- 701 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN KAYMALARI (3)
SAHNE 3
DEKOR: (Aynı. Askılıkta palto ve şemsiye yoktur. Saat l7.55’i göstermektedir. Televizyonda haberler verilmektedir.)
SPİKER: (Birinci sahnenin aynısı.) Nijerya’da dün akşam bu saatlerde gerçekleşen depremin yaraları sarılmaya başlandı. Akut ekibimiz Nijerya’ya gitmek üzere sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Sayın seyirciler, şimdi bir son dakika haberi veriyoruz. Az önce aldığımız bir habere göre eski cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel tedavi olduğu Hacettepe Hastanesi’nden bugün taburcu oldu.
ECZACI: (Televizyonda haberler verilirken yavaş yavaş yattığı yerden kalkar, Demirel’le ilgili haberi televizyona bakarak izler ve televizyonu kapatır.) Bugün taburcu olmuş; geri zekâlılar...(Telefon çalar, telefonu açarken) Aynı haberi bin defa dinletirsiniz millete. Alo, (Duvar saatine bakarak) Altıya beş var...Yok bir şeyim...Müşterinin birine canım sıkıldı o kadar...Tamam, ben alırım çocuğu...Tamam dedik ya...Gelsinler...Bugün de gelsinler, yarın da gelsinler, öbür gün de gelsinler...Eve geldiğimde konuşuruz. Tamam, vermem...Vermem dedik ya!...Takvime bak. Müşteri geldi, kapatıyorum. (Telefonu kapatır.) Ayın kaçıymış? Bütün geri zekâlılar beni buluyor. (Duvar saatine, çevresine bakınır.) Allah Allah!...Bu saate kadar nasıl yattım burda? Bir Allah’ın kulu girmedi mi içeri? (Kapıyı kontrol eder.) Kapı kilitli değil. (Askılığa bakar.) Girmez mi? Hırsızlar girmiş işte. Palto yok, şemsiye yok...(Pantolonun arka cebinden cüzdanı çıkarıp bakar.) Cüzdan bomboş...(Tezgâhın arkasına bakar.) Yirmi milyonu da çalmışlar. Kurtuldum o uğursuz paradan...(Elleriyle yüzünü ovuşturarak.) Of Allah’ım, ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşarım?... Polis niçin gelmedi? Kutunun üstünde eczanenin patenti var ya...Ooof, of! Allah’ım bana bir yol göster.
DİLENCİ KADIN: (Birinci sahnede olduğu gibi gelir.) Allah rızası için bir ekmek parası evlâdım.
ECZACI: (Yazar kasanın para çekmecesinden kağıt para alıp kadına verir.) Al bakalım.
DİLENCİ KADIN: Allah seni çoluk çocuğuna bağışlasın evlâdım.(Gider.)
(Sabit telefon çalar.)
ECZACI: (Telefon bakarak) Ara bakalım, daha ne kadar arayacaksın. Telefona cevap vermez, televizyonu açar.)
SPİKER: (Birinci sahnede olduğu gibi) Yarın Bursa’da hava yağışlı olacak. Öğleden sonra yağışlar kar haline dönüşecek. Bizden uyarması. Eğer şemsiyenizi ve paltonuzu giymeden sokağa çıkarsanız...
ECZACI: (Son sözleri spikerle birlikte söyler.) ve ardından hasta olursanız sorumluluk kabul etmeyiz. (Öfkeyle televizyonu kapar.) Geri zekâlı, hep aynı aptal espriyi yapmasan olmaz. (Askılığı işaret ederek.) Paltoyla şemsiye sizin yüzünüzden çalındı.
MÜŞTERİ: (Birinci sahnedeki gibi gelir.) İyi akşamlar muhterem.
ECZACI: (Dalgın) İyi akşamlar.
MÜŞTERİ: Muhterem, emekli memurların ilâçlarını veriyor musunuz?
