Kalemin kağıtta bıraktığı izin büyüsünde büyürken…
Peki anlat bakalım, nedir kalemin kağıda bıraktığı büyük izin büyüsünde büyümek, ya da büyümek arayışında olmak.
Yazıyor ya, bırakalım da yazılar anlatsın, ölümsüzlüğe ulaştığını zanneden Homeros’u da büyüleyen bu sihirli izler ölmemek için uğraşarak ve çok uzun yaşadıklarını varsayarak anlatsınlar, zamanın sınırlarında, sınırlandırmalarında, kuşatmalarında ezilirken. Sahi ne ekilir zamanın girdabında ezilinirken? Toprağa mı atılır ve illa ki tohum? Ve kim yazmış bu kitapları.
Pencereden dışarıya bakınca, karşıki bakkalın tabelasını okuyabilmektedir. Aynı harfler, yan yana gelmişler der.
Küçük küçük ve hep de mutlu sonla biten hikayecikler bulur sonradan. Okuması kolay, sonu mutlu… Sevmek o zaman başladı ve sahiplenme isteği, bir saçı uzunu.
Der demek oldu kitap ve ders kitapları kafasını karıştırdı. ne de sıkıcıydı zorlamalarla okumak.
Belki sınırlarını aştı sonra ve araştırtmaya, sorgulamaya başladı, daha kendini bulamamışken.
Okur, bazen Makyaveller de bulur. Şaşırır, insanlık bu mu ki der. Sonra bakar, zorlar kendini Makyavelli yolunda olabilmek için. Rousseao’nun arkasına sığınarak “Zaten bu millet yok mu!” der. İnsanlar kötü galiba der. "Şeytan bunların hepsi" der. Ya da Locke’a bakar insan beyni tanrıdır der, gözünün camlar olmadan kendi kendisini göremediğini fark edene kadar. “Ne az düşünüyorsunuz” nidasını işitinceye kadar.
Yoldan bir güzel geçer, alımlı bir genç kızdır. Bakar kitabına ve insan, evet der, o da toprak olacakmış.
Ve bir daha bakar pencereden, seyyar manav geçer evinin ekmeğinin derdinde. Sonra düşünür kendince, ve okur:
“Hepiniz geçim derdinde,
Bir ben miyim keyif ehli içinizde,
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar belki de.
(Orhan Veli Kanık)
Her ne kadar balıkçılara yönelik söylense de alıntının aslı, balık olmak aklımıo kurcalayan düşünce şimdi. Balık küçücük bir kayalığa sığınır da, kuru yerleri hayal edemez ve dalga geçer ya sonra suyun dışarısında bir dünya var diyenlerle. Ve tüm dünyasını o küçücük kayalık parçasından ve sudan ibaret zanneder. Tüm güç elinde sanır balık, basit ağlardan kaçamazken.
Ama der, yavaşça düşünerek, evet der sonra da. Hayat büyük bir oyun değil miydi kimilerine göre, ve tek perdelik. Ve aklına gelince nihai delik, çocuklarından kaçıp tekrar okumaya dalar, aslında kendisi bir kitap olan hayat niyetine, yazıların büyüsünü.
Yazılanın yazıların, yazılacak olanların büyüsünün de giderek büyüdüğünü düşünür.
Gençliğine ah eder, geçen geçer gider, gözler yavaşlamış, bir şeyler var içinde ve hayat onu özler. Özler mi özlemez mi bilinmez ama, yazılanların büyüsü de son bulmuştur onun için büyüme sınırını aştığında. Ölümsüzlüğü yakalamak meğer bir hayalmiş Ey Homeros! Bakalım kitaplar başarabilecek mi, sanmam ama. Dünya demek sınır demek zira.
Öyle bir sınır ki, kimisine gelmek bilmez, kimisinin de sabah erkenden çalar kapısını, ama ikisinde de yazılan yaşanmıştır, ya da zaten yaşanılacak olan yazılacaktı.
Yazılanın büyüsü son bulur yani tamamen büyüdüğümüzde, sonrasında da arar bekler. Bakalım ne olacak.
Bir ömür nerede geçti, ya da hangi yazıyım ben. Hangi kitabım içindeyim. Alaaddin’in sihirli lambasındaki cin miyim, Alaaddin mi, yoksa Alp Er Tunga mı? Kim yazıyor o zaman bizim kitabımızı ve nasıl. Neden öylesine zarar verici, rezil şekilde yazıyor..? Beni kim Freud şeklinde tasvir ediyor? Nizamülmülk olmak istiyordum ben, ya da Fatih, kim Frankeshtein yaptı beni. Hayır ama, hayır, hayır…!!!!!!! Silsin birisi bu hikayeyi, ben Dr. Faustus olmak istemiyorum!!!
YORUMLAR
yazgıyı yazarak büyüyoruz.sayfa bizim kalem ilahi.
değiştirme şansı yok görünse de eski sayfaları yırttığımızda kalemin de renginin ve yönünün değişeceğini düşünüyorum.iyi adamlar bir yerde saklanmış o sayfadan çıkmanı bekliyor.dünya kocaman aslında, ölüm sınır da, umut sonsuz.marifet, sonsuzda kaybolmadan iyi adamları bulmakda.bulunca haber, yazısında ve yazgısında büyümek isteyen biri daha var.
TunçAy anladın sen onu sen bu işi biliyorsun.
tebrikler.