GİTTİN...
Hep bir şeyler var yüreğimi acıtan..Senden kalan kırıntılarım;bir yandan süslerken yaşamımı,bir yandan da izi silinmeyecek derin yaralar bırakıyor yüreğime..Hayatımda beni bir hiçe sürükleyen bütün acılara dayanıyorsam;bir gün geleceğinin,hayallerimizi gerçeğe dönüştüreceğimizin umudu ile yaşadığımdandır.En çok gözlerin için göz yaşı döküyorum;nasıl da tutkulu bakardın;mavisinde vurgun yerdim her bakışımda..Seni kaybetme korkusu ile yaşardım hep.Bir gün ansızın olacağını hiç bilemezdim.Tıpkı ellerinin bedenimden çekilişi gibi usulca olur gidişin derdim..Yıllar sonra,ölümle son bulacağımıza öylesine inandırmıstım ki kendimi..Ne kadar yanılmışım..! Hiç mi düşünmedin;sensizliğin kalbime hançer gibi saplanacağını?! "Sensiz yaşayamam ! " diyen sen,hiç beklemediğim bir anımda "gidiyorum" sözleri ile can evimden nasıl vururdu beni?! O an, ben ben değildim sanki.. Ölüm gibi içime işleyen sözleri söyleyen sen olamazdın.Nasıl koparırdın bedenini bedenimden..Hani bir bütünün iki parçasıydık biz?! Bitmiş olamazdı..Yok böyle bir ferman;bu ölümü kabul etmedim,edemiyorum..
Son yazdığın mektubunu milyonlarca kez okudum,öptüm,kokladım..Uykularıma rüya ol istedim;yastığımın başucuna koydum..
"""Çanakkale’ yi ve Bozcaada’yı çok severim sevgilim. Yıllar var ki gidemedim... Seninle hayal ettim ve yazdım;
"Çanakkale’ye indiğimizde saat 07.10 du... Zaten sahile yakın olan terminalden, çantalarımızı sırtlayıp yürüdük. Börekçi Ali Amca, herzamanki yeri olan tam köşebaşında, deterjan reklamlarındaki kadar temiz mavi arabasının içinde, böreklerini kesip, samanlı kağıtlara sarıyor. Önünde altı kişilik bir kuyruk;kestiği börekleri fenerli marka kefeli terazisinde tartıp özenle paketliyor... Biz de sıraya girdik, börekleri sarıp koyduğu beyaz poşeti sol elime aldım.Sol elini,sağ elimle sıkıca kavrayıp feribot iskelesine bakan çay bahçesine yürüdük..Pergolenin altında sararmaya ve siyahlaşmaya yüz tutmuş plastik beyaz sandalyelerden ikisini yanyana getirip,boğazın ortasını geçmekte olan feribotun iskeleye yanaşmasını seyredecek şekilde oturduk. Garson çaylarımızı getirdiğinde,feribot da iskeleye yanaşmaya başlamıştı. Bütün arabalar önce inebilmek için hamle yaparken, insanlar araçların altında kalma tehlikesini hiçe sayarak atlıyorlardı iskeleye. Koşturma bittiğinde, bizim de çaylarımız ve böreğimiz bitmişti...
Geyikli iskelesi’ne gidecek dolmuşun kalkmasına bir saatten fazla var. "Hadi Yalı Han’a gidelim" dedim... Yüzüne baktığımda cevap vermeyeşinin, gözlerinde "evet" anlamını taşıdığını görünce; sıkıca kavradım yine sol elini. İskele Meydanındaki saat kulesinin yanından sağa dönüp, yaklaşık beşyüz metre daha yürüyünce, ağır ahşap kapının içinden geçip bizi karşılayan inanılmaz güzellikteki avlunun ortasında, terasımızda bulunan iki sandalyenin onlarcası ve kahverengi olanları vardı ağaçların altında. Her dört sandalye daha koyu ve kalın ahşap ayaklı kare masaların dört kenarına yerleştirilmiş, masalar tertemiz. Avluyu çevreleyen iki katlı dikdörtgen yapının onlarca kapısı, yukarıya çıkan beş ayrı noktada beş ahşap merdiveni ve verendalarını seyrettin hayranlıkla. "İşte burası" dedim.. "Sana onlarca kez anlattığım Yalı Han burası..." yüzünde orada olmaktan çok mutlu olduğunu gösteren ifadeni, bana daha fazla sokularak ve elimi daha sıkı kavrayarak da ifade ettin.
