- 5768 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
4.1 Anne ve Baba sevgisi
Dünyadaki canlılar arasında geçmişimiz ve geleceğimiz anne – babamızdan veya onların rolünü üstlenen büyüklerimizden etkilenecektir. Her çocuk iki yetişkinin isteğine verilen karşılıktır. Bizim için yüksek hayır söylenmiş ise ve dilenmiş ise bu Yaraticinin bize yol göstermesi demektir. Haksızlıklar karşında lanetlenip iplerimizi koparmiş isek felaketler zinciri hayatımız boyunca bizden uzak kalmayacaktır.
Tek tanrılı dinlere göre anne ailenin birleştiricisi, duygusal ve sevgi yükünü üzerine alan, her konuda bize kol kanat geren, bize hayatımızın sonuna kadar eşlik eden bir duygudur. Bu dinlere göre anne, baba ve büyüklerimiz bizim için yüksek hayır dilemişlerse, bizi yaratan “Ilah” bizim doğrulugumuz sayesinde, bize doğru ve gerçek yolu gösterecektir. Eğer onları üzüp, tedirgin edersek, haklı lanetlerine uğrayarak, tuttugumuz ipler kopacak, felaketler seri halinde yaşamımıza eşlik edecektir.
Aile yaşamımızda anne aile de birlestirici, baba ise koruyucu rölü üstlenecektir. Bu daha çok geleneksel aile yapılarında ortaya çıkan bir durumdur. Günümüzde bu geçerli rol geri bıraktırılmis, endüstrüsü gelismemiş feodal toplumlara ait bir bir söylemdir ve ne yazik ki 21. Yüzyilin gelmesi bu toplumsal hastalığın kangreni durumunda olan bir yaşam biçimidir. Oysa anna – baba maddi bedenimizin kaynağı, sosyal başarımızın en önemli vesilesidir. Yeryüzündeki en şefkatli sevgiler annelerin kalbinde yasanır. Anne – baba sevgi ve saygisinin yol açtığı dilek ve dua yeryüzünde yapılan ticaretlerin en kazançlısıdır. Hayatlarını bizim için feda eden ve adayanlara vefasızlık göstermek demek, değerimizin yerde sürünmesi demektir. Her anne – baba yüksek faziletlere sahip olmasalar da, onlarla ilişkilerimizi sağlıklı bir zeminde yürütebiliriz.
4.2 Aile büyüklerimiz olarak anne ve babalar
Elimizle başımızı tutup, sakin ve soguk kanlı bir biçimde düşünürsek aklımıza çok çeşitli sorular gelebilir. Ve söyle düşünebiliriz: Anne ve babalarımız bizim için ne yaptilar? Ne hissettler? Hangi fedakarlıkları gösterdiler? Gecmişi hatırlayıp vicdanımızı dinleyerek bu sorulara cevap verebiliriz:
Anne ve babamızla ilişkilerimiz hayatın her sahasında ve de hayatın akışı boyunca „özgürlük – bağlılık – bağımlılık – kopukluk“ biçiminde akarak gider. Çocukluk ve gençlik yıllarımız da bir an önce büyüyüp onlardan uzaklaşmak isteriz. Bu bağımlılıktan özgürlüğe doğru giden bir yoldur. Yaşamın bu evresinde adeta anlamadığımız ve bilmediğimiz bir özgürlük sevdasına kaçarak ve uçarak varmak isteriz. Zor kaldığmız anlarda ve çaresizlik durumlarında özgürlükten bağımlılığa ve de bağlılığa tekrar dönmek isteriz.
Bir yaşındakı bir çocuk için anne her şey demektir. Hayat onun göğüslerinden emdiği sütle ona ayri bir haz vererek biyolojik ve sosyal gelişmeyi tetikler. Üç yaşına gelindiğinde annesiz babasız (eger baba fiziki olarak mevcutsa) bir saniye bile kalınmak istenmez; onlara yapışmak, her yerde ve her zaman onlarla olmak istenilir. Beş ve alti yaşına gelindiğinde annenin ve babanın fiziksel varlığı güvenle beraber güce dönüşür. Bu yaslarda çocuklar arasında, eğer baba varsa onun gücünden bahsedilerek; “benim babam; senin babandan daha güçlü” vesaire gibi deyimler kullanılır. Yaş sekiz olduğunda sosyal çevrenin etkisiyle çocuk aileden ve toplumdan etkilenerek “çekirdek kişilik” denilen psikolojik yapı şekillenir. Ve ilkkez ben de birşeyler biliyorum bilinci ilk evresini biçimlendirir. Yaş on olduğunda, bilinçlilik iddiasi artarak böbürlenmeğe, kendini beğenmişliğe dönüşür. Bu evrede bir çocuk “artık ben cok şey biliyorum, bunlar benim için basit şeylerdir” gibi çocukca söylemlerin tanığı olabiliriz. Yaş ilerledikçe erginlik (bluğ) çağı, bilimsel adıyla puberite denilen gençlik evresi ortaya çıkarak çocukluk evresi bu süreçte sonbulur. Yaş onyedi, onsekiz olunduğunda anne – baba geri kalmış biri olarak tanımlanır. Ve kuşaklar çatısması asıl başlangıcını bu evrede sahaya sürerek atesli ve karmaşık tanımsız beklentiler başgösterir: “Ben onların bilmediği bir çok seyi biliyorum, ben onladan daha iyiyim, boyum bile onların boyunu yakaladı” denilerek zor olan ve zıtlaşılan tezat bir kişilik yapisi ortaya çıkar. Yaşam için perspektifler aranır, çözüm yolları kafada şekillenir. Yaş yirmi dedikten sonra bu değişiklikler daha çok ivme kazanarak artar. Anne – babanın hiç bir sey bilmediği her seferinde başka bir şekilde vurgulanır. Yaş yirmin ortalarına gelindiğinde ise, yetişkin bir genç kendisine imkan verildiğinde, dünyayi yerinden oynatacağini sanarak büyük işler başarma hevesine kapılır. Yaş gelip otuzuna dayandığında, aslında anne – babam o kadar da bilgisiz ve cahil değil kanısı uyanmağa başlayarak, gençliğin vermiş olduğu dinamizim yerini daha mantıklı düşünmeğe sevk eder. Otuzun ortalarında anne – babanın yapmış olduğu şeyler yerini pozitif değerlendirmeğe bırakır. Yaş kırka gelindiğinde anne – babama çok sey borçluyum, geldiğim mevki, kazandığım statü onların eseri olarak yorumlanır. Kırkbeşine gelindiginde annem – babam en içten dostlarımdır, onlara güvenim sonsuzdur ifadeleri kendini daha belirgin bir biçimde gösterir. Ve onların hayatın vesileleri oldukları betona saplanmış bir çivi gibi belirgindir. Yaş elliye gelindiğinde kişilik yerine oturmus, psikolojik dengeler sağlanmış, hayatın gerçekleriyle yüzleşilmiş bir insan tipi ortaya çıkar. Artık bu safada anne – baba hakkının ödenmeyeceği kanısına varılmıstır. Altmışlı yaşlarda anne – baba azizlik mertebesine erismiş, yüce bir kişiliğe bürünmüşlerdir. Aziz annem, aziz babam, sizin yokluğunuzda kendimi yetim gibi hissediyorum, hissi belirginleşir.
