GEÇİM EHLİ OLMAK
rahmetli babam kendi çapında ticaretle uğraşırdı. köyümüze yakın çevre köyleri traktörüyle gezer, satın aldığı inek, koyun ve keçiyi bazen pazarda satar bazende alıcı bulur gelir ev de satardı. 12-13 yaşına bastığımda yaz tatillerinde beni de yanında götürürdü. traktör kullanmayı o yaşlarda köy yollarında öğrendim.
babam işe her sabah gün doğmadan çıkmayı adet edinmişti. eve de çoğu zaman yatsı ezanıyla dönerdik. yorgunluktan ağzımız ayrılırdı. bu köy gezileri esnasında bir çok şey öğrendim babamdan. her insan babasından bir şeyler öğrenir. ben kardeşlerime nazaran daha çok şey öğrendim, zira çoğunlukla beraber giderdik babamla.
yine bir sabah erkenden kahvaltımızı yapıp güneş doğmadan çıktık köyden. bir kaç köy gezdik ikindiye kadar. çok acıkmıştım. bir kaç kişi davet etmişti yemeğe ama babam hiçbirini kabul etmedi. falan köye gidiyorum diyerek geçiştirdi. hiç böyle yapmazdı. beni aç bırakmaya yemin mi etti bu gün diye düşünmeye başladım. ne kabahat işlemiştim acaba.
derken dayanamadım:
- baba, yemeğe davet ettiler gitmedin. çay içelim buyur dediler kabul etmedin. açlıktan takatim kalmadı görmüyorsun. madem davete icabet etmeyecektin sabah çıkarken bari azık alsaydık. deyince, tebessüm etti önce, sonra acınacak bir üzüntü kapladı nurlu yüzünü ve bakışları hüzünle karışık acıyan bir hal aldı. ardından derin bir iç çekiş. baba olmak ne kadar da zormuş der gibi.
-oğlum, dedi iyice bir soluklandıktan sonra.
-babanın görevi evlatlarının karnını doyurmaktır. lakin bundanda ibaret değildir. hayat acımasız ve ekmek aslanın karnında. bazen tok olursun bazen aç. ama açlık yıldırmamalı insanı. gücüne güç katmalı ki yaşayabilesin. davete icabet sünnettir. fakat davet eden, davet edildiğin şeyin temizliği de önemli. her insanla oturulmaz, her insanın sofrasına kurulup oturulmaz. nice zengin var ama şükrü yoksa oturulmaz sofrasına. nice fakir var fakat sofrasına oturacağın ne bir şey ummalı senden ne de minnet altında bırakmalı.
hatırladığım kadarıyla bu lafları anlamam mümkün değildi o yaşta ve o aç karınla.
babam da anlamış olacakki aldırışsız halimden, hadi bin traktöre ......... köye gidiyoruz dedi. ilk defa gidecektim o köye. merak etmiyorda değildim doğrusu. köye girerken bağırırdı babam. ilan ederdi geldiğini. hayvanını satacak olan da gelir haber verirdi. oysa o köye girerken de bağırma dı, köyde ilerlerken de. köy güzeldi. her evin önünde 1-2 dönüm bahçe, bahçenin içinde meyve -ki çoğunlukla elma, kayısı ve armut -ağaçları, etrafı ise dikenli tellerle çevrilmişti. köyün çıkışına bir kaç ev kalmıştı ki burda dur dedi, traktörün sol çamurluğunda oturan canım babam.
ev avlu içinde, avlunun kapısı da tahtadan yapılmıştı. kapıyı yaşlı bir nine açtı. duymuştu traktörün sesini ve kapılarında durduğunu anlamış olmalıydı.
buyur etti evlerine. vakit akşam üzeri ineklerin yabandan döndüğü sağılma vaktiydi.
evin kapısına vardığımızda, ak sakalı avuç içi uzunluğunda yaşlı bir dede açtı kapıyı. kolları sıvalıydı. abdest almak için hazırlanmıştı sanki. o da buyur etti bizi içeri babamın verdiği selamı aldıktan sonra.
nine de gelip girmişti hemen arkamızdan. o da hoş geldiniz deyip hal hatır sordu babama ve bana. dede:
-a benim dünyalar güzeli hatunum! misafirlerimiz uzaktan. o narin ellerinle hazırlayacağın yemekten önce inekten sağacağın sütü ocakta pişiriversen de tadına varsalar ineğimizin mis gibi kekik kokan sütünün. olmaz mı benim keklik yürüyüşlüm, ahu bakışlım. diyor,
- olmaz olur mu bal sözlüm, tatlı dillim. sen dersin de ben iki eder miyim? diye karşılık veriyordu nine.
