İÇİMDEN BİR SES DEDİ Kİ...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İçimden Bir Ses Dedi ki…
Saatlerdir altında hareketsiz oturduğu ağaca biraz yaslanarak, dizlerini göğsüne doğru çekti. Kollarıyla bacaklarına sarılıp hafif hafif ileri, geri sallanmaya başladı.
Onu seyrediyorum… Gözlerindeki derin hüznü hissederek.
Elimden gelmeyeceğini bilerek yine de başını okşamak isterdim. Buna çok ihtiyacı olduğunu biliyorum. Hayatının en zor anlarından birini yaşıyor ve bundan daha kötüsü olamayacağını düşünüyor.
“Üzülme canım” demek isterdim; küçüklüğünde olduğu gibi; her zaman yanında olduğumu hissetmesini çok isterdim.
Anımsıyorum da…
Hayal dünyasında ki varlığımı fark ettiğinde beni hiç yadırgamamıştı. Bana hemen bir isim bulmuştu. Ev işlerine yardıma gelen kadının köyde bıraktığı çocuğunun ismiyle çağırırdı beni. O çocuğun dünyasına götürürdüm onu ve inanılmaz oyunlar uydururduk. Alabildiğine koştuğumuz hayal bahçemizde düşmeden tırmandığımız ağaçlarımız vardı.
Kendi dünyasında çok yalnız olduğunu düşünürdü ve öyleydi de. Annesini benim varlığıma inandıramazdı. Tüm yaramazlıklarını da benim yaptığımı iddia ederdi. Daha sonraları inandırmaya çalışmaktan vaz geçmişti.
Varlığımı onun yalnızlığına borçluydum. Diğer çocuklar gibi olmak istiyordu ama olamadığını fark ederek üzülürdü. Öbür çocuklar ayrı bir ülkede yaşıyor gibiydiler. Markete yalnız başlarına gidebilirler, okulda, yollarda ve apartmanların aralarında ki arsa denen boş alanlarda oynarken yanlarında bir büyük olmazdı. O ise sürekli annesi ile birlikte olmak zorundaydı.
Okula gittiği günler annesi sınıfta olamazdı ama, teneffüs zili çaldığında bahçede onu bekliyor olurdu. Terleyip, terlemediğini kontrol eder ya da üşütüp, hasta olmaması için ona ilaçlar içirirdi. Kantinden bir şey almak istediğinde diğer çocukların arasına karışıp alamazdı. Annesi onun yerine sıraya girer ne istiyorsa alır getirirdi.
Rüzgar giderek daha serin esmeğe başladı. Burası oldukça ıssız.. Ürperemem ama onun üşüdüğünü hissediyorum.
Sırtı ağrımaya başladı, umurunda değil. Bacaklarına daha sıkı sarılıp ileri geri sallanmasını hızlandırıyor giderek.
Gözlerini diktiği toprak yığınını seyrediyor ama, şu anda hiçbir şey düşünmediğini biliyorum. Yüzüne çarpan rüzgarın serinliğini ve ağacın yaprakları arasından süzülen güneş ışıklarının yer yer ellerinin üzerinde oynaşırken ki sıcaklığını hissetmiyor… Nemli topraktan yükselen çürümüş bitkilerin kokusunu hissetmediği gibi.
Etrafını, helezonlar halinde çevreleyen, kenarları beyaz mermer taşlarla çevrili küçük toprak yığınların ortasında, bir ağaca sırtını dayamış, oturduğu yerde ileri, geri sallanıyor.
Dünya’nın dışında bir yerde gibi bakışları.
Derin bir sessizliği dinlediğini biliyorum.
Ölüm’ü seyrediyoruz birlikte ve biliyoruz: O toprak yığınının altında yatanın annesi olmadığını. Çürümeğe terk edilen beden annesinin olamaz, kabullenmiyor. “Orada yatan şey ölüm.”
Yine de öyle derin bir acıya gömülüyor ki gözleri cam kadar şeffaflaşıyor. Bir daha hiç Ağlayamayacağından korkuyorum.
Sabah çok erken saatlerde buraya geldiğinde duyguları böyle değildi. Tek başına nasıl yaşayacağını sorgulamamıştı henüz. Dünya’nın orta yerinde terkedilmiş, yapayalnız kalmış gibi hissetmemişti…
Bugün Anneler Günü.
Bundan sonra her gün acı çekeceğini sanıyor. Ölü annelerin yanına atılacağı güne kadar da
Bu acıya katlanamayacağından korkuyor, biliyorum.
Anneler Günü’nü oldu bitti sevmezdi; benim gibi. “Uyduruk bir gün” Derdik.
Annesi; onun verdiği öpücüklere sevinmiş gibi yapardı, sonrada öpecek bir annesi olmadığını hatırlardı. Duygu sömürülerine dönüşen sözlerden ibaret, ardı ardına yayınlanan televizyon ya da radyo programlarını dinler, gün bitiminde gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olurdu.
Her anneler günü geldiğinde annesine layık bir hediye alamamanın sıkıntısını çekerdi.
Aptalca bir amacı vardı böyle bir gün icat etmenin. Komşu kadınlar nispet yaparlardı birbirlerine. Kocalar ve çocuklar günler öncesinden hediye almanın telaşına düşerlerdi.
Geçen anneler günü Melahat teyzenin oğlunun aldığı tek taş pırlanta gelirdi akla. Hadi gel de Şimdi! Annene kocaman bir sevgi öpücüğü ver, yanında can çekişen, ucuzundan bir buket çiçek olsun.