Bu değisim süreci hemen hemen bütün insanlarda artıları ve eksileriyle zizaklı çizgilerle belirir. Baştaki bağımlılığımız, öz benimizin gelişmesiyle birlikte özgürlesme arayişlarına dönüşür. Anne – babayla sürtüşmeler, çatısmalar, anlaşmazlıklar genellikle bu dönemde yasanir. Ama yasimiz ilerler de, evlenip annelik – babalık rolüyle tanışırsak, anne – babadan gördüğümüz fedakarlığı aniden farkederiz.
Çocuklara gösterdiğimiz derin sevgi ve içten yardım, bize gösterilen derin desteği hissettirir. Vicdanı sorgulara girişiriz. Hele birde yetiştirdiğimiz çocuklar yuvadan uçup özgürlüklerine yöneldiklerinde yasadığımiz boşluk, anne – babamıza yaşattıklarımızı vicdanımızla sorgularız.
İnsan yaşamını her döneminde kıskançlıklar kaçınılmazdır. Eş eşi, kardeş kardeşi kıskanabilir; ama sadece anne ve babalar çocuklarının kendinden üstün olmalarını arzu eder ve içtenlikle isterler. Sadece anne – baba son nefesini verene kadar ve hemen her şartta evlatlarının yanındadır. Kardeş kardeşten, eş eşten ayrilsa, çok zaman geçmeden bile unutulur. Herkes kendine yeni bir hayat kurar. Anne ve baba ölünceye kadar evladının ismini sayıklar ve en yakınında olmasını ister. Sadece anne – baba her geçen gün evladının daha cok yakınında olmasını ister.
Anne – babamiz nerede? Köselerinde yapayanliz mi? Günde yüz kez hizmetimize kosanlarin yilda kaçkez huzuruna uğruyoruz? Bir gün ağaçların altına sessizce uzandıklarında, tatlı sözlerimizi duymayacaklar. Öpecek el, gülecek yüz bulmak fiziken imkansız olacaktır. Başımız her sıkıştığında atalarımız aklımıza düşer ve bizlere umut kaynağı olurlar. Yaşlanıp köşemizde çocuklarımızı beklerken de önce kendı ebeviyenlerimizi hatırlayacağız. Kendi çocuklarımız kanatlanıp yuvalarından uçtuklarında, eski evlerin duvarlarındaki taslar yosunlar tutmuş olacaktır. İste bundan yola çıkarak hatıralarımız bir gün kalbimizi tesellisiz bırakmaması için acele etmeliyiz. Bir sistemde ve devlette aile en küçük forumdur. Toplumun ve devletin en kücük birimi ailedir. Herr aileyi aslında anneler ve babalar ayakta tutar. Ailenin klassik tanımı bu olmakla birlikte, günümüzde çok çesitli tanımlar geliştirilmiştir. Kadının özgürlüğünü kazanmasıyla beraber, boşanmaların sayısı da artmıştır. Bu avrupa toplumlarında yüzde kırkları bulmasına rağmen yine de aile kavramı klassik özelliğini korumaktadir. Buna rağmen her boşanan ailenin çocukları saldırgan olmaz. Elbetteki dengeli, düzenli, uyumlu ve ahenkli bir aile içinde büyümek bir çocuk için en büyük kazanım olacaktır. Ve bu çocuklarin hayata tutunma başarıları diğerlerine oranla daha kaliteli ve verimli olcaktır. Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen baba ve anneden birinin eksik olmasi çocuklar da davranış bozukluğuna sebep olmaktadır. Bazen annelerimizin aşırı fedakarlığı, merhameti ve sevgisi çocuklari sorumsuzluğa sürüklüyor. Çocuklarına söz geçiremeyen anne ve babalar tehdite başvurarak yanlış bir eğtim yolu seçiyorlar. Bu tavrı aşağı yukarı toplumun her kademesi kulllanmaktadır. Oysa tehditlerle hiç bir sonuca varmadan varolan iliskiler daha da kötüleşmektedir. Yapılan araştırmalar da anne daha çok çocuğa doğrunun zevkini, baba da daha cok yanlışın temsilini yansıtmaktadır. Dengeli bir başarıya imza atmak, iki duyguyu da tatmağa bağlıdır. Aslında aileyi kırmadan, üzmeden, germeden disiplinda tutmak babaya düsmesine rağmen günümüz de birinci derece akrâbalarda bu boşluğu doldurabilirler. Baba yanlışlara sert tepki gösterse de, fedakar olmalıdır. Balzac’ın diliyle söylersek, „Baba olunca göreceksiniz ki, kendi mutluluğunuzdan çok, çocuğunuzun mutluluğuyla sevinebilirsiniz“. Ya da Alain’in dedigi gibi “Baba çocuğunun kendisinden daha üstün olmasını ister”.