- zahmet olacak sana ama olsun hatunum. tanrı misafiri için yapılan zahmet yormaz insanı. hadi ayağının altında toprak olduğum, gözümün nuru hatunum.
deyince şaşakalmıştım. bu ihtiyarlar utanmadan sıkılmadan kızarmadan nasıl konuşurlardı böyle. hafta da bir seyrettiğimiz yerli aşk filimlerinde bile başrolde oynayan aktör ve aktris böyle konuşmuyorlardı utandıklarından. babama baktım , nereye getirdin beni der gibi. dede de anlamış olacak ki hayretkeşliğimi ninenin çıkışından sonra bana dönüp, hayatımın dersini verdi. hem de öyle bir dersti ki dünya dolusu servete değişmem.
-evladım, fadime(ninenin adı) ile ben evlendiğimiz günden itibaren böyleyiz. ölünceye kadar da böyle olacak. sen hayret ettin biliyorum, haklısında. etrafında gördüklerine ters bizim konuşmalarımız ve edamız. yalnız görülenlerle öğrenilmez doğrular, okumakta lazım. düşünmekte, sormakta lazım. yüce allahım bizi nurundan yarattı. ama her erkek ve eşini aynı nurdan yarattı. ninenle ben aynı nurdanız. ruhlarımız da bir elmanın iki yarısı gibi. bir araya gelince nikahla bir bütün olduk. allah beni ona onu da bana layık olsun dilemiş. hticeyi peygambere(sav) fatmayı(as) aliye(as) havva yı da ademe dilediği gibi. ilerde sen de evleneceksin. evlendiğin eşin allahın yazdığı, dilediği, layık gördüğüdür. eşin ve sen aynı nurdansınız. şimdi bir değil nurunuz. zamanı gelince iki nur bir olacak ruh tamamlanacak. aklı başında insana yakışan allahın layık gördüğüne hürmet etmek, ona sevgi nazarıyla bakmaktır. eşine söyleyeceğin her tatlı söz aynı anda allahı zikir olacaktır. eşine karşı her yumuşak tavrın allaha ibadet olacaktır tıpkı namaz gibi. eşine baktığında göreceğin allahın nuru olmalı ki o nurun yarısı da sensin. kendine nasıl davranılmasını ve ne şekil konuşulmasını istiyorsan aynını önce sen eşine yapacaksın.
böyle olursa ailede huzur olur. bu huzuru ne parayla bulabilirsin ne servetle elde edebilirsin.
babamın beni o köye ve o huzur dolu eve neden götürdüğünü anlamıştım. niçin aç kaldığımızı da. babamı o gün bir başka sevdim. baba olmak sadece ekmek temin etmek değil deyişini de o akşam anlamıştım küçük yaşıma rağmen.
ali dede ve fadime nineyi bir daha göremedim. yıllar önce allahın rahmetine kavuştuklarını babam söylemişti, bir başka yaz tatilinde. mekanları cennet olsun. komşuları adaşları olsun inşallah.
geçim ehli olmanın yolu zor değil. huzur dolu yuva sahibi olmakta zor değil. arıya nasıl bal yapmak yakışırsa, insana ilk önce eşine sonra tüm insanlara karşı bal tadında dil, pamuk yumuşaklığında eda yakışır.
bu da her insanın özünde mevcuttur. yazımı sokratesin ölmeden önceki son sözüyle bitirmek istiyorum.
"her insanın içinde bir güneş vardır; yalnızca, aydınlatması için onu açığa çıkarmak gerekir."