Bugün yine Anneler Günü!
Anneler çocuklarından sevgi ve saygı beklerler diye öğretici programlar seyredilecek. Annelere söylenmiş şarkılar dinlenilecek. Annesiz kalmış çocuklar / çocuksuz kalmış annelerin dramları hatırlanacak. Kısır olup anne olamayacak kadınlar ise o gün daha çok kahrolacaklar. Birbirinden ayrı yaşamak zorunda olan veya hiç annesini tanımamış olanlar...Kısacası tüm ülke acılara gömülecek.
Hediyelik eşya satanlar ve çiçekleri saksıda satmayan çiçek katilleri sevinecekler.
Anneler ve çocukların arasına nifak tohumları serpilecek reklam programlarında. Annemizi bir fırın alarak mı sevindirsek? yoksa yeni icat edilen son model bir tencere ile mi? Diye ikilemlere düşecek insanlar. Kocaman bir sevgi öpücüğünün görsel ve nakitsel değerini düşünmenin sırası bile değil (Acele para bulmak lazım).
Bir anneyi sevmek öğretilir mi?.
Sevemezdik bu günü.
O, gerçekten çok üzgün şu anda. Yüreğinde ki acı artık iyice görülebiliyor gözlerinden. Öylesine bakıyoruz toprak yığınına. Hayattayken onu biran olsun gözünün önünden ayırmayan ve çocukluğunu bir hücre hapsinde geçirdiğini düşündürecek kadar sevgisine hapseden kadın yok artık. Son nefesine kadar birlikteydiler. Kızının büyümesini asla kabullenmediği bir süreci bitirdi ve yok artık.
“Anne ve çocuk olmak ne tuhaf” diye düşünüyor şimdi ve “sevdiğini kaybedeceğini bildiğin bir yaşamı sürdürmek zorunda olmak ne acı” diyor içinden. Artık bir şeyler düşünmeğe başlamasına seviniyorum.
Onun hayal arkadaşı olduğumu unutalı çok uzun yıllar geçti. Annesi onun hastalığı olduğuma ikna etmek için epey uğraş vermişti.Tüm hayal arkadaşlarının şanssızlığıdır bu.
içine gömüldüğü derin sessizlikten çıkmaya çalıştığını gördükçe seviniyorum. “Ne garip” diyor içinden “Ne kadar farklı insanlar olduğumuzu düşünüyor olsak da, ya da ne kadar başarısız olsak yaşamda, hatalar işlesek bile… Aramızdaki sevgi bağı hiç kopmuyor, tükenmiyor”
Düşünceleri hızla ilerliyor. Yerinde sallanması ise giderek yavaşlıyor.
“Anne” diye fısıldadı toprağa bakıp.
“Orada olmadığını biliyorum…Şu anda hangimiz hayattayız? Aklım karışıyor. Yüzün dahi siliniyor hafızamdan yavaş yavaş ama var olduğunu hissediyorum”
Tek bacağını uzatıp, bir eliyle ağaçtan destek alarak oturduğu yerden doğruldu. Pantolonunun arkasını çırparak temizlerken dizleri titriyordu ( Havanın soğuduğunu nihayet hissetti) tekrar toprak yığınına baktı.
“Artık buraya devamlı gelemeyeceğimi biliyorsun” dedi. Neler söyleyeceğini merakla bekliyorum.
“Belki arada bir buraya uğrarım”diyerek başını bana doğru çevirdi
“Şimdi geç oldu, eve dönmeliyiz”
“Anne” dedi bana bakıp
“Seni almaya geldim. Hadi gidelim!”
Başımı önüme eğiyorum (açıkçası) bocalıyorum.
Gözlerindeki hüznün giderek azaldığını fark ediyorum. İçini umut kaplıyor.
Hayal arkadaşı olduğumu söylememin sırası değil.
“Peki gidelim!” diyorum.
Seviniyor… Küçüklüğünde olduğu gibi elimi tutuyor, başını yüzüme doğru kaldırıyor.
“Seni seviyorum anneciğim”diyor.
“Ben de seni çocuğum” diyorum Yürüyoruz elele… toprak yığınlarının arasından geçip, Rüzgarın serin esmesini, havanın kararmasını fark etmiyoruz…
Sedef Kandemir - 2007
YORUMLAR
Anneler çocuklarından sevgi ve saygı beklerler diye öğretici programlar seyredilecek. Annelere söylenmiş şarkılar dinlenilecek. Annesiz kalmış çocuklar / çocuksuz kalmış annelerin dramları hatırlanacak. Kısır olup anne olamayacak kadınlar ise o gün daha çok kahrolacaklar. Birbirinden ayrı yaşamak zorunda olan veya hiç annesini tanımamış olanlar...Kısacası tüm ülke acılara gömülecek.
Hediyelik eşya satanlar ve çiçekleri saksıda satmayan çiçek katilleri sevinecekler.
Anneler ve çocukların arasına nifak tohumları serpilecek reklam programlarında. Annemizi bir fırın alarak mı sevindirsek? yoksa yeni icat edilen son model bir tencere ile mi? Diye ikilemlere düşecek insanlar. Kocaman bir sevgi öpücüğünün görsel ve nakitsel değerini düşünmenin sırası bile değil (Acele para bulmak lazım).
Yorum yapacak cümle bulamıyorum öyle zevkle duygu deryasında gezindim sağ olun var olun.
Saygılar
..ceynan.