Mecnûn`un İşleri ve Muhib`in Sözleri
Mecnûn, bir vakit Leylâ`dan uzaklaşabildiği kadar uzaklaşır. Hem öyle ki; Leylâ ile arasında kaç vilayet, kaç ülke olduğunun hesabını dahi unutur. Sonrada artık daha uzak bir yere gidemeyeceğini anladığı bir şehirde yaşamaya başlar. Kimselerin tanımadığı bu yabancı şehirde günleri geçip giderken, Mecnûn`u tanıyan biri çıkar. Ticaret maksadı ile şehre gelen adam, Mecnûn’u burada görmenin şaşkınlığı ile sorar:
-" Ey Mecnûn! Burada senin ne işin var? Senin Leylâ`nın civarında, onun bulunduğu şehirde olman gerekmez mi?" Mecnûn:
- "İş senin bildiğin gibi değildir. Bizi buralara sevk eden de Leylâ`dan gayrısı değildir. Buralara gelmiş isek elbet Leylâ içindir." deyince, adamcağız şaşırır ve:
- Allah! Allah!... Seni buralara Leylâ mı sürükledi? Bu nasıl bir iş anlayamadım gitti, der. Mecnûn:
- Bakasın, ey aşktan yana ilmi kıt olan dostum. Bizim arzu ve isteğimiz o dur ki; devamlı sevgilinin dizinin dibinde olalım. Onu görmeden hiçbir anımız geçmesin. Onun kapısında sabahlayıp, yine onun kapısında akşam edelim. Ama gel gör ki; sevgili böyle istemez. Leylâ için ise sevimli olan benim ondan uzaklaşmamdır. Böyle bir uzaklığı o daha güzel bir iş olarak görür. İşte bende bu sebebten dolayı onun bu arzusuna tabi olduğumu göstermek amacı ile kalktım buralara geldim, der, der ama adam yine de birşey anlamaz ve:
- Peki ey Mecnûn! Ne diyeyim, yaptığın acaib bir iş. Zaten oldum olası bu âşıkların işini anlamış değilim, diyerek memleketine doğru yola koyulur.
Memleketine geldiğinde durumu kapı komşusu Muhib`e anlatınca, Muhib tebessüm eder ve der ki:
- Aah Mecnûn aah! Seni şöhret meraklısı âşık seni. Gören, duyanda seni hakîki bir âşık zanneder. Oysa senin bütün niyetin prim yapmak, insanların gözünde olan şöhretini artırmak. Güya kendi arzusunu, sevgilisinin arzusuna tercih etmiş ve kendisine ağır geldiği halde bilmem nerelere hicret etmiş. Hadi bu aşk meselesi hakkında bilgisi olmayanları kandırdın, aldattın, ya civanmerdleri nasıl kandıracaksın. Halbuki hakîki âşık odur ki ne sevgilinin dizinin dibini umar, ne de ondan uzaklara kaçar gider. Âşık sadece sevgilinin iki dudağı arasındakine bakar. Oradan çıkan emir ne ise âşık yapacağı iş de ondan ibarettir.
Mecnûn`dan işittiklerinden sonra kafası karışan adamın Muhib`den de duydukları karşısında bu sefer aklı yerinden oynamaya başlar. Ve işin hakîkatini öğrenmek için sorar:
- Ne oluyor ey Muhib! Şunun anlaşılır bir tarafı yok mu? Söyle bende anlayayım, bu iş nasıl bir iştir. Âşık kim, aşk ne bende anlayayım. Vallahi aklımı kaybedeceğim, deyince Muhib şöyle der ve (üç) noktayı koyar:
- Ey komşum! Bu işin aslı ve anlaşılır tarafı şudur. Aşkın aslına ulaşmış bir âşık için kendi iradesi mevzubahis değildir. Sevgili ne derse âşık için makbûl olan odur. Sevgili `gel` derse âşık gelir, `git` derse gider, `öl` derse ölür, "gül" derse güler. Öyle bir başına kendi kararı ile alıp başını bilmem nerelere gitmek âşıkların değil, şöhret sevdalısı kimselerin işidir...
Ankara, Mayıs 2007