Aile fertleri arasında ki uyusmazlıklar ve ihmal edilen görevler anne ve babanın bilinçli sorumluluklarıyla çözülür. Çocuklar ve gençler bu tepkileri anlayışla karşılamasalar da, bu tepkiler mutlaka olmalıdır. Ailede hoş karşılanan her hata, geleceğin dinamiti olacaktır. İyi eğitilmeyen çocuklar, tolum için zaralı bir üye olmaya mahkumdurlar. Bu benim çocugum içinde geçerlidir, cumhurbaşkanının çocuğu içinde. Bu yaşıma kadar nice vurdumduymaz babalar tanıdım, çocuklarına hiç karışmıyor, ailenin tüm sorumluluğunu annenin omuzlarına yükleyerek sorumluluktan kaçıyorlar. Bunların sayısı toplumdaki erkeklerin çok büyük bir kısmını kapsamaktadır. Çocuklarını pozitif ve negatif yönden hiç bir eleştiriye tabii tutmayan, büyük oğullari el üstünde tutup, sorumluluk yüklemeden eğitmek ve yüklememek, evine geç ve sarhoş gelen, kumar oynamayi alışkanlık edinen bir babadan hiç bir şey beklenmez. Hatalar zinciri uzadıkça insan yaşamın da sonu gelmeyen felaketler kendiliğinden ortaya çıkar. Bunu şöyle bir örnekle somutlaştırabiliriz: Düşünün bir baba ki, engin, hoşgörülü, sevecen, iyi niyetli, ama sorumluluğunu bilmiyorsa onu iyi niyetli olması çocuklarının geleceğini iyi şekillendiremez. Çocukları sorumluluk bilinciyle eğitmezlerse, babanın hazır olan mirasi çok kısa bir zaman da bitmiş olacaktır. Eğer bizi eğitenler gerektiğinde, hatalarımıza sert çıkıyor, bizi eleştiriyor, gerektiğinde bağırıyorsa, bu bizim geleceğimiz içindir. Hayata tutunma aşamasında, eğlendiren işlere eğilimli yaşıyorsak, aşırıya kaçılmış eğlencelerin bir gün hayatımızı söndürebileceğini hiç bir zaman akıldan çıkarmamalıyız. İnsan yaşamının belirli evrelerinde, insan istese de o dönemde duygularına söz geçiremez. Yanlışın bedelini ödeyinceye kadar bizi uzakta tutacak en önemli güç anne ve babalarımızdır. Ve bunlardan saygi çerçevesinde korkarak varlığını hissetmemezdir. İyi bir anne ve baba çocuklarını huzuruna toplayıp bugün ne yaptıklarını, ne öğrendiklerini mutlaka sormalıdır. Çocugunun arkadaslarını, takıldığı mekanları, gittiği kafeterya veya da kahveleri sorarak çocuğuyla ilgilendiğini gösterir. Bununla ebeviyenlerin amaci gidişatı öğrenmek, yol ve yön göstermektir. Bir çocuk gerçekleri annesinden ve babasından gizleme gereği duyacaksa, bu hal ebeviyenler için utanç verici bir durumdur. Bu gelecekte bizim çocuklarımızdan utanmamamıza vesile olacaktır. Elbette çocuk eğtiminde herkesin farklı sorumlulukları vardır. Anne ve baba ayrı ayrı görevler alarak çocuklarının eğitilmesi konusunda birbirlerinin tamamlayicisi olacaktir. Peygamberimizin deyisiyle “Cennet annelerin ayaklari altindadir”. Babanın göstermiş olduğu erdem, ahlâk ve fazilet bizim servetimiz olacaktir. Batili düşünür ve tasavvufcu George Herbert’in ifadesiyle “iyi bir baba yüz ögretmene bedeldir”. Anne ve babadan kazanmış oldugumuz kişiliği okullar bize öğretemez.
Anne ve babayı iyi görmeliyiz. Aileyi nasil yönetiyorlar? Sözlerini nasil tutuyorlar? Nerede hata yapıyorlar? Hangi yönlerini taklit etmeli, hangi yönlerinden ders almalıyız? Bize ne öğütlüyorlar, neyi yanlış neyi doğru gösteriyorlar? Çocuk eğtiminde ve belkide insan yaşamında yüklerin en ağırını taşıyan annemizdir. Bu gerçeği hiç bir kimse, her ne süretle olursa olsun reddedemez. O bizi daha bir damlacık su iken karnına alır ve ölünceye kadar en büyük sırdaşımız ve biricik güvencemiz olur. Anne bizi çocukluğumuzdan başlayarak elimizden tutup ağladığımız da bizi sicak bağrına basarak gözyaşlarımızı siler ve bizi öperek teselli eder. Oysa biz daha çocukkken bile onun elinden kurtulup sağa sola koşarak onu korkuyla ödüllendiririz.