İskele ve Yalı Han ardından tekrar sırtladık çantalarımızı ve 10.00 feribotuna yetişecek olan 09.15 minübüsüne bindik Geyikli İskelesi’ne gitmek üzere. Geçtiğimiz yollar ve çevrenin güzelliğini, geçtiğimiz köyleri anlattım sana. Saat 09.55 te Geyikli İskelesi’ne geldiğimizde Bozcaada’yı sislerin ardında gördük. Kalkışına beş dakika kalan feribota yetişmek için, bütün insanlar gibi biz de koştuk. Feribot, Denizcilik İşletmesi’nin elde kalan en eski feribotlarından. Eski, beton iskeleden feribota binen son üç beş kişiden biri olduk. Saat 10.05 te hareket eden feribot, Geyikli’den uzaklaşırken Bozcaada daha net görünmeye başlamıştı. İşte, sağ tarafta kale, solda balıkçı lokantaları ortada iskele ve ardında meydan. Yanaştığımızda, adada olmanın sıcaklığını hemen yaşayacağını ve sıcak, sımsıcak adayı kucaklayacağını biliyorum. Tam bir saat süren yolculuğun ardından iskeleden koşarak indim, arkamdan yetişmeye çalışıyorsun. Ne zaman buraya gelsem çocuk gibi olurum zaten. Adanın tek benzin istasyonu olan iki pompalı istasyonun yanından geçtiğimizde, bahçenin içinde bisiklet tekerleğinden lastikleri olan arabası başında Köfteci Lütfü Dayı’ya sarıldım. Tanıştırdım seni. İlk anda seveceğini biliyorum bu dünya tatlısı ihtiyarı. Epeydir görüşmemenin verdiği hasret dolu ve hararetli konuşmalarımızı dinledin zaman zaman bize katılarak.
Yarım saat sonra kalkıp, yer ayırttığımız pansiyona ulaştık; beş dakikalık yürüyüşün ardından. En üst kattaki üçgen çatılı odamıza çıktığımızda hemen öndeki terasa koştun. Göz alabildiğine eski kiremitleri ve çatıları gören teras, çatıların üzerinden denizi görüyor. Sağda bir kilise, bembeyaz. Korkuluklara yaslanmıştın, sırtından sarıldım; "İşte adamız, daha dur göreceğin çok şey var" diye, aniden bana döndün, ellerinle yüzümü kavrayıp sımsıkı öptün.
Çok sık anlattığım Ayazma Plajı’na gitmek üzere İskele Meydanı-Plaj arasında çalışan o eski minübüs seni şaşırttı. Eskiliğinden beklenmeyen çeviklikle yol alışının ardından şaşkınlığın geçti. Minübüs, kıvrılarak asma bahçelerinin arasından ilerledikçe, gördüğün ada evleri, sağdaki eski harap hala işlevini sürdüren beyaz kilise ve tepeyi aştığımıza "çarşaf gibi" deyimine uygun Ayazma! Bu görüntüler, adaya ilk indiğimizde herkesi olduğu gibi seni de hayrete düşüren, ada mimarisine çok ters Emlak Bankası Konutları adı altındaki o iğrenç yapılaşmayı bile unutturdu sana.
Derme çatma barakalar, hasır gölgelikler ve yaklaşık üçyüz metre açıktaki duba... Pırıl pırıl bir deniz, daha ayağını sokar sokmaz ürperdin. Bu kadar soğuk olacağını düşünmemiştin söylesem de sana. Elele girip dubaya kadar yarıştıktan sonra ısındın suya. Ve baktığın her noktadan denizin dibini görüşün ve o çok sevdiğimiz sessizliğin adanın her noktasındaki hakimiyeti seni o kadar mutlu etti ki. Ne alışveriş gürültüsü, ne araba sesi, ne iğrenç korna sesleri, ne de insan kalabalığı olmayışı ayrı bir huzur. Hava kararmaya yüz tutup, son minübüs seferine kadar yüzdük. Dönüş yolu yine aynı, zaten tek yol bu, başka yok. Diğer bütün yollar yürüyerek gidilir.
