- 747 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEY KARDEŞİM İSMAİL
80 li yılların başı.
Öğrencilik ve gece yaşamımın iç içe girdiği, gündüzün farklı anlayışının, gecesinde farklı yaşam tarzının gözlendiği fırtınalı dönem.
Tarlabaşı bulvarına çıkan sokağın ucunda, yere çömelmiş sigara izmaritiyle oynayan bir adam. Sakalları bir haftalık gibi uzamış, giysileri kirli, çamurlu. Sokakta yatıp, kalkan bir görüntüde.
1.60 boylarında, 30 lu yaşlarda, cılız ve sürekli kendi kendine mırıldanan biri.
Adı; İsmail.
Lakabı; Bey kardeşim İsmail.
Lakabıyla çağırmazsan bakmıyor. Adı sorulduğunda, Bey kardeşim İsmail diye yanıtlıyor. Sokağın tümü onu tanıyor, oturduğumuz kahvehanenin sahipleri, müdavimleri bazen çağırarak içeri alıyor, çay ısmarlıyorlar. Sıcak ilgi ve dostane davranış hissedince mırıldandıklarını daha sesli konuşuyor. O an aklına ne gelmişse, anlamsız olsa bile, o konuyla ilgili kesintisiz, duraklamadan ve de düzgün konuşuyor. Yüksek sesle bazen karşılıklı konuşur gibi, bazen kendi başına nutuk atar gibi.
Onun bu şekilde konuştuğunu gören tanıyanlar, konuyla alakalı veya alakasız olsa da, yüksek sesle bir kelime veya bir isim veya bir sıfat, her ne olursa kullandıklarında, bu kullanılan kelimeyi kendi anlattığı konu içine en uygun şekilde yerleştirerek, konuşmayı bölmeden ve istifini bozmadan devam ediyor.
Mesela Taksim parkındaki bir olayı anlatıyorsa, sizin “Üsküdar “ diye seslenmenize,
_”Bu parkın bir benzeri Üsküdar’ da var, ama” …diye devem ederken, sizin “Domates” diye seslenmenize,
_”Hemen yanı başındaki çöplükten gelen çürük domates kokuları, yeterince rahatsızlık veriyor” derken, birinin “Ahmet Rasim” diye seslenmesine,
_”Allah razı olsun. O dönemde belediye başkanı olan Ahmet Rasim temizlemişti” derken, başka birinin “Amerika” demesine,
_”Tabi bu başarısından sonra, Amerika başkanı seçildi” derken, başka birinin “ Koku” diye seslenmesine
_”Ama, ayakları pis koktuğundan, onu saraydan attılar” derken, sizin “ Delikanlı” demenize,
_”O da, delikanlı gibi bizim yanımıza döndü” derken, başkasının “ Köpük “ demesine,
_”Tek kusuru, kahvenin köpüğünü üfleyerek içerdi” gibi cümleler kurarak, sadece kendi önüne bakıp, kendi işiyle ilgilenen ama dışarıdan duyduğu kelimeleri, konuştuğu konuya monte edebilen bir konuşma sanatçısı. Bu özelliğini bilenler, dışarıdan gelen misafirlerine onu tanıtıyor ve uygun ortam yaratıp bu hayret verici üslubu açığa çıkarıyorlardı.
Hareketleri kontrollü değil, ama kimseye zararı yok. Onu, çoğunlukla bir kaldırım kenarı veya bir duvar köşesinde yere çömelmiş, önündeki bir izmaritle diyalog kurar gibi meşgul olması halinde görürsünüz. Birkaç günde bir üst, başı temizlenmiş ve düzgün kıyafetli olarak görülür, ancak hemen sonra sokaktaki yaşantısı sonucu yine eski haline dönerdi.
Bir gün yaşlı bir teyzenin, bizim kahvenin sahibiyle bu konuda konuştuğunu görüp, kulak misafiri olduğumda Bey kardeşim İsmail’in annesi olduğunu anladım. Evde kalmayı, evde yaşamayı sevmediğini, birkaç günde bir onu, bulup eve götürdüğünü, giysilerini değiştirttiğini sonra gene ortadan kaybolduğunu anlatıp, ağlıyordu kadın.
_ “ Siz, mümkün oldukça onun uzaklara gitmesine izin vermeyin, ona sahip olun, zarar vermesinler” diyerek adeta emanet ediyordu.
Oğlunun eğitimli biri olduğunu “ o kadar kendine bakardı ki, bir giydiğini, bir daha giymezdi, ta ki uğruna üniversiteyi terk ettiği kız, onu terk edene kadar “ diyerek, yıllardır yaşadığı acıları geçmişle bağdaştıramıyordu.
Onun bu feryatlarına kayıtsız kalınmıyordu tabi ki. İsmail aileden biriydi, onun mutlu olduğu sokak köşesinde meşgul olmasına, arada çay veya yiyecek ikramı dışında karışılmıyordu. Yağış, ayaz, soğuk yoksa her zamanki yerinde oluyordu.
O zamanlar Tarlabaşı Caddesi, Taksim’ i Şişhane’ ye bağlayan dar ve uzun bir yoldan ibaretti. İsmail’in yaşadığı, tanıdığı ve sevdiği bu cadde bulvar olmamıştı. Daha sonraki yıllarda caddenin bir tarafındaki binalar, olduğu gibi istimlâk edilip iki şeritli, alt geçitli bir oto yola dönüşmüştü.
Bunun farkında olmayan veya umursamayan İsmail, bir gün yine kaldırım kenarında kendi Dünyasında mırıldanmasıyla baş başa iken, kulağına gelen “ÖLÜM” sözcüğünü, her zamanki gibi, kendi yaşamına monte ederek hızla gelen bir aracın çarpmasıyla hayatını kaybetmişti. Kim bilir belki de kendine göre kazanmıştı. Böylesine yaşamaktansa, öylesine ölmeyi yeğlemişti.
Duyduğumda sanki aileden birini kaybetmiş kadar üzülmüştüm.
Zira hepimizin karşılaşacağı türden bir olayla sağlıklı yaşama hakkını, sağlıksız yaşamayla değişen bu zavallı, kısa yaşamı boyunca anlattıklarının sonunda, ölüm kelimesiyle Bey kardeşim İsmail’ i aynı cümlede kullanmıştı.
Saygılarımla.
Şubat_2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.