Doğdugumuz andan itibaren bizi sütüyle besleyen ve bütün temizlik işlerimizi üzerine alan annemizi bütün gece ağlayarak onu uyutmayarak ilk vazifemizi yapmış oluruz. İkili yaşlarımızda yürümeyi öğrendigimiz andan itibaren, o bizim arkamızdan koştuktan sonra biz ondan kaçarak yine annemize ilk teşekkür borcumuzu onu korkutarak veririz. Üçüncü yaşlarımızda hazırlanılan yemekleri bazen masanın ve sofranın altına dökerek başka bir vazifemizi yerine getirmiş oluruz. Dörtlü yaşlar da elimize verilen renkli kalemlerle duvarları boyayıp ilk yalanımızı söylemeğe başlarız. Beşli yaşlarda süslendiğimiz cicili kiyafetlerimizi gördüğümüz ilk su birikintisinde kirleyerek başka bir teşekürü borç olarak öderiz. Altı yaşlarındayken annemiz bizim okula gitme sevincimizi paylaşmak isterken, biz sokaklarda “anne ben okula gitmek istemiyorum” diye ağlayarak başka bir teşekürü ona takdim ederiz. Yedi yaşlarinda hediye edilen ilk topla komşunun camlarını kırarak, sekiz dokuz yaşlarında bizim geleceğimiz icin yapılan çok olumlu teklifleri “istemiyorum” diyerek elimizin tersiyle geri çeviririz. Derslerimize yeterince çalışmayarak ve tembellik ederek onlara karşı başka bir sorumsuzluk şeklini ortaya koymuş oluruz. On yaşlarında saçını bizim için süpürge eden annemizden ayrılırken arkamıza bile bakmadan fırlayıp gözden kayboluruz. Onunla birlikte gözükmemek için bin bir türlü yalan ve hile ile onu aldatırız. On bir ve onikinci yaşlarda çocuklar ebevyenlerine karşı saygısız olmanın baslangıcını start olarak verirler. Gençler bu evreden itibaren ekseriyetle anne ve babalarıyla ne sinema da nede başka kamuya ait olan alanlarda birlikte olmak istemezler. Bu evre yirmili yaşlara kadar öyle acımasız bir hal alır ki bazen anne ve babalar kendilerini suçlayarak “Allah’im, ne yaptim? Neydi benim günahim da bu hallere düştüm diyerek çırpınırlar. On üç ile on dört yaşlarında anne ve babalarımızın istemediği her şeyi yaparak onları yıpratmağa devam ederiz. Onların istediklerinin tam tersini yaparak, bütün zararlı TV – Programmlarına onların ev de olmadıkları zamanı fırsat bilerek baska bir teşekür borcumuzu negativ bir şekilde icra ederiz. On beş yaşlarında gittiğimiz yaz kamplarından, bir satir bile yazmayarak onların endişelerini artırmış oluruz. On yedi yaşlarında izin verilen eglencelere, partilere ve barlara gider ve bir telefon bile etmeyerek sabaha karsı eve dönerek başka bir iyi niyeti suistimal etmiş oluruz. Ondokuz yaşındayken okul masraflarımızı karşılayan anne ve babamıza karşı sorumluluğumuzu, onu dışkapının arkasında, arkadaşlarımız görmesin diye vedalaşarak baska bir ayıbı yapmış oluruz. Yirmibir yaşındayken iş hayatımız ve kariyerimiz konusunda bize yardımcı olmak ve fikir vermek istediğinde “Ben senin gibi olmayacağım” diyerek teşekür ederiz. Yirmi iki, yirmiüç yaşlarındayken sayet üniversiteyi bitirme törenimiz varsa, bize gururla sarılan annemizi, arkadaşlarımızla yapacağımız seyhat için para isteyerek malumatımızı bildiririz. Yirmibeşli yaşlarda evlilik masraflarımızın bütününü karşılayan anna ve babamızla mutluluğumuzu onlardan uzaklara taşınarak böylece bedelini ödemiş oluruz. Otuzlu yaşlarda kendi çocuğumuz olduğunda onlara akil danışmak yerine, onların vermış olduğu nasihatları dinlemeyerek “Bırakın artık bu ilkel yöntemleri” diyerek onları tersleriz. Kırklı yaşlarımızda bizi sevinçle arayan annemize ve onun doğum günü davetine bile “Anne Allah aşkına işim başımdan aşkın” diyerek teşekür ederiz.
Ellili yaşlarımızda o çok hastalandığında eğer onu ziyaret etme tenezzülünde bulunmus isek, ona yaşlıların çocuklar gibi nazlandığı massallarını anlatarak, böylelikle onu nasıl sevmiş olduğumuzu ortaya koyarız. Derken o hayatın kaçınılmaz acı anı gelipte o ölmüş olduğunda, o güne kadar onun için yapmadığımız ne varsa, o andan itibaren kalbimize sönmeyen bir yıldırım ateşi düşer ve son pişmanlıklar fayda etmez.
Bizde yaşayan insanlar olarak aynı yıldırıma çarpılmak istemiyorsak, elimizi çabuk tutmalıyız. Hic kimse bizi annemizden daha karşılıksız ve içten sevmemiştir. Onun sevgisi aşklarin en büyüğüdür. Herkes bizi unuttuğu halde, eğer annemiz yaşiyorsa o bizi hala doğurdugu gün gibi hatırlar, sevinir ve bizi dörtgözle kapı önünde bekler. Bizim görevimiz onu güzel, samimi, saygıdeger sözlerle karşılayıp sevindirerek saygılarımızı sunmaktır. Zamanında esirgediğimiz teşekürleri sunmanın sırası şuanki zamandır. Ne geç nede erken, en iyi zaman ona ayrılan zamandır.
4. 3 Annenin Hayatımıza Etkileri
Bütün dinlerde ve toplumsal yaşamlarda anne ve babaya saygının önemi paha biçilmez bir şekilde ortaya konmuştur. Bunu dinler ahiret korkusuyla yaparak korkudan saygı doğmasını istemişlerdir. Oysa günümüzde insanlığın hümanizmle birlikte belli alanlarda geliştirmiş olduğu değerler bu korkunun yerini saygıya bırakarak biçim degişimine uğramışlardır. Dualar yerini çalışma zemininde gelişen ekonomik ilişkliere dönüştürup ilahi değerler, manevi değerlerle bütünleşerek her gün yeniden yapılanmişlardır. Ahlaklı, saygılı olmak dini değerlerden sıyrılarak modern bir maneviyata dönüşmüştür. Dinler bunu anne ve babanin duasını almayan birisinin cennete giremeyeceği korkusunu yayarak, yaygara koparıp kendi yobaz degerlerini ön saflara çıkarmışlardır. Oysa işin gerçeği tamamen başkadır: Korkuyla duyulan saygı ve kandırmacalar bin yılda hüküm sürseler kaybolmağa mahkumdurlar. Birine duyulan saygı ve sevgi onun kendi değerini bulmasıyla yaşayacaktır. Yoksa sevgiler kisa sürdede eriyip yokolma evresine gireceklerdir.
Bizi hayata sımsıkı bağlayan en güçlü vesilelerden biri anne ve babamızın nasihatları ve bize birakmış oldukları mirası birikimlerdir. Bunları biz kendi benimizle biçimlendirerek bizde derin izler bırakacağina inaniyorum. Anne, güçlüyken çocuğuna yaptığını, çaresiz düsünce çocuğundan bulur. Dünya etme bulma dünyasıdır.
