Leyleğin Hak Yoluna Kurban Ettiği Cücüğü (Göçmen İşçiler)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Göçmen İşçilerin 40ıncı Yılında hazırladığım bir yazı)
Çok eski çağlardan beri çalışmak için yerini yurdunu terk edip başka ülkelere gider insanlar . Günümüzle eski çağların arasındaki fark, eskiden köle olarak giderlerdi, bu gün ise toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulların zorlamasıyla kendileri isteyerek gidiyor…
Yüzyıllardır toprakla boğuşan ve toprakla haşır – neşir olan Anadolu köylüsü de 1950 li yıllarda kent yolunu tuttu, henüz içgöçler yaşanırken bu seferde 1960 lı yıllarda Avrupa göçü başladı.
1950 li yıllarda başlayan iç göç 1960 lı yıllara gelince dış göçle birleşerek Anadolu köylüsünün aile yaşamı dahada parçalanarak bir çıkmaza girdi.
Avrupa yolunda ilk adım 1956 larda batı Almanya’ya yollanan teknisyenler ve daha sonra sanatkarlar kafilesinin akabinde bir Türk işadamının aracılığı ile Avrupaya işçi göçü başlamıştır.
Nitekim bu denemeler sonucu batı Avrupa ülkeleri ekonomileri için, gerekli iş gücünü Avrupa ülkelerinin dışından temin etme yoluna gitmiş ve yapılan anlaşmalarla işçi alımı başlamıştır.
İşçi gönderen ülkeler özellikle Türk makamları pembe hayallere dalıp ekonomik darboğazı böylelikle aktarılacak dövizle kapatmanın hesaplarını yapıyordu. Önüne gelen batı Avrupa’ya giden işçiler hakkında övgüler yağdırıyordu. Böylelikle dışarıda çalışan işçilerin görgü, bilgi ve tecrübeleriyle yurt kalkınmasına büyük katkı sağlayacaklardı. Batı Avrupa’dan modern tekniği ve çalışma disiplinini öğrenerek ülkelerine taşıyacaklardı.
İşçi gönderen ülkelerde olsun, alıcı ülkeler olsun hiç bir kişi ,kuruluş bu insanların geleceğini, eğitimini, aile yaşamını ve toplumsal ilişkilerini, hatta en doğal hakları olan üreme ilişkileri üzerine hiç kafa yormadıkları gibi, hiç bir söz edilmemekle birlikte, hiç bir önlemde alınmamaktaydı.
Her iki tarafta da makinadan farksız, hatta bakıma, tamire gerek duyulmayan bir makina olarak görülerek, kaderleriyle başbaşa bırakılmışlardır.
Ali Akbaş’ın da dediği gibi „ nerden bilsin garip Sefa, nereden bilsin Anadolu yaylasının yetim çobanı? Ona böyle söyleyen olmadı ki... Hadi git, dediler, geldi; geldi, gördü, yutkundu. O güne kadar kayalar, tepeler, dağlar muhteşemdi Sefa’nın gözünde. Onlar kocamandı, onlar dev gibiydi sadece. Lâkin silindirlerin, çarkların, kabloların üstüste yığılıp meydana getirdiği yeni kayalar, tepeler, dağlar buldu karşısında. Yağlarla beslenen, maddelerle doyunan, gökkuşağı gibi renkler saçan bir acaip devdi önüne getirip diktikleri. Yıldırımla, gök gürlemesi ile ilk karşılaşan ilk dünyalı gibi gördüğü şeylerden ödü çatladı Sefa’nın.“
İşte Avrupa yolundaki Anadolu köylüsü kara sabanı bırakıp, tanımadığı, yabancısı olduğu gürültülü makinalar arasında kendini böyle bulmuş.
Avrupa bu olaya salt işgücü gözüyle bakmış. Türkiye ise dövüz yumurtlayacak tavuk gözüyle. Hiç bir taraf bunların çocuklarını, ailelerini, eğitimlerini aklına getirmemiş. Türkiye bu yabancı ülkelere yollanan işçi göçü anlaşmaları hafife alarak salt dövüz makinası yada bu uğurda adanan kurbanlık gözüyle bakmış.
Doğu Anadoluda söylenen bir söz var, bir rivayete göre “ leylek her yıl bir yavrusunu daha tüylenmeden yuvadan aşağı atarak hakka kurban eder.“ Buna Anadolu köylüsü “ Leyleğin hak yoluna kurban ettiği cücüğü “ der.
Bu civciv yuvadan ayrılırken, yani düşerken ölmezse, bütün zorluklar ve kötülükler kendini bekliyor demektir. Önce yuvadan düşerken yaralıdır, dahası yaralı düştüğü yeni ortama (yeni dünyaya) yabancıdır. Oysaki onun en kısa zamanda yaşamla bütünleşip koşullara karşı koyması gereklidir. Hayatla hiç bir tecrübesi olmayan bu yavru çeşitli devlere yem olup gidecektir.
İşte Avrupa ya ihraç edilen iş gücü de böyle acemi, makina gürültüsünden yada makinadan habersizdi. Bu nedenle ilk yıllarda çoğu Türk işçisi makinalara elini kolunu kaptırarak sakat kaldı.
Bakın bu konuda alıcı ülkelerin toplum bilimcileri, ekonomistler, alıcı ülkelerin yetkili ve bilim adamları neler düşünmüşler, olaya nasıl bakmışlar.
Fransa Cumhurbaşkanı M.G.Pompidou 1963 başlarında “ Yabancı işçiler sayesine emek pazarındaki gerginlik bir dereceye kadar azalır ve sosyal baskı bir dereceye kadar önlenmiş olur.“ O dönem işçilerin Avrupa da verdikleri hak mücadelesi kastediliyor.
Fransa Bankasının ekonomi dergisi de “ Yabancı işçi sağlıklı ise, ücretinin hatırı sayılır bir bölümünü çalıştığı ülkenin sosyal güvenlik sistemine bırakır ve böylece topluma yüklediği giderlerin daha iyi bir dağılımına katkıda bulunur “(1965)
Nouvel Observatuer dergisi Nisan 1973 “ Türk işçileri sosyal sorunlarında patronlara dert olmuyorlar, işçi mücadelesi gelenekleri yoktur. Başka hiç bir dile benzemeyen dilleri içinde kapanıp kalıyorlar.“ Sesini kes ve çalış ilkesine uygundurlar. Gerçekten de bütün fabrikalarda bu tür işçiler çalışsaydı ne iyi olurdu değil mi?”
Bu tespitler doğruydu. Türk işçisi verileni kabul etmekte, mücadele içinde yer almamaktadır, istisnalar hariç. İşte yabancı işçiler bu gözlemler altında değerlendiriliyordu...
(1960 – 1970) altın çağını yaşayan Avrupa ekonomisi, işpazarında işgücü hissetmeye başladı. İstenmeyen pis güvencesiz işler için işçi açığını kapatmak. Harcamasız, anında kullanmaya hazır geçici iş gücü için, ücretlerin artmasını engelleyip yerli işçinin demokratik mücadelesini engellemek, durdurmak ve bölmek için yoksul ve geri kalmış ülkelerin işgücüne ihtiyaç duydu.
Çünkü yabancı iş gücü her zaman rahat, yüksek maaş talep etmeyen, sorunsuz kullanılabilecek bir güçtü. Yaşları 20 - 45 arası üretkenliğin doruğu bir insan için. Böyle bir işçi Avrupa da 18 yaşına kadar okul, sağlık ve sosyal giderlerini karşılamak zorundadır. Bu da yaklaşık olarak 70 bin Eurodur. Ancak 70 bin euro harcandıktan sonra bu kişi iş pazarına sokulabilmektedir. Bununda yüzde yüz garantisi yoktur.
Ama yabancı işçi direk bozdurulup harcamaya hazır akçeydi o dönem onlar için.
Kriz dönemlerinde yabancı işçi hep topun ağzındadır. Yabancı düşmanlığını alevlendirerek bazı kesimler işsizliğin asıl sebebi yada ekonominin kötü gidişatının asıl sebebinin yabancı işçiler olduğunu düşünür ve onlarla uğraşır.
Bir yazar olan Max Frisch diyor ki; “Biz iş gücü çağırdık bir baktık ki insanlar gelmiş” Ve bu gün hala 1 inci kuşak olarak adlandırılan göçmen işçiler üzerinde, Hollanda da son kurulan hükümet çeşitli oyunlar oynamaktadır...
Türkiye ise işçi dövizi sayesinde ülkenin içinde bulunduğu dar boğazı aşıp, hızla batı düzeyine ulaşacaktı. Aradan 40 yıl geçmesine rağmen ülkenin durumu o günün şartlarından yüzlerce kere daha kötüye gitmiştir. Gönderilen dövizler genellikle lüks eşya tüketiminde yada toprağa ve inşaat sektörüne aktarılmıştır...
İkincil olarak da kurulan işçi koperetifleri, şirketleri, bankerler, kombasan gibi daha nice sahte paravan kuruluşlar işçi dövizini yutmuşlardır. 1980 lerde yüksek faiz vaadiyle gurbetçilerin binbir güçlük ve emekle topladıkları birikimlerini topladılar. Bankerlerin büyük bir kısmı iflas etti. 90 lı yıllarda ise özel bankalar ve holdingler yine yüksek kar vaadleri ile gurbetçilerin emeklerine talip oldular. Bankaların büyük bir kısmının içini boşaltıp iflaz gösterdiler. Holdingciler ise gurbetçilerin dini duygularını kullanarak faiz’ in haram olduğunu yayıp % 40 lara, 50 lere varan kar payı vaadleri ile gurbetçilerin paralarını toplayıp bavul bavul Türkiye ye taşıdılar. Türkiye nin 2000 yılında krize girmesi ile, hiç bir yasal dayanağı olmayan bu tür holdinglere aldığı tavırdan dolayı Anadolu Kaplanları olarak anılan Holdinglerin foyalari bir bir ortaya çıktı.
Gurbetçilerin defalarca mağdur olmasının sebeplerini şu ana başlıklar altında toplamak mümkün. Yüksek kar paylarına olan zaafları. Yatırım yapıldığı alanlarda yeterli bilgiye sahip olmamaları. Akıl ve mantıktan çok duyguyla hareket etmeleri. Herhangi bir şirket yüksek kar payı vaat ettiğinde, kafaları soru işaretleri yerine, daha fazla para elde etme hayalleri oluşturuyor. Bu konuda alışveriş yaptığı insanların ticari geçmişini araştırmıyor. İşte gurbetçilerimizin yurt dışında ki mazisi 40 yılı geçti ve bu süre içerisinde Türkiye de ki ticari teşebüsler çoğunlukla hüsranla sonuçlanmıştır.
Nuri CAN
www.nurican.com
YORUMLAR
" Leyleğin Hak Yoluna Kurban Ettiği Cücüğü (Göçmen İşçiler) " ...Çok güzel bir ifade! Doğru tesbitlerle, sitem ve vurgularla dolu ders alınacak bir çığlık, bir uyarı ve toparlanma, birlik sesi...
Bu anlamlı paylaşım kadar , bu paylaşımı yorumlayan " DİRENİŞ" RUMUZLU DEĞERLİ DOSTUMUZUN VURGULADIĞI İFADELER DE AYRICA DİKKATE DEĞER, ALTI ÇİZİLECEK ŞEYLER. Gerek güne düşen yazınızı gerekse bu başlı başına bir yazı konusu olan yorumu okumaktan aldığım keyif kadar içimde kopan fırtınaları da üzülerek belirtmek isterim. Gitgide kopuyor bir zamanlar kopmaz dediğimiz o kalın halat, o sağlıklı ipimiz! Acıtıyor içimi bu durum, bu duyarsızlık, sonunun nereye varacağı ayan beyan bu gerçek, kanatıyor içimi! Bunca aklı başında insanın yazıp çizdiği, söylediği de bir işe yarayamıyorsa, varın siz söyleyin yolun görünen öte ucunu, bu canım memleketimin , insanımın ve insanlığın düşürüldüğü açmazları...
Güne düşen değerli kaleme saygıyla...
ustadim nuri can kardesim,
Avrupadaki durumlari mukemmel dillendirmissiniz, tebrik ediyorum, varolasiniz...
Bende Hollanda daki gurbetcilerimizden biri olarak olaylari yakin takip ediyorum ve uzerimize oynanan oyunlari goruyoruz. Lakin, toplumumuzda birlik ve beraberlik ruhunu oldurmusler. Insanlarimiz okudukca ve yuksek makamalrda yer aldikca (milletvekili, bakan, encumen azasi , avukat, doktor vs...) toplumundan uzaklasmakta ve kendine yabancilasmakta oldugunu goruyoruz!
Yukarida bahsettiginiz ilk kusak tahsilli degilelri amma kendileri arasindaki birliktelikler cok kuvvetli idi. Bir olay olsa herkes oraya akin ediyordu ve dertlerini birbirleri ile paylasabiliyorlardi. Bu birliktelik; belki dil bilmemezlik ve yer yurtta yabanci olmalarindan kaynaklandigini dusunsek bile, ozleri ANADOLU idi. Kulturlerine, inanclarina bagli idi. Ya simdi? O kadar okumusumuz varda toplumuza nerler verebildiler. Murekkep yalayan uc bes insanimizda malesef kendi havasindalar... Kurduklari kuruluslarda ancak kendilerine donuk, belediyeden alacaklari faaliyet paralarinin hesabi icindeler! Ben cok gordum; paravan dernek kurarak HALK adina aldiklari paralari zulalarinda sakladikalrini. Hatta paralari ulesememenin kavgalari ile UTANMADAN gazetelerde carsaf carsaf cirkinliklerini sergilediler.
Toplumuza cidden onculuk edecek kuruluslarimiz cok az ve insanimizinda guveni sarsildigi icin yeterince faaliyetlerini duyuramiyorlar veya halktan yeterince destek gormuyorlar... Mesela; sizin gibi degerli kardeslerimizin calismalari avrupa geneline yayginlasmali. Kuruluslar ideolojik taraftarligi birakmalidir. Gordugumuz kadari ile buralarda da Turk-Kurt .... Alevi-Sunni ... ayrimcligini el altindan beslemekte ve buyuk acialra neden olabilecek tehlikeli adimlar atilmaktadir...
Kisaca demek istersek; Devletimizi temsil eden kurum ve kuruluslar insanimiza el atmalidir... Ortaklasa calismalar yapilmalidir. Gelecek bizler icin hicte hos olmayan durumlar vuku bulacagindan eminim... hazirliklar bu yonde... irkci, asiri dinci veya Islam dusmanligi (genellikle Turklere yonelik, sahidim buna) calismalari sistemli, planli ve programli yapilmaktadir.. Bu tehlikelerin farkinda olmali kendini gorevli hisseden her kurum , kurulus... Yoplumu bu yonde egitecek gonul elcileri harekete gecmelidir.
Aslinda daha cok seyler yazmak istiyorum bu konuda ama insallah ileride bizde bu konuya ozel ilgilenerek bir yazi hazirlariz...
Gercekleri gun isigina cikarttiginiz icin yurekten tesekkur ediyorum can dost...
Sagolasin...
Saygilarim derin....