HAYAL ÇEŞİTLEMELERİ III
Bencillik zırhımız mı, kefenimiz mi? Bence dünyanın merkezine hiç bitmeyen yolculuk.Arzın merkezi değiliz.Zaten merkeze ulaşmak için çıkılan yolculukta merkezkaç kuvvetiyle karşılaşmamak mümkün değil.
Nalıncı keseriyle yontulmuş cümlelerin öznesi ’ben’ oldukça savrulmamak elde değil. Adaletin temeli olduğu iddaa edilen mülk adalet duygumuzu satın almış olmasın.Mülkün temelini de bencillik oluşturduğuna göre bu örgüyü kırmak için öncelikle bencilliğimizi sorgulamamız gerekiyor.
Bireyselleşmek deyince bencilleşmeyi anladığımız sürece, özbenliğimizi değil de öz çıkarlarımızı korumaya devam ettikçe bu kısır döngünün kaybedenleri olmaya mahkumuz.Başkalarının duvar olmuş bencilliklerine çarpıcaz, başımız dönecek.Kendi becilliğimizden bilenmiş tırnaklarımız canımızı acıtacak, kan revan içinde kalacağız. Önce kendimiziz test edelim isterseniz: Bir somun ekmek alın ve sekize bölün.Birini seçin. Kalan yediyi paylaştırın.Eğer ’yanlışlıkla’ payınıza en büyüğü, en çıtırı düştüyse başkalarının dağıttığı lokmaların ağzınıza küçük geldiğinden şikayet etmeyin.
Peki ya nasıl olmalı? Önce kendimizi ayıklayalım.Biraz acılı olsa da bu süreç, kendi bencilliklerimizi sayalım. Bilgilerimiz de bile ne denli bencil olduğumuzu görmeye başladıysak o yolda ilerleyelim. Borazanlarımızı bir kenara bırakıp biraz yaşamın sesini dinleyelim. Politik çıkarlarımızın aç benliğimizi doyurmak için yüksek sesle dile getirildiğini anladığımızda içimiz ürperecek.
Terazinin hangi kefesinde oturduğumuz önemli değil, bizim dünyayı tartarken hangi teraziyi kullandığımzı önemli. Dünyadan,insanlardan adalet dilenmeden önce bunun için gösterdiğimiz çabayı gözden geçirelim. Armut pişip de ağzımıza düşmüyor. Biz adil olmak için ne yapıyoruz? Gelirimizin fazlasını ne yapıyoruz? Hiç fazla olmuyor ki diyoruz hep beraber.İğnelerimiz, çuvaldızlarımız yerine kılıç kalkanlarımızla savaş alanındayız. Yeterli ve dengeli beslenmekle ilgili yazılmı şbinlerce paragrafı yeterli ve dengeli yaşamak için yazmış olsaydık?
’İye’ lik ekinin peşinden koşacağımıza adımlarımızın ritmini duysaydık? Hangi ivmeyle nereye yol aldığımızı anlamaya çalışsaydık? Uzun kuyruklarda birbirimize kızmak yerine bizi kuyruğa sokan kurgulara kafa tutsaydık? Gırtlaklarımız homili, kandillerimiz pofidi, yataklarımız tumba olmasaydı. Beklentilerimizle verdiklerimizi karşılaştırsaydık.
Ne güzel olurdu.Hayal işte...