Otelden üstümüzü değişitirip çıktık. Yürüdüğümüz her sokakta kediler peşimizde, sıcak ada insanlarının bizi selamlamaları, demirli pencerelerin cumbalarında teneke kutular içine dikilmiş begonyalar, kimi kapıların üzerinde sararmaya yüz tutmuş rumca yazılmış küçük tabelalar, yerdeki arnavut kaldırımlarında tek bir çöp bile olmayışı alışılmışın dışında geldi sana. Solda kalan kalenin güzelliği ve sağa döndüğümüzde balıkçı lokantalarının olduğu alan. Sahildeki her teknenin önünde onlarca kedi. Işıklandırılmış alanda ağlarını temizleyen, kimisi yeni dönmüş denizden, kimisi sabaha hazırlanan balıkçılar. Herkes sıcak. Lokantadaki garson da patron da... Sahilde, lokantalarla denizin arasındaki dar alanda onlarca masadan birisine yöneldik, bütün gözler üzerinde, o kadar güzelsin ki. Kıskandım seni ve daha sıkı sarıldım omuzundan, elini bırakarak.
Lipsöz balığının ada tarzı buğulamasını söyledik. Ada işi Troya şarabımızdan ilk yudumu çekerken tokuşturduğumuz kadehlerimiz, ağzımızdan aynı anda çıkan kelime; "bize" !.. Balık ve ardından gelen balık çorbası ve insana huzur veren sessizlik... Islanmış Arnavut kaldırımlarından kalenin arkasındaki sokağa yürürken, soldaki barın içinden gelen gitar sesi bile dalgalarının sesini duymamıza engel değil.
Sen ve ada!.. Huzur ve sevda ve sevgi ve aşk ve sessizlik!.. Hepsi birarada. "Seni seviyorum"!.. diye haykırdım, adanın sessizliğine ve tüm sevgisizlere inat."
Bir gün haykırmak istiyorum bunu CAN’IM... Sevgiyle kucaklıyorum seni, özlemle öpüyorum."
ilk ayrılışımızda yazmıştın bu mektubu;hayallerınle süsleyerek..Bir gün Bozcaada’ya gideceğimiz günün hayali ile yaşadım bu gune dek..
Hala yaşıyorum,şimdi gelişinle,nasırlaşan kalbime söz gecirmeye çalışarak..Uzunca bir zaman oldu;yine karşımdasın..Seninle geçen günleri,seninle geçen zamanı,bana sunduğun bir solukluk zamanın ardındaki bir ömrü taşıdın yine hayatıma.Paylaşımlarımızın hiç son bulmadığını dile getirircesine ! Bensiz geçen günlerinde,bin defa öldüğün, yüzündeki çizgilere bir roman yazmış adeta.. Yeniden buldum ya seni,yeniden yaşıyorum ya aşkını;bu ruhu sana adar,yeni bir hayat sunarım sana..hiç sormuyorum nereye ve neden gittiğini..Yine geldin ya bana;ne önemi vardı ki gidişinin..! Beklediğim HOŞ GELDİN,sevdiğim HOŞ GELDİN,özlemim HOŞ GELDİN..
YORUMLAR
nİHAYET MUTLU SONLA BİTEN BİR HİKAYE OKUYABİLDİM.iÇİM EZİLE EZİLE OKUYORDUM TAAKİ SON SATIRLARA KADAR.YALNIZ SEN MERAK ETMESEN DE BEN ÇOK MERAK ETTİM SANA BU KADAR ACI YI NİÇİN YAŞATTI.ÖNEMLİ BİR NEDENİ VARMIYDI.Hayatın boyunca mutlu kalman dileklerimle .