ECZACI: (Kısa bir süre Müşteriye bakar, haykırır.) Sen ne ahlâksız adamsın be! Ne ilâcıymış o? Dün akşam aldın ya ilâçlarını. Devleti mi soyuyorsun?
MÜŞTERİ: (Şaşkın) Ne soyması muhterem? Siz deli misiniz? Evelallah bizim alnımız ak, yüzümüz paktır. Konu devletimiz ve milletimiz olunca ...
ECZACI: Kes ya! Dün akşam bir sürü ilâç almadın mı benden?
MÜŞTERİ: Beyefendi ben bu eczaneye ilk defa geliyorum.
ECZACI: Kardeşim senin adın Abdullah değil mi? Doktor sana pensangon iğnesi. Baktrima antibiyotiği, ökstrama şurubu yazmadı mı?
MÜŞTERİ: (Elindeki reçeteye bakarak) Yazdı, ama sen bunları nereden biliyorsun?
ECZACI: Nasıl bilmem be kardeşim? Bu ilâçları dün akşam ben verdim sana.
MÜŞTERİ: Muhterem, ben senden ilâç falan almadım. Sen beni birisiyle karıştırıyorsun. Bak şu sağlık karneme. (Gösterir.) Bak, bu karneyi alalı tam beş yıl oldu, ilk defa hasta oluyorum, ilk defa ilâç kullanacağım. Bak bu da reçete...
ECZACI: (Evraklara bakar, şaşkın) Allah Allah!...Sanki dünü yeniden yaşıyorum. Sen aslen Bursalı değil misin?
MÜŞTERİ: Evet, sen nereden biliyorsun peki?
ECZACI: Sen memuriyete Bursa Karayollarında kâtip olarak başlamadın mı?
MÜŞTERİ: Başladım...
ECZACI: Tekirdağ’da şube müdürüyken emekli olmadın mı?
MÜŞTERİ: Sen medyum musun muhterem?
ECZACI: Allah Allah!...Bugün ayın kaçı?
MÜŞTERİ: Yirmi yedisi.
ECZACI: Hayır, yirmi sekizi.
MÜŞTERİ: Yirmi yedisi...Bak, reçetede yazıyor.
ECZACI : (Reçeteye bakar.) Eşimin doğum günü bugün mü yani?
MÜŞTERİ: Ben nereden bileyim be kardeşim!.. Neler saçmalıyorsun sen? Deli misin be adam? Ver şu evrakları, ben gidiyorum.
ECZACI: Dur... Bi dakka... Doğru ya... Dilenciye para verdim... Yazar kasadan çıkarıp verdim. Yazar kasa boş olmalıydı. (Koşarak yazar kasayı açıp bakar.) Kasada para dolu. Sanki birisi cüzdanımdaki paraları alıp kasaya koymuş... (Sehpadaki gazeteye bakar. Çok sevinçlidir, gazeteyi müşteriye gösterir.) Şu habere bak, ne yazıyor gazetede?...Müjde muhterem müjde!...Nijerya’da deprem olmuş, iki bin kişi ölmüş. Allah’ım sana şükürler olsun!
MÜŞTERİ : Yazıklar olsun sana, insan böyle bir habere sevinir mi?
ECZACI: Bak, Demirel’le ilgili haber de yok. Demirel taburcu olmamış, Allah’ıma şükürler olsun, Demirel hâlâ hastanede yatıyor.
MÜŞTERİ: Vay edepsiz vay! İnsan bir devlet büyüğü hakkında böyle konuşur mu?
ECZACI: Kenan intihar etmemiş daha. Kenan bu gece intihar edecek. (Ellerini göğe açarak.) Allah’ım, Allah’ım; seni çok seviyorum. (Gelip müşteriye sarılır, öper.) Seni de çok seviyorum Abdullah Bey. Sen bir tanesin muhterem...
MÜŞTERİ: (Kurtulmaya çalışırken) Sen nasıl insansın be kardeşim? Önce hakaret ettin, şimdi de...
ECZACI: Bi dakka, bi dakka... Sus, bak şimdi... (Kapıyı gösterir.) Şimdi bir sarhoş gelecek. Öyle sarhoş olsam şarkısını söyleyecek.
SARHOŞ: (Birinci sahnede olduğu gibi gelir.) Öyle sarhoş olsam ki / Bir daha ayılmasam...
ECZACI: (Kısık sese) Şimdi de pis bir paçavrayla kapının camlarını silecek.
SARHOŞ: (Camı silerken) Öyle sarhoş olsam ki / Dertlerimi unutsam...
MÜŞTERİ: Hayret, her dediğin çıkıyor.
ECZACI: Şimdi bana aabem diye hitap edecek ve şarap parası isteyecek.
SARHOŞ: (Kapıyı açıp elini uzatarak) Aabem be, bi şarap parası be aabem!
ECZACI: (Cüzdanından on milyon lira çıkarıp verir.) Al, bir değil on şarap parası.
SARHOŞ: (Paraya alıp sakalına sürterek) Büyüksün be aabem, helâlinden büyüksün. (Gider.)
MÜŞTERİ: (Hayran) Siz, muhterem siz... Siz kimsiniz? Deprem gibi bir felâkete, Demirel’in hastalığına seviniyorsunuz; sarhoşa on milyon veriyorsunuz... Sonra siz her şeyi biliyorsunuz. Siz falcı mısınız, medyum musunuz, ermiş misiniz? Yoksa depreme bile sevinen bir zırdeli misiniz?
ECZACI: (Aceleyle müşterinin ilâçlarını hazırlayıp kutuların üzerine bir şeyler yazarken) Telepati Abdullah Bey, telepati... Bazı şeyleri hissediyorum işte. Beyefendi bu akşam çok acelem var. Hemen eczaneyi kapatmalıyım. Al ilâçlarını, başka zaman çay kahve de içmeye beklerim.
MÜŞTERİ: Teşekkür ederim ama...Sizinle biraz sohbet etmek isterdim. Kız kardeşimin bir derdi vardı. Yaşı otuz dört oldu, bir türlü kısmeti çıkmadı.
ECZACI: Ben evliyim Abdullah Bey.
MÜŞTERİ: Yok yanlış anladın, ben onun için söylemedim. Büyü falan mı var acaba? Kız kardeşimi bir okuyup üfler misiniz?
ECZACI: (Kapıya kadar geçirir.) Başka zaman, başka zaman. (Aceleyle kapıyı içerden kilitler, elektrikleri söndürür, parmaklarını şaklatarak oynar, şarkı söyler.) Yandan...Yandan...Yandan kızım yandan, severim seni candan. Ooooh...(Tezgâhın arkasına siner, kapıyı gözetler.)
KENAN: (Kapıya gelir, elini siper ederek içeri bakar.) Kimse yok mu?...İçerde kimse yok mu? (Tekrar camdan bakar.) Öfkeyle kapıya tekme atıp gider.)
ECZACI: (Sindiği yerden oynayarak çıkar.) Yandan...Yandan...Kenan oğlum Kenan, severim seni candan...(Telefon çalar, hemen açar.) Gülüm benim...Canım...Biricik sevgilim!. Bugünün anlam ve önemini bilmez miyim karıcığım...27 Şubat, yani prensesimin doğum günü...Tabi aldım, hem de güllerin, karanfillerin en güzellerini...Karıcığım bir şey soracaktım...Paltomla şemsiyem evde miydi?... Haklısın, unutmuşum... Sen ısrar etmiştin de ben almamıştım... Görüşürüz canım. (Sehpadan gazeteyi alıp çıkarken) Saat yediye kadar bir çiçekçi bulamazsam yandım!...
(Perde iner) (Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.