Bir insan düsününün, köyde basit bir çobanlıkla yetişmiş, askerliğini yapmiş, başarıdan başarıya koşmus olsun. Oturup bu insanin hayat hikayesini dinlediğiniz de; kücük bir çocukken kurduğu hayalleri bir büyük kente giderek adım adım gercekleştirdiği başarıların sırrını sorduğunuz da, geldiği sosyal çevrenin etkisinde kalarak, başarılarının sırrının anne ve babasından aldığı terbiye gereği onların duası aracılığıyla ulaştığını size söyleyecektir. Adım adım yakaldıgı basarıların sırrı, anne ve babadan alınan terbiyeli eğtim gereği ve kendi özverileriyle, azimli, kararlı bir çalışmanın ürünü olduğu ortaya çıkacaktır. Uygun zamanda yakalanan fırsatların değerlendirilmesi de işi kolaylaştıran faktörlerden sadece bir tanesidir. Ve daha önemlisi kısa zaman dilimi içerisinde ulaşılan bu başarının içten istenilen maneviyatın gücüyle sahip olunduğu kanısı sırf güclenmeyecek, tersine teori niteliğine bürünecektir. Delikanlı daglardan inip geldigi ve genç yaşta elde ettigi bu kazanımları „Annem bana durmaksızın dua eder“ diyecektir. Atalarına saygılı olan evlatlar anne ve babaların iyilik sefkati ve duaları aracılığıyla ömürlerin dahi uzatıldığına inanırlar. Ama aile ahlâkının çökmesiyle başarılar ve kültürlerde çökertilme evresine girerler. Ziyaret edilen bir kabir, anılan bir dost, huzur evlerine ziyaret insanların iç huzurlarını ve sukunetlerini sağlayan birer etmendirler. Böyle yerlere yapılan bir ziyaret bin sadakaya bedeldir. Bu basit gibi görünen gönül alma eğilimi, bu insanlara gösterilen saygı ve sevginin bir boyutudur. Anne ve babalar herzaman ve her şart altında çocuklarının daha mutlu olması için çırpınırlar, ama biz çocuklar ise bunu normal bir durum olduğunu sanarak vurdumduymaz bir hava içinde yaşamağa devam ederiz. Örneğin huzurevinde ölen bir Fransızın oğluna telefon edildiginde, ölünün çocugu telefeondaki memura sert bir sekilde bağırarak „sigortası yok mu, neden beni rahatsız ediyorsunuz“ diyerek bağırmıstır.
Söz de dünyanin en gelişmiş ülkesi olan Amerika’da doğan her yüz çocuktan otuzbeş tanesi evlilik dışıdır ve yüzde onunun babası belirsizdir. Eğer toplumlar böyle gelişmiş bir gelişmessizliğe erişirlerse nesiller arasındaki bağlar kopar, ebevyen çocuk ilişkileri ekonomik çıkarlara dayanarak insani özelliklerini kaybederler. Nitekim gelişmiş toplumların çocuk yetiştirme işini devlet üzerine aldığı için, çocukların gelecekteki başarısızlıkları ancak otuz yıl sonra ortaya çıkacaktır. Çocuklarını dede – nine hasretiyle kasten mahrum büyüten biri huzurlu evlat ve torun yüzü görmesi hayalden başka bir şey değildir. Biz aile olarak kendi babamıza ne kadar değer veriyorsak, bizim çocuklarımız da bize aynı değerı vereceklerdir. Değişen hayat şartlarıyla sevgi ilişkilerimiz de değişmektedir. Yolda karşılaştığımız bir nine veya dedenin yüzündeki ifade, bize onun sokağa atılıp atılmadığı, ilgi ve sevgiden mahrum olup olmadığı, terk edilip, yanlız bırakıldığı bilgisini yüz ifadelerinden anlamamıza yardimci olacaktir. Ama yillarini evlatlarinin geleceği için feda eden bir annenin terk edilişi vicdanlarda hesaplasarak içsel bir gazaba uğramanın baslangıcı olacaktır.
Yaşlı ve çok yakından tanıdığım, biraz asabi, ama oldukça çalıskan ve dürüst olan bir tanıdığı her ziyarat edişimde yanlızlığı ve terkedilmişliği kendi iliklerim de hissederek üzüntünün en derin ve samimi olanını içtenlikle yaşarım. Ve budurum da gercekten kendimi toplumun psikolojisinin hangi boyutlarda yozlaştığını gözlemleyerek çözüm yolları arama pratığıne zorlarım. Üç çocuğu olan bu insan bu gün tek basina yaşam mücadelesi vererek yoklukla varlık arasında bir yerde yaşayan pejmürde birisi olarak görürüm. Hayatını çocuklarının okuyup adam olması için var olan imkanlari zorlayan bu adam; oğluna neden onaltı semesterde hala üniversite eğtimini tamamlamadığını sorduğunda hayatının şokunu yiyerek terkedilmiştir. Yumuşak bir ifade şekliyle bu adam üzüntü için de bana şunlari ifade etmiştir: „Evladim filan kalmadı, iki oğlum, bir de kızım vardı. Hayatimi onlar için harcadım. Oğullarım evli ve çalışıyorlar. Kızım 45 yaşında olmasina rağmen hala bekar. Ben eşimden ayrıldım. Çocuklarım beni terketti ve unuttular, bu zamanda çocuklarıma güvenim kalmadı”. Bu küçük örnek günlük hayatta karşılaştığımız çok yönlü örneklerden sadece bir tanesidir. Günümüz toplumu malesef bu acı durumu günbe gün dahada artmaktadır. Hem gelişen yoz kültür bunun tabanını hazırlamakta hemde toplumlar çekirdek aile sistemini kendi metotlarıyla yok ederek buna zemin hazirlamaktadirlar. Yine bir gazete de okuduğum haber toplumumuzun ne kadar acımasız ve ürkütücü bir biçimde geliştiğinin en bariz örneğini vermektedir. Dokuz çocuk büyütmüş bir anneyi, bir televizyon kanalı sokakta ağlarken bulmuş ve bu annenin feryadını haykırış biçimini televiziyonlarda gösterilmiştir. Anne: “Saçımı süpürge ederek, çocuklarım için günübirlik işlere gittim. Ahlaksızlık yapmadım ve namusumla yaşadım, oysa şimdi benim çocuklarım beni dövüyorlar, kovuyorlar ve herbiri, diğeri sana baksın, sen ona daha fazla yardım ettin dedikleri için hiç birisinin kapısına varamıyorum”, diyor. Sanırım bu anne de binlerce anneden ve babadan sadece bir tanesidir. Örnekler çoğaltılarak genişletilse de sonuç olarak elde edeceğimiz bulgular degişik bicimlerde ve ayni sekilde sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Sorunu çözmenin ilk hedefi sistemi ameliyat masasına yatırarak iyi bir ameliyattan geçirmektir. Bu bizim içimizde yaşattığımız sevgi için de aynı bağlayıcılığı koruyacaktır.
Bu durumu sorgulamak için önce toplumların analizleri yapılarak ideal insan yapısının ancak toplumsal başarıyla sağlanacağı kanısı teorileşecektir. Böylece teker teker ortaya çıkan ruhsal gerçekler çok sayıda, iç içe geçmiş bastırılmış, ve bilinç altı ve bilinç dışı etmenler içermektedir. Bu devrede iş psikolog ve sosyologlara düşmektedir. Burada toplumlarin ruhcözümlemesi temel kural olarak algilanmalidir. Ruhçözümlenmesinin temel kuralı ise “özgür çagrışımdır”; bunun için de çözümcüye sunulacak ruhsal gereçlerin ayıklayici eleştiriden geçirilmesine kesinlikle yer yoktur. Bu kural Freud ve W. Reich’te bilinçdişi arzu ve güdülerin harekete geçirilip bilinçüstüne çıkarılma gereksinimiyle desteklenmektedir. Buna karşılık itici bir güç, Ben’in korunması özgür çağrışımı aksatmakta, kişinin sözkonusu temel kurala uymasını az çok engellemektedir. Bu güç bilinç altına itmenin ortadan kaldırılmasını önleyen bir direnme biçiminde kendini göstermektedir. Bu kuramsal akıl yürütmelerden ikinci bir kural çıkmaktadır.. Bilinçdışının bilinçüstüne çıkışı dolaysız yoldan değil, direnmelerin birbiri ardından yokedilmesiyle olmalıdır.
4.4 Sevgide iyi bir babanin rolü
Aile, toplumun en küçük birimidir ve anne-baba-çocuklardan oluşur. Bu tanımdaki baba ise ailenin temel direği; esas olarak evi geçindiren, ailesini kötülüklerden ve zorluklardan koruyan çok önemli bir kahramandır.
Bu kahraman uzun yıllar boyunca kız ve erkek çocukları için ayrı anlamlar ifade etmesine rağmen hep vazgeçilmez bir kişidir. Babanın varlığı evdekilere güven verir, çoğu zaman da biraz çekinmeyle karışık saygı görür. Geleneksel Türk aile yapısına baktığımızda baba; evde her şeye karışmayan, ağır, saygı duyulan, hatta korkulan, çocuklarıyla iletişimi yüz-göz olmak şeklinde algılayan, çocuklarıyla ilgili kararlarda ve olaylarda asla ön plana çıkmayan genelde anneyi aracı olarak kullanan bir figür olarak karşımıza çıkar. Bu geleneksel yapı, toplumdaki değişime paralel olarak bugün epey değişmiştir. Evde annenin de artık çalışması, babanın bu rolleri üzerinde oldukça değişim sağlamıştır. En azından artık babalar da çocuklarını dinlemekte, ihtiyaçları olduğunda çocuklarıyla birlikte olabilmekte, anlamaya çalışmaktadırlar.
Baba, ortalama bir ailede olması gereken koruyucu bir varlıktır. Aile, babanın sagladığı güvenle mutlu bir geleceğe ve esenlığe taşınır. Babadan güç alan bir çocuk, gençlik, bluğ ve erginlik çağında karşılaşacağı problemleri çözmede bu durumdan yoksun olan çocuklardan daha kolay aşacaktır. Babanın sevgi ve sefkatle yaklastığı ve kolkanat gerdiği bir ailede ilişkiler mükemmel yürümesede ortalamanın üzerinde olan başarılar beklenecektir bu çocuklardan. Onun zaman ayırarak çocugunun gelişimini gözlemlemesi, zaman ayırıp çocuklariyla oynamasi çocugun fiziki ve ruhsal gelişimini olumlu yönde etkileyecektir. Sevginin kaynağı olan zaman ayırma işlevi işte bu durumda açılmıs sofra gibi bize menülerini sunacaktır.
Anne-baba-çocuk üçgeni hayati önem ifade ediyor. Bu rol ve figürler aslında hayatın ta kendisidir. Tüm yaşam bu üçgendeki ilişkiler üzerine kurulmuştur. Çocuğun zihinsel, fiziksel ve sosyal gelişimi, büyümesi, gelecekteki yaşamı, iş ve özel hayatı, aile yapısı, verimli olması ya da olmaması, kişisel ilişkileri hepsi ama hepsi ailesinde yaşadığı ortamın, anne-baba-çocuk ilişkisinin sonucudur. Bu sonuç olumlu olabildiği gibi olumsuz da olabilir. Bir ailede babanın yokluğu önemli bir taşın eksikliğidir. Annenin sorumlulukları arttığı gibi çocuğun ihtiyacı olan noktalarda yardım edilemez.
Ailede ebeveynlerden herhangi birinin eksikliği çocukta kayıplar ve maddi manevi travmalar yaratır. Ancak babanın yokluğundan kaynaklanan maddi yetersizlikten daha önemli olan manevi kayıplardır ki bunların başında da güven eksikliği gelir. Çünkü çocuklar için baba = güvendir. Bu ihtiyaç erkek çocuklarda erkek rolünün tam olarak öğrenilmesi konusunda önem taşırken, kızlarda da erkek rolünü tanıması ve olumlu bir hayat imajı için gereklidir. Özellikle erkek çocuklar cinsel rollerini babalarından öğrenir ve onları taklit ederler. Bazen anneler, oğullarının tıpkı babaları gibi yürüdüklerini, konuştuklarını, jest ve mimiklerinin aynı babaları gibi olduğunu ifade ederler.
İyi bir baba çocuğuyla nasıl iletişim kurmalı? Babayla çocuk arasındaki sağlıklı iletişimde esas nokta; saygı, ilgi, dinleme ve anlamadır. Baba, çocuklarıyla iyi bir iletişim kurmalıdır. İletişim kurarken de bazı noktalara dikkat etmelidir. Bu noktaları şöyle sıralayabiliriz;
· Çocuğun da bir birey olduğu ve saygıyı hak ettiği unutulmamalıdır.
· Çocuğun büyümesine izin verilmelidir. Türk aile yapısında erkek çocuklara sorumluluk verilmemesi, gelecekteki yaşamlarında da sorunlara yol açar. Erkek çocuk, ailesi tatildeyken evde kalıp gitar kursuna gitmek istiyorsa faturaları yatıramayacağı, kapıyı kilitlemeyi unutacağı gerekçesiyle aile izin vermez. Çocuk da bu sorumluluğu almadığında çatışma çıkar. Baba burada çocuk evde tek kaldığında ona ne gibi sorumlulukları olacağını anlatmalı, bunları yerine getirdiği takdirde kalabileceğini belirterek izin vermelidir.
· Çocuk dinlenmeli, anlamaya çalışılmalı, ilgilenilmelidir.
· Çocuğun her konuda sorumluluğu alınmalı ve anneyle paylaşılmalıdır.
· Çocuk babadan korkmamalı, ilişkisi otorite saygı ve sevgi içermelidir. Çocuklar babadan korkusundan değil, yanlış olduğu için bazı şeyleri yapmaktan çekinmeli.
· Çocuklar babalarına bir şey söylediklerinde olumsuz karşılanacaklarından korkmamalıdır. Aksi taktirde yalan davranışı gözlenir ve pekişir.
· Çocuk, her zaman yönlendirilmeye ihtiyaç duyar. Evde mutlaka duyarlı, tutarlı kurallar olmalıdır. Bu kurallardan çok fazla taviz verilmemelidir.
· Çocuğun her istediği yapılıp, alınmamalıdır. Bu çocuğu doyumsuzluğa iter.
· Günümüz şartları biraz zorlanarak, çocukla kaliteli zaman geçirilmelidir. Özellikle erkek çocukların bu iletişime daha fazla ihtiyaçları vardır.
· Fiziksel ve duygusal cezadan uzak durulmalıdır. (Dayak, rencide edici sözler, hakaret, küfür vs.)
· Çocukla arkadaş olmak yerine ona arkadaşça davranılmalı. Ailelerin günümüzde en çok ‘çağdaş aileyiz’ tanımlamasıyla yaptıkları yanlışların başında anne baba kimliklerinden sıyrılıp arkadaşı gibi davranmaları geliyor. Özellikle genç erkeklere arkadaşı gibi davranmak yerine ona babası olduğunuzu, daima ona destek vereceğinizi hissettirerek baba olmalısınız. Çünkü onun babaya ihtiyacı vardır.
·Gelişmesine katkıda bulunun. Çocuklarınızı başka çocuklarla kıyaslamak onun kendini mutsuz ve yetersiz hissetmesine neden olur. Bunun yerine babanın çocuktaki farklılıkları görüp, bu yönleri geliştirmesine yardımcı olması gerekir.
· Çocuklarla inatlaşmaktan kaçınılmalıdır. Çocuklar kendilerini ispatlamak amacıyla çatışmaya girebilirler. Bu durumlarda anne ve babalarının desteğine ihtiyaç duyan çocuklarla inatlaşmak, aşırı ve mantıksız yasaklarda diretmek inatlaşmalarına yol açar. İnatlaşmak da evden kaçma, okulu bırakma gibi olumsuz sonuçlar doğurur.
Evde baba figürü olmayan çocuklarda görülen olumsuz davranışlar nelerdir? Boşanma ya da kayıp veya diğer durumlardan dolayı evde baba yokluğu yaşayan çocuklarda genelde 2 tip olumsuz davranış gözlenir:
a) Saldırganlık ve davranış problemleri. Evde, belli bir otoritenin olmayışı, otorite boşluğu yaratır. Çocuklar bu boşlukta bocalar ve hareketlerini ayarlayamazlar; dikkatleri dağılır, öğrenme problemleri yaşarlar ve okulda başarısızlık baş gösterir, yalan söyleme gözlenir. Eğer evde anne de olumlu bir tutum sergileyemiyorsa bu tutumlar devam eder ve artış gösterir.
b) Diğer bir davranış şekli de sinme. Bu tip çocuklar ise içlerine kapanırlar. Sosyal hayata ve tanımadığı kişilere karşı oldukça mesafeli ve ürkektir, korkuları vardır. Eğer anne, yine babanın yokluğunu olumlu bir şekilde tolere edemezse bu sorunlar görülür ve devam eder. Güven eksikliği nedeniyle hayata dair bakış açıları olumsuzdur. Erkek çocuklarda belirgin, aşırı ve abartılı erkeksi davranışlar gözlenebildiği gibi, efemine (Kadınsı) davranışlar da görülebilir. Kız çocuklarda da hemen hemen aynı özellikler gözlenir. Aşırı erkeksi davranışlar veya yaşlarından büyük kadınsı davranışlar gösterebilirler. Ürkeklik, sebepsiz korkular, aile birlik ve bütünlüğünün yerinde olmamasının getirdiği karmaşa çocukları oldukça yıpratır. Oynayan taşların yerine yeniden oturmasını beklemek önemli bir süreçtir. Çocukların bunu tek başına yapmaları mümkün değildir. Mutlaka bir yetişkinin yardımı olmalıdır. Birçok durumda anne bu rolü üstlenir. Baba figürü bulunmayan evlerde anneye oldukça fazla görev düşmektedir.
Anne, babanın yokluğunda hangi görevlerle baş başa kalıyor?
· Anne çocuğa babanın neden evde olmadığını açık ve onun anlayabileceği bir şekilde açıklamalıdır.
· Evde, tutarlı ve sağlıklı bir disiplin ortamı sağlanmalıdır.
· Çocukla anlama ve dinleme üzerine bir ilişki kurulmalıdır.
· Eğer çocuğun babası vefat ettiyse, çocuğun baba hakkındaki soruları cevaplanmalı ve ona babası anlatılmalıdır
· Ebeveynler boşanmışlarsa yine baba hakkında sorulan sorular cevaplanmalı, baba hakkında anne ne kadar olumsuz düşünürse düşünsün, çocuğa babanın olumlu yönleri anlatılmalıdır. Çocuk baba ile arada bir aracı gibi kullanılmamalıdır.
· Ailenin bir yakınından (Dayı, amca, ağabey vs.) özellikle erkek çocukla arada sırada birlikte olması istenmelidir. Bu kişinin olumlu bir imajının olmasına dikkat edilmelidir.
· Cinsel kimlik gelişimi önemli bir basamak olduğu için anne bu konuda da kendini eğitmelidir. Sorulan sorulara çocuğun yaşına uygun, doğru ve açık cevap verilmesi gerekir:
· Kız ya da erkek çocuk ayırt edilmeden evde mutlaka bir sorumluluk verilmelidir.
· Mümkün olduğunca sosyal, kendini ifade etmesine olanak veren, özgüven geliştirici faaliyetlere yönlendirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, çocuklar anne ve babalarının aynasıdır. Kendinizde olan hoşlanmadığınız huylarınızı ya da fark etmediğiniz her özelliğinizi çocuklarınız da görebilirsiniz.
Bütün bu olumlu ve olumsuz gelişmelere raşmen, bazen çocuklarımız bizim istediğimiz ve umduğumuz başarıyı gösteremezler. Çünkü günümüzde bir ev kurup ailenin maddi ve manevi ihtiyaclarini karşılamak çocuk oyuncağı değildir. Başımızda örnek alınıp çalışan bir baba yoksa durum çocuklar açısından hiçte içaçıcı değildir. Günlük ihtiyaçlarımızı karşılayıp, her kuruşunu ter dökerek kazanan bir baba elbetteki çocuklarin sevinç kaynağı olacaktır. Böyle bir baba elbette hem evinde hemde toplumda saygıya deger bir konuma sahip olacaktir.
İyi bir baba çocuğun kendi seçtiği yoluna taş koymaz. Birçok baba çocuğunu spor ve kültür etkinliklerine, egtimsel çalışmalarına imkâni ölçüsünde yardım etmelidir. Eğer bir baba bunu engelliyorsa, çocukta gördüğü olumsuz değişikliklerin etkisi olduğunu ve yanlış yolda gittiğini düsündüğü içindir. Gidişattan korktuğu için bu yola başvurabilir. Baba burada bellkide şu felsefeden yola çıkarak bu duruma başvurmuştur. Çocugum “kötülüge alışmasın, ahlâksızlığa kapılmasın, onurumuzu lekelemesin, başarısız, beceriksiz, sorumsuz” büyümesin diyerek böyle bir tercih yapmış olabilir. Bura da babanın yöntemleri yanlış olabilir; ama niyetlerinde samimidirler. Vicdanlı ve ahlaklı bir babanın evlatları için kötülük düşünmesi imkansızdır.
Hayatta huzurla tutunanların çoğu başarılarını çalışarak ve büyüklerinin gösterdikleri doğru yolda ilerleyerek kazanmışlardır.
Kitabin bu bölümün de sayın A. G’ne katkılarından dolayı teşekür ederim. Yaptığımız olumlu, olumsuz ve derin tartışmalardan dolayı yukarıdaki bölüm ortaya çıkmıştır. Fikir babası A’dır. Simdi onu kaybetmenin acisini yasiyorum.....
Hasan Hüseyin Arslan, Haziran 2008, Hanau - Frankfurt am Main, Almanya
YORUMLAR
uzun yazınızı okudum. elbette genel doğrular içinde değerlendirilecek ve pek de karşı çıkılamayacak düşünceler bunlar. ancak ben de birşeyler söylemek istiyorum. özellikle anne olduktan sonra farkına vardığım birşeyler...
ben anne-babasından sevgi görerek büyümüş biriyim. o konuda bir sıkıntım olmadı, tam tersi, özellikle annem, tam bir fedakarlık timsaliydi (hala da öyledir) .kendimi ona hep borçlu hissetmişimdir. anne olmadan önce, böylesi bir fedakarlığın nasıl olabileceğini anlayamazdım. fakat anne olduktan sonra birşeyi farkettim ki, kızım bana hiçbirşey borçlu değil. tam tersi ben ona borçluyum. evet, her anne babanın yaptığı gibi, klasik söylemle "yemeyip yediriyor-giymeyip giydiriyoruz", evet ben de neredeyse annemin bana verdiklerini, sevgiyle veriyorum kızıma. yine de ben -hatta eşimi de katabilirim buna- biz ona borçluyuz. fedakarlık falan değil gerçekte yaptıklarımız. sadece olması gereken şeyler.
salt bizim isteğimizle dünyaya gelmiş, ve salt biz öyle karar verdik diye, kimbilir hayatı boyunca neler yaşamak zorunda kalacak olan masum bir canlıya ne yapsam fedakarlık olmaz zaten. tam tersi, varlığıyla o bizim hayatımıza öyle güzellikler kattı ki, biz, hayat boyu kendimizi ona borçlu hissedeceğiz. anne-baba-çocuk ilişkilerine biraz da böyle bakıyorum ben.
hani şu ünlü soruya uyarlayacak olursak, "bugün annen için ne yaptın?" değil de, "bugün çocuğun için ne yaptın?" daha önce gelmeli diye düşünüyorum.
ama yalnış anlaşılmasın, elbette anne-babalarımızın bizler için yaptıklarını yadsımıyorum. bunu istesem de yapamam zaten. fakat sanki onlar çocuklarına, aldıklarından fazlasını vermek zorundalarmış gibi geliyor artık.
:) bu arada yazınız beni, gecenin bu saati yazmak zorunda olduğum sıkıcı bir yazıdan bir süreliğine uzaklaştırdı. teşekkür ederim...