlık ve soğuk. Akşamın gelişiyle birlikte soğuk iyiden iyiye kendini hissettiryor. Annesinin karnına yumulan sevimli bir yavru gibi kazağımın içine iyice büzülüyorum. Şu anda kıpırdayacak hiç halim yok…
Kazağın yumuşacık tüyleri tenimi yalarken, burnuma o kazak kadar eski hatıraların kokusu geliyor. Neyi çağrıştırdıklarını pek anımsayamıyorum. Çocukluğumla ilgili şeyler sanırım. Gözlerimin yoğunlaşan yaşlarla ağırlaştığını hissediyorum. Neden ağladığımı bile anlayamıyorum… Aniden, öylesine geliveren bir his bu. Kendi kendine dolup taşan bir testi gibi git gide artıyor. Engel olamıyorum. Hıçkırıklarım duyulmasın diye başımı birbirine kenetlediğim kollarımın arasına gömüyorum. Şu anda birisine sarılmaya öyle çok ihtiyacım var ki… Görenlerin anlamsız anlamsız yüzünüze bakacakları, yalnız kendi alfabenizle söyleyip yalnız kendinizin anlayabileceği türden bir şey bu.Sadece başımı omuzlarına koyar, beni anlamasalar da başımı okşayıp birbirimizin kalp atışlarını dinleyerek bir tür esrime haline gelirsek, dünyada çözemeyeceğim hiçbir şey olamayacağına belki inanabilirdim. Ama şimdi; karanlık ve soğuk odada, duygularının arasına sıkışıp kalmış yitik bir bedenim. Varlığından kendinden başka hiç kimsenin farkında olmadığı bir yalnız adam...
Yanıbaşımda duran müzik setinin fişini prize takıyorum. CD kutusuna elimi uzatıyorum. Üç beş tane CD’nin içinden Loreena McKennitt’i seçip takıyorum. Büyüleyici bir ezgi çok az eşyanın olduğu odada etkileyici bir akustik yaratıyor. Bir türlü vakit bulup da dışarı bakma fırsatı bulamadığım uzun ve dar pencereye yaklaşıyorum.
Dışarısı oldukça karanlık. Cama sıçrayan bir-iki damlacık, yağmurun başlamak üzere olduğunun işaretlerini veriyor. Sokaktaki tek bir lambanın ışığı altında serpilen ince gövdeli bir ağacın rüzgarda şiddetle sallanması bana buradan sessiz bir film izliyormuşum izlenimi uyandırıyor.Karşıdaki ışığı fark ediyorum. Karanlığın içinde yalnızca orada ışık var. Gerisi tamamen karanlık. Işığın geldiği yer bir pencere...Bir ışık,bir pencere ve pencerenin arkasındaki bir hayat...
Karşıdaki ışık..?Onun yalnızlığı beni de rahatsız ediyor. Bir anda ona acıyorum. Belki de acıdığım aslında kendimdir. Asıl yalnız olanın ’ben’ olduğum gibi. Uzaklardaki insanlara duyduğumuz merakı ve özlemi yaşıyorum. Hepimizin doğasında vardır bu. Nice karşı pencerelerdeki hayat hikayelerini merak eder dururuz.
Onlar da bize benzeyen, bizim gibi varlıklar olsalar da ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar merak ederiz. Hikayelere fazlaca meraklı olmamızdan kaynaklanıyordur belki de bu duygu. Kendi acınası yalnızlığımızı onlara bakarak hafifletme isteğinden. Bu yüzden tüm hikayeler karşı pencerelerde başlar…