- 490 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kelemlere Ne Oldu kİ ?
Çocukluğum 5000 nüfuslu güzel bir Anadolu Kasabasında geçti Kasabamız yeşil ve verimli ovası ile, ilimizin ve çevre illerin dağ köylerindeki insanların hayran olduğu kasabaydı.Kasabamızın üst tarafından geçen sulama kanalı, ovamıza hayat vermekteydi.Abu kanal sayesinde dağ köylerinde geçinemeyen aileler kasabamıza taşınmış ve çalışkanlıkları ile kasabamızda yer edinmişlerdi.Kasabamızın geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktı. Kasabada el sanatları nerede ise hiç yoktu.
Çocukluğumda ilköğretim okulu yoktu. O zaman İlkokul vardı. Zorunlu eğitim 5 yıldı. 5 yıldan sonra isteyen ortaokula giderdi.
İlkokulun 5. sınıfında Yatılı öğretmen okulu sınavları yapılmaktaydı.İki aşamalı yapılan bu sınavda , kazanan öğretmen okuluna gitmekteydi. Bu sınava girmiştik.Bir ben , bir de aynı zamanda babası okul müdürümüz olan arkadaşım kazanmıştı.Babası öğretmen olanlar avantajlıydı.Ancak ikinci aşama sınavları okul tatile girdikten sonra yapılmaktaydı.Ben sınavın ilk aşamasını koca okulda kazanan iki kişiden birisi olunca babam bana kalem almıştı.
Babam ilkokul mezunu bir insan olmasına rağmen okumaya önem veren ve her gün bir gazete okuyarak zamanını okumaya ayıran insandı.Kitap okumaz ama okuyan insanlarla güzel arkadaşlıklar kuran insandı.Amcalarımın ve dayılarımın içinde her gün gazete okuyan başka insana rastlamamıştım. Buna şaşırırdım ama bir anlam veremezdim. Babam başka şehirlere gezmeye veya iş gezilerine gittiği zaman bana kalem veya kitap getirir , bende zevkle okurdum.Kemalettin Tuğcu romanlarından bir kitaplık edinmiştim . En çokta daha sonradan Muzaffer İzgü’nün yazdığını öğrendiğim “ Ökkeş Lünaparkta” , “Ökkeş Kapıcı” gibi romanlardı. Babamın bana armağan ettiği kalem ve kitaplar adeta benim için tutku olmuştu.
Dikkat ediyordum da akraba çevremde benim kadar okumaya öğrenmeye , kitaplara , kalemlere tutkulu başka insan yoktu.Bu tutumum çoğu zaman alay konusu olmasına rağmen ben okumaktan , kalemlerle oynamaktan ve zamanımı bunlarla geçirmekten çok zevk almaktaydım.
Babamın bana armağan ettiği kalemle okula gitmiştim.Renkli ve göz alıcı olan kalemim arkadaşlarımın dikkatini çekmişti. Bu kalemi sevmiştim. Tüm arkadaşların gözü o kalemdeydi. Belli ki kendi anne ve babaları onlara böyle kalem almamıştılar bugüne kadar. Kalemim o gün günün konusu olmuştu.Kalem okul dağılacağı zaman aniden ortadan kayboldu.Nereye gitmişti acaba ? Kalemi bana alan babama ne diyecektim? Sana ödül olarak kalem aldım.Bir kaleme bile sahip çıkamadın , demez miydi babam bana ?
Bu duygularla akşam eve gittim.Yemekte durgun olduğumu gören babam ne olduğunu sordu.Ben olayı anlatınca bir an durakladı ve sonra gülümseyerek “ Oğlum kalemine dikkat et . Bu kalem güzel kalem .Canını sıkma ben sana yenisini alırım.Ama dikkat et bundan sonra” dedi. Ben çok korkmuştum babam bana çok kızacak diye ama olayın bu kadar kolay kapanacağını tahmin bile etmemiştim.
Babam bana birkaç gün sonra başka bir kalem getirdi.O kalemde güzeldi.O kalemi de kullanmaya başlamıştım.Okula gidince o kalem günün konusu oldu. Ancak çok ilginç bir şey oldu ki, o kalemde aksam kayboldu.
Bir bir kalemlerim kaybolmuştu.Acaba kalemlere ne olmuştu ? Kalemler her gün her gün kaybolmazdı ya ? Bu kalemleri çalan bir insan vardı. Kalemlerime üzülmüştüm. İlk kez kaybolunca korkmuştum ama babam konuyu üstelememişti. Ya şimdi babama ne diyecektim.Bu sefer bana babam kızmaz mıydı.Uzun uzun düşündükten sonra babama kalemimin kaybolduğunu söylemeyecektim. Babam fark etmezse sorun olmazdı.
Bu kalem kaybolunca anladım ki , elimde olan kıymetli eşyalara dikkat etmek, okula sınıfa bu değerli eşyalarla gitmemek lazımdı.Her an her zaman kaybolabilir ve çalınabilirdi. Çalma olayını ilk defa bu olayla algılamaktaydım. Daha 11 yaşındaydım.Anne ve babamızdan başkasına ait olan eşyaların değeri ne kadar küçük olursa olsun almamız gerektiğini ve hatta tarlaya giderken bile komşularımızın meyvelerine onların izni olmadan dokunamayacağımız bizlere aşılanmıştı.Bu durumda başkasının benim kalemimi çalması çok zoruma gitmişti.
Bu olaydan bir hafta kimseye bahsetmedim.
Ancak olayı babamdan ve annemden saklamaya muvaffak olamadım. Babam kalemin ne olduğunu sorunca ben olayı anlattım. Babam önce kızacak oldu ama sonradan annem “ Beyciğim bu hırsızlık olayı belki ki , okulda olmuş” deyince babam “Pekala ben İcabına bakarım ”dedi. Ben konunun kapandığını sanmıştım.Ama iki kalemimin birden aynı haftada kaybolması karşısında gerçekten de üzülmüştüm. Bu olay karşısında hırsızlığın ne kadar insanlara zarar veren olay olduğunu , kalemi iki kere çalınan insan olarak anlamıştım.
Bir gün sınıfta yazılı vardı. Öğretmenimiz yazılı sınavda sıkışık olan sıraları açmaya çalıştı. Sonra beni kaldırarak masasına oturttu.Sınavın tam orta yerinde sınıfa dönerek “ Arkadaşlar , ben bu sınıfta olanlara inanamamaktayım. Bir arkadaşımızın kalemi iki kere kayboluyor ve bunun adı hırsızlıktır.Kim bu kalemleri çalıyorsa adam gibi ortaya çıksın “ dedi.Sınıfta ses çıkmayınca, öğretmen gene sınıfa dönerek dedi ki “ Biz burada hırsız yetiştirmiyoruz.Başkasının bir değersiz kalemini bile alan insan hanindir .Kötüdür. Bu kalemi kim çaldıysa ona öğrettiğim her şey , verdiğim her emek haram olsun “ dedi. Sonra tekrar bana dönerek “ Senin şüphelendiğin kim var ? “ diyerek bana sordu.Şok olmuştum.Ben sınıfımdaki kimseyi suçlayamadım. Hiçbir arkadaşıma hırsız , uğursuz gözle bakamazdım.Eğer arkadaşlarıma hırsız ve uğursuz gözle bakarsam bu ömür boyunca insanlardan şüphe etmeme sebep olurdu.”Hayır öğretmenim , kimseden şüphelenmemekteyim” dedim.Bu arada hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Tüm arkadaşlarım hüzünle bana bakmaya başladılar.
Bu psikoloji ile sınavı nasıl tamamladım. Soruların cevabına ne yazdım bilemiyorum.Ders zili çalınca hemen dışarı çıktım.Okul bahçesinin yanında kavaklık diye tabir ettiğimiz kavakların dikili olduğu bir yer vardı. Oraya kavakları öğrenciler dikmişti ve güzel bir yerdi .Oraya koşarak bir kavak ağacının dibine oturdum.
Babanım aldığı kalemle 25 kadar ekmek alınabilmekteydi. İki kalem 50 ekmek ederdi.Kalemimi çalan insan nerede ise ekmeklerimi elimden almış, beni aç bırakmış gibi olmuştum.Kalem ve kitapta bana ekmek kadar lazım olan şeylerdi çünkü.
Kavağın dibine oturmuştum ki, sınıf arkadaşım ve uzaktan akrabam olan Sezai yanıma geldi oturdu. Bana
-Senin kalemlerini kim aldığını bilmekteyim. Ama ismini şu an sana söylemek istemiyorum.Kalemi sana getireceğim” dedi.
Onun yüzüne hayretle baktım.
Ertesi gün aynı yerde buluştuk .Çalınan iki kalemimden bir tanesini bana verdi. Kalemi kimin aldığını çok merak etmiştim.Sezai’ye bakarak dedim ki :
-Bu kalemi kimin aldığını söyle , bana .Kimseye bir şey demeyeceğim.Aramızda kalacak .Sen ve ben hariç.
Sezai bana baktı . Bana güvendiğini belli etmekteydi. Bana dedi ki :
-Sana kalemi kimin çaldığını söyleyeceğim ama kimseye söylemeyecek ve şikayet etmeyeceksin. Bunu ne ailen , ne de bu olaya çok kızan öğretmenimize bile .Tamam mı ?
Söz verdim söylemeyeceğime. Benim sözümde duracağıma inandığı için Sezai kalemi çalanın kim olduğunu söylediği an şok oldum. Bu hiç ihtimal dahi veremediğim., kasabamızın en zengin ailesinin çocuğuydu. Bir süre orada kaldıktan sonra kalemimi cebime koyduktan sonra sınıfa girdik.Annem ve babama dahi o arkadaşımın ismini söyleyemedim. Ama o arkadaşım her karşılaştığımızda sanırım o mahcubiyet ve eziklikle bana selam bile veremedi yıllarca.Hiç tanışmıyor gibi davrandı.Onun hiç olmazsa kalemi kendi getirerek benden özür dilemesini beklerdim. Bu olmadı işte .Hırsızlığın çalanda ve eşyası çalınan insanda ne gibi tahribatlar yaptığını bu olayda anlamıştım.
Aradan yıllar geçti .Büyüdük ve iş alemine geçtik.Ben yazar oldum O ise bir fabrikada işçi .Bir gün gazetede bir haber okudum
“ Markette bir adamla kavga eden bir bay , sonra kavga ettiği insanın cüzdanını çalarak fark ettirmeden kaçarken yakalandı”
Resme baktığım zaman yıllar önce kalemimi çalan o arkadaşın resmini gördüm. Paraya ve hiç maddi şeylere ihtiyacı olmayan insandı. Demek ki insanlarda bazı hastalıklar tedavi edilmeyince çok vahim sonuçlar vermekteydi. Böyle bir hastalığım olmadığına şükrettim.
TURAN YALÇIN